Kendisiyle kavgalı bir ülke
SEDAT LAÇİNER 01 Ocak 1970
Türk devletini yönetenlere göre “Türkiye, üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanla çevirili” bir ülkeydi…
Dışarıda “öcüler” vardı…
Tüm sorunlarımızın ana nedeni onlardı…
Dışarıdaki “kötü adamlar bizi ham yapardı”...
Henüz ‘üst akıl’ icat edilmemişti belki ama emperyalistler, komünistler, Haçlılar, Amerikalılar, İngilizler, Ruslar, Fransızlar, Almanlar, Yunanlar, Ermeniler, Bulgarlar, Yahudiler ve hatta Madagaskarlılar kafa kafaya vermiş, “Türkiye’yi nasıl batırsak” diye plan yapıp duruyorlardı.
Eğitimdeki başarısızlığımız, ekonomik geri kalmışlığımız, ahlaki yozlaşmamız hep dış düşmanlar yüzündendi.
Yedi düvel bir araya gelmişti ve Türkün vatanını parçalamanın hesabını yapıyordu.
Yoksa idarecilerimizin hiçbir suçu yoktu. Onlar birer melekti. Vatanseverdi…
Lozan’ı yırtıp, Sevr’i getirmek istiyorlardı.
Hani Osmanlı’yı yıkmışlardı ya, işte bizi de mahvetmek istiyorlardı.
Bu ülkede demokrasi istemek, insan hakları talep etmek, gelir dağılımdan bahsetmek ‘vatan hainliği’ ile eşdeğerdi.
Tüm dünya Türkiye’yi bölmek isterken insanlara daha fazla hürriyet vermek kaosa, anarşiye ve kardeş kavgasına yol açabilirdi.
Ayrıca devlet işkence yapıyorsa, birazcık vatandaşın kulağını çekiyorsa bunda ne vardı?
İÇ DÜŞMAN
Dünya düşman doluydu, ama asıl tehlikesi dış düşmanların içerideki uzantıları olan ‘vatan hainleri’ydi…
Asıl düşman onlardı…
İçimizde beslediğimiz bu yılanların nerede görülürse başları ezilmeliydi.
Ancak yılan bir sağ görünümlü oluyordu, bir sol. Bu nedenle kimseye güvenilmemeliydi, herkese karşı dikkatli olunmalıydı.
İç düşmanlar grev yapan işçiler olabilirdi mesela…
Demokrasi isteyen öğrenciler de dış güçlerin maşası olmuşlardı…
Solcular Rusya’nın Çin’in ajanı olabilirlerdi.
Aleviler her daim tehlikeliydiler…
Dindarlar şeriat getirirdi, ülkeyi geriye götürürdü…
Milliyetçiler ırkçıydı, kafatasçıydı ve faşistti…
Liberaller kafadan ajandı. Demokrasi, serbesti sözlerinin arkasında Türkiye’yi düşmanlarımıza teslim etmek vardı. Zaten çoğu Mason ve Yahudi dönmesiydi…
Kürtlere gelirsek adamlar Türk olduklarının bile farkında değillerdi. Bu yüzden potansiyel hain olabilirlerdi.
Sonuçta memleketin çocukları ‘iç düşman’ olarak fişlendi. Örneğin 28 Şubat’ta ülkemizi dış düşmandan korumakla sorumlu olan generaller “öncelik, iç tehdit” dedi. 1970’li yıllarda kendi insanını düşman belleme hastalığı sokağa taştı ve iç savaş görüntüleri yaşandı. 12 Eylül darbesi olunca hapishaneler memleket insanlarıyla doldu taştı. Hücrelerden işkence inlemeleri yükseldi durdu. Ama iç düşman bir türlü bitmedi. Kendimizi öldüre öldüre, yaralaya yaralaya bitiremedik…. Komşumuzu, kardeşimizi, hemşehrimizi düşman ilan edip onlara zarar vermeyi ülkemize hizmet sandık.
2002 yılında AK Parti iktidara gelince en azından söylem değişti; Dünyanın Türkiye’yi parçalamak dışında da işleri olabileceğini, dört tarafımızın düşmanla değil, fırsatla çevrili olabileceğini konuşmaya başladık. Davutoğlu “sıfır sorun politikası”ndan bahsetti. Avrupa Birliği’ne tam üye olacaktık. Esad “kardeşim Esad” oldu, İsrail ile ilişkilerimiz zirve yaptı. Kürtler, Aleviler, solcular, dindarlar vs. artık “iç düşman” değildi.
Ancak rüya kısa sürdü. Türk’ün eski hastalığı kısa sürede yeniden nüksetti… 2010’dan bugüne bildiğimiz devlet anlayışına geri döndük. Gördüğümüz rüya yeniden kabusa döndü ve memleketin bir yarısı yeniden ‘iç düşman’ ve ‘hain’ ilan ediliverdi…
Dün, “sıfır sorun” politikasından bahsedenler bugün etrafımızın düşmanlarla kuşatıldığını iddia ediyor. Hatta bu konuda öylesine ileri gidildi ki bilinmeyen bir üst aklın, Tapınak Şovalyeleri’nin, Yahudi komisyonlarının, karanlık tarikatların, CIA’in, FBI’ın, Beyaz Saray’ın, İsrail’in ve dahi aklıma gelmeyen her türlü devlet, kurum ve cemiyetin Türkiye’yi yıkmak için birlikte çalıştığı söylemi üretildi.
Hükümete yakın medya sabahtan akşama kadar tüm dünyanın Türkiye’yi yıkmak için nasıl canla başla çalıştığını yazıyor. Bu da demek oluyor ki başımıza ne oluyorsa hepsinin nedeni dış dünya, başımızdaki yöneticilerin beceriksizliği değil.
Eleştirilmekten dış düşman söylemiyle kurtulan iktidarımız muhalefeti bastırmak için de ‘iç düşman’ icadına yöneliyor. Kimine terörist deniyor, kimine ‘paralel’ kimineyse ‘hain’. Böylece ülkede güçlü bir muhalefetin inşası engellenmiş oluyor.
Başbakan Davutoğlu, önceki gün diyor ki “Dışarıdaki zorluktan çok içerideki zorluğu görüyorum. Türkiye hakkındaki olumsuz algının sebebi dışarıdaki düşman değil ki, içerideki hâinler.”
Demek ki neymiş, çok sevgili Başbakanımız da içeride bir hayli hain olduğunu düşünüyormuş.
Sadece Başbakan mı? Hayır, Cumhurbaşbakanımız da tıpkı 28 Şubat’ın generalleri gibi iç düşmanın öncelikli tehdit olduğunu düşünüyor ve bakın ne diyor?
“Dışarıdaki düşman kolay olan düşmandır. Ama insanın içindeki yanıbaşındaki düşman, dışarıdaki düşmandan çok daha tehlikelidir.” (2013, Lüleburgaz konuşması).
Bu sözler de Sayın Cumhurbaşkanına ait:
“Kurumlarımız arasında yanlışları olanları, lekeli olanları da asla barındırmamamız lazım… Ne kadar yanlış tipler varsa, yanlış insan varsa bunlarıdevlet olarak ayıklamamız lazım ki yarınların Türkiye’si güçlü bir devlet eliyle kurulsun.”
Erdoğan bir başka konuşmasında ise yapılanları ‘cadı avı’ olarak nitelendirenlere cevap veriyor:
"Cadı avıysa, evet biz bu cadı avını yapacağız."
Özetle, döndük başa. İç düşman ve hain paranoyası hiç olmadığı bir şekilde geri döndü. Eskiden devleti yönetenler yaptıklarının “cadı avı” olduğunu kabul etmezlerdi. Ama şimdi adını koyarak iç düşman avına çıkıyoruz.
Ne diyelim, size hayırlı işler. Biraz da siz vatan evlatlarını perişan edin; biraz da siz kendi insanınıza zarar verdikçe ülkenizin yüceleceğini sanın. Ankcak şunu da bilin, kendi kardeşini, kendi komşusunu, kısacası kendi insanını düşman ilan ederek hiçbir devlet gelişmemiştir...