« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

02 May

2016

Dolmabahçe mugalatasında son perde

YAVUZ BAYDAR 01 Ocak 1970

İstediği kadar Meclis'te güvenoyu krizini atlatmış olsun, hem iç hem de dış kamuoyu önünde güvenini sıfırlamış bir hükümetle, bir iktidar partisi ile karşı karşıyayız.



Kendi taraftar kitlesi dışında kimse güvenmiyor AKP'ye.



'O kitle de az değil' diyeceksiniz.



'Meclis içinde çoğunluk' diye de ekleyeceksiniz.



O değil mesele.



Mesele, çaresizliğe sürüklenen bir iktidarın tepeden tırnağa silme yalancı kesilmesi. Yalana başvurmayan bir iktidar, muhalefetin sevgisini kazanmasa da, en azından onlarda 'fair play' duygusu yaratır, nefret yerine.



Ama belli ki, yalandan dolandan başka çareleri yok.



Bir yalanın sırları dökülmeye başladı mı, tek çareleri onu ya başka yalanlarla örtmeye çalışmak ya da gündemi değiştirici sansasyonel açıklamalarla durumu biraz daha idare etmek oluyor.



Gazeteci kovalama-tepeleme faslının şimdilerde yabancı meslektaşlara sirayet etmesinden tutun, TBMM Başkanı'nın durduk yerde (aslında dün Cumhurbaşkanı ile beraber katıldığı AYM kuruluş yıldönümü toplantısından hemen sonra) anayasada laiklik olmayıversin açıklamasına kadar her şey, bir 'perdeleme' hadisesinden ibaret.



Güvensizlik salgın gibidir, her yeri sarar.



***



Bir müddettir, AKP 'üst aklı'nın Barış Süreci'ni geçen yaz paldır küldür bitirmesi ardından ortaya çıkan gerçekleri örtbas etmek için de, 'Dolmabahçe'de mutabakat filan olmadı' tiyatrosu başladı.



Bunu önemsiyorlar. Çünkü bu en zayıf nokta.



Bir yandan, şimdi pek bir müttefik oldukları sert militarist kesimin, öbür yandan da Kürt Siyasal Hareketi'nin hışmına uğramaktalar. Zıt sebeplerden ötürü tabii ki.



Bunla başetmek, başa bela olacak o Dolmabahçe fotoğrafının izlerini de silmek lazım.



Bu, önce, Cumhurbaşkanı'nın - kulaklarda Türkeş'in bir zamanlarki meşhur ''Ne mozaiği ulan!''ının yankısını yapan - ''Ne mutabakatı ya!'' lafıyla başlamıştı.



Devamı da geliverdi.



Klasik yöntem devreye sokuldu:



İşi laf ve kavram kalabalığında boğmak.



'Kuş geçti' diye bağıra çağıra dikkatleri 'mutabakat' kelimesinin üzerine çekip, yalan ve dolanla herşeyi dejenere edip unutturmaya çalışarak...



Kuyuya atılan o taşı çıkarmanın önüne geçilmeye çalışılıyor şimdi.



Ortalık tamamen harap olmuşken.



***



Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu şöyle diyordu dün:



''O ülkeler bize müzakereleri yeniden başlatın önerisi vereceklerine PKK’nın silah bırakması garantisi verebiliyorlar mı, ona bakmak lazım. Biz bu siyasi riski çok aldık. Cumhurbaşkanı’mızın başlattığı süreci samimi bir şekilde işlettik. Ama karşımızdaki terör örgütü silah bırakmadığı zaman bunun bir anlamı yok ki. Efendim ‘karşılıklı ateşkes’ diyorlar. Ne demek karşılıklı ateşkes? Terör örgütü ile devleti bir mi tutacağız? ABD ile El Kaide arasında karşılıklı silah bırakın denebilir mi? Veya şimdi DAEŞ ile koalisyon karşılıklı silah bırakalım diyebilir mi?''



28 Şubat 2015'teki Dolmabahçe toplantısına katılanlardan, Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal da boş durmamış, dün seçme gazetelerin Ankara temsilcilerine anlatmış da anlatmış:



''Dolmabahçe’de, HDP deklarasyonunun amacı silahların bırakılmasıydı. Ancak deklarasyondan sonra bunun olmayacağı görüldü ve bu amacını kaybetti. Terör örgütü ve HDP tarafından siyasetin bu hamlesi anlamsızlaştırıldı. Bize veya Sayın Cumhurbaşkanımıza zaman zaman deklarasyonu yok sayma eleştirisi yapıyorlar. Bunu yok sayan Sayın Cumhurbaşkanımız değil, HDP ve terör örgütüdür. Dolmabahçe toplantısından 45 dakika sonra Selahattin Demirtaş’ın ve katılımcıların açıklamalarına bakın. Siyasi ve sosyal bir süreçte gerçekleşecek olan deklarasyon maddelerini, silahların bırakılmasının şartı haline getireceksiniz. Silah bırakmaya yanaşmadılar. HDP’yi kastederek söylüyorum, sürecin ruhuna ihanet noktasına getirdiler. Cumhurbaşkanımız da yüksek öngörüsüyle bunu gördü ve dedi ki, ‘Bu, samimi değil. Bu olup bitenler samimiyet içermiyor’.''



Her ikisi de 'silah bırakma' gibi bir noktaya maharetle kilitleme derdindeler, çok açık.


***



Tabii böyle iki taraflı bir konuda diğer tarafın anlattıkları da aynı derecede değerli ve önemli.



Gelin görün ki şimdilerde HDP'nin, hele lideri Demirtaş'ın yanına tek bir soru için dahi yanaşmak bile 'merkez' (!) medya için tu kaka olduğu için, bu laf ebelikleri sanki mutlak gerçekmiş gibi, tam bir manipülasyon denemesi olarak sırıtıp duruyor.



Onlar diğer tarafın anlatımından kamuoyunu mahrum ettikleri için biz yapalım.



Geçen Temmuz sonunda Selahattin Demirtaş, Radikal'den Ezgi Başaran'a Dolmabahçe sürecinin öncesi ve esnasını ayrıntılarıyla anlatmıştı.



Beraberce hatırlayalım o mülakatın önemli kısımlarını:



***



Dolmabahçe’de neyin mutabakatını yaptınız?



O mutabakat için buluşuldu, her şey hazırlandı çünkü aslında çekilmenin büyük bir kısmı tamamlanmıştı. Yoksa mümkün mü? Çok az bir PKK’li grup Türkiye içinde kalmıştı. Hükümet bunu çok iyi biliyor, çekilmenin büyük kısmı tamamlandığı için geri kalanları problem etmedi. Ve görüşmelere devam edildi. Hükümet o noktada çekilme yüzde yüz tamamlanıncaya kadar görüşmem demedi. İmralı’ya gidip gelindi.



Dolmabahçe mutabakatına giden günler ve haftalarda ne konuşuldu İmralı’da?



-Şöyle sözler verildi İmralı’da: Geniş heyetler, gazeteciler, başka siyasetçiler hatta Kandil’den temsilciler gelecek Öcalan ile görüşmeye.



Kim diyor bunu?



Öcalan ile görüşen devlet heyeti. Bu arada İmralı’da konuştuğumuz her şeyi biz Ankara’ya gelip teyit ettik hep. ‘Böyle konuşmuşsunuz, biz bunları tutanağa yazdık, bu tutanaklar Kandil’e de gidiyor, Kandil bu konuda uzlaşma sağladığınızı kabul edecek, teyit ediyor musunuz’ dedik. ‘Evet ediyoruz’ dediler. Hem bakanlık hem de devlet heyeti.



Cumhurbaşkanı Dolmabahçe mutabakatı toplantısının ardından ‘Doğru bulmuyorum’ demedi mi? ‘İzleme heyetine ne lüzum var’ demedi?



Buradaki sıralama da, o toplantının yapıldığı güne kadar yaşadığımız süreç de çok önemli. Kamuoyunun anlaması için detaylara girmem gerekecek.



Elbette, buyrun dinliyorum…



Ben Kanada’dayken, Şubat’ın başı, İmralı heyetimiz telefonla aradı ve Öcalan ile anlaşılan metni hazırladıklarını, hükümete sunacaklarını söyledi. Bana da gönderdiler, uygundur dedim. Sonra bu metin hükümete gitti, onlar incelediler. Ve ‘kabul edilemez’ diyerek kendileri bir metin önerdi. Fakat onların gönderdiği metinde sadece hükümetin istekleri ve beklentileri vardı. Ve İmralı’da konuşulan metin değildi.



Çok mu farklıydı?



Çok farklıydı. Bizim hazırladığımız metin müzakere için gereken başlıkları da içeriyordu, silahsızlanma çağrısını da. Onlarınkinde ise sadece silahsızlanma çağrısı vardı. Müzakere filan yok. Aynen şunu söyledim: ‘Biz de PKK’nin silah bırakmasını arzuluyoruz. Fakat bu yöntemle olmaz. PKK’yi yada Öcalan’ı kandırarak olmasın. Güvensizlik oluşturmayalım. Çünkü metne karşılık alamazsak, Kandil bu nereden çıktı, derse süreç tuzla buz olur.’ Bunun üstüne bizim heyetimizi hükümetin metnini iletmek üzere Kandil’e gönderdik. Siz bu metne olumlu cevap verecekseniz hemen açıklayalım dedik. Kandil de ‘Hayır İmralı’da konuşulan bu değil, tutanaklar bizde de var, böyle bir çağrı yapılırsa uymayız’ dedi. Heyetimiz tüm bunları hükümete iletti, ‘gelin herkesin kabul edebileceği bir metin hazırlayalım’ dedik. Bunun üstüne devletin heyetiyle bizim heyetimiz birlikte İmralı’ya gitti.



Bu iki farklı metin konusunu iletmek üzere mi?



Tabii ki. İki metni de gösterdik. Bunun üstüne Öcalan 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de açıklanan mutabakat metnini önerdi. Bunun üzerine hükümet yetkilileri Cumhurbaşkanı ile görüştü.



Bundan emin misiniz?



Tabii ki. Metin budur denildi ve Cumhurbaşkanı’nın onayı alındı. Açıklamanın Dolmabahçe’de yapılması kararlaştırıldı vesaire. Tüm bunlar açıklamayı 22 gün geciktirdi. Çünkü o metin krizi o kadar sürdü. Şimdi Cumhurbaşkanı ya da Başbakan diyor ki, ‘Öcalan silah bırak çağrısı yaptı ama HDP buna engel oldu.’ Bu süreci referans alarak söylüyorlar o lafı.



Bu kısmı biraz açar mısınız?



-Bizim onların metnini kabul etmememiz kısmını söylüyorlar. Halbuki o noktada aslında bizden Öcalan ve PKK’yi bir nevi aldatmamız istendi. Biz de, ‘Böyle yaparsak süreç çok yıpranır sil baştan başlamak gerekir’ dedik. Asıl AKP’yi öfkelendiren budur.



Tüm bunlara rağmen Dolmabahçe açıklaması yapıldı ama…



Her adımda, -oturma düzeni dahil- her adımda Cumhurbaşkanı’ndan onay alındı. Oturma krizindeki son noktayı da sayın Cumhurbaşkanı koydu. O kadar sürecin içindeydi yani. Zaten ardından Cumhurbaşkanı’nın ilk tepkisi şu oldu: ‘Uzun süredir beklediğimiz bir açıklamadır. Gecikmiştir ama sevindiricidir.’ Yani ilk açıklaması ‘Doğru bulmuyorum’ şeklinde değildi. Bu gözden kaçıyor hep. İlk açıklamada beğenmediği şey benim yaptığım açıklama idi yoksa mutabakatla ilgili bir sıkıntı ifade etmemişti henüz. Fotoğraf yanlıştır yahut mutabakat yanlıştır demedi.



Sonra ne oldu da doğru bulmadı?



Bu ilk açıklama ile ‘Doğru bulmuyorum’ açıklaması arasında geçen süre zarfında AKP’nin oylarının artmadığını hatta düşürdüğünü ama HDP’nin oylarının arttığını gördü. Anket şirketleri böyle bir bilgi vermiş.



Siz nereden biliyorsunuz?



-Biz içeriden, AKP’nin içinden öğrendik. Cumhurbaşkanı aynen şunu demiş ‘Bize hiç bir faydası yoksa bu işe niye girdik.’ Ve homurdanmalar başladı AKP içinde ama Cumhurbaşkanı merkezli. Dışa çok yansımıyor ama bizim heyetlerimiz birbiriyle görüşüyor. Mutabakat başlayacak ardından silah bırakma kongresi yapılacak, şeklindeydi anlaşma. Onların beklentisi ise Kandil hemen kongreyi toplayacak ve silahsızlanma açıklaması yapacak şekline dönüştü.



Aslında neydi?



İmralı’da büyük bir masa kurulacaktı. Bizim heyetimiz, devlet heyeti ve gözlemciler konuşup tartışacaktı, aynı gün Öcalan silah bırakın çağrısı yapacaktı. İmralı buna tamam demişti. ‘Siz gelin, masaya oturduğumuz gün ben bu çağrıyı yapacağım’ diye açıklamıştı. Anlaşma buydu. Ve Dolmabahçe mutabakatından hemen 1 hafta sonra olacaktı tüm bu iş. Biz İmralı’ya gitmek için, gözlemcilerin gitmesi için başvuruları yaptık fakat hükümet tarafından bize ‘Sorun var’ denmeye başladı. Ne sorunu var, kamuoyu önünde buluştuk, konuştuk, beklenti var. Ne oluyor? Sonra anladık ki Erdoğan demiş ki gözlemci heyet filan da olmaz. Halbuki isimler dahi netleşmişti. Zaten hemen sonrasında Cumhurbaşkanı sipariş bir soruya cevap olarak ‘Dolmabahçe mutabakatını doğru bulmuyorum’ dedi.



***



Bu da müzakerelerin öbür tarafının, yani HDP'nin anlattıkları.



İkisini peşpeşe okuyun, bilgilenin, ve daha derinlemesine anlayın.



Unutkan bir milletiz.



Hatırlardan asla çıkmasın.



***



Şu noktayla kapatacağım:



Müzakere dediğimiz şey, hele 'çatışma çözümü' dediğimiz şey, kirli şark pazarlıklarını, celep muhabbetlerini kaldırmaz.



Müzakerelerde iki poziyon vardı:



Erdoğan'ın başkanlık rejimine giden yolun açılması, Öcalan'ın 'koşullarının' düzeltilmesi (ev hapsi, yarı açık mahkumiyet vs).



Bu iki sabit pozisyon üzerinde de koşul denklemi şöyle kurulmuştu:



İktidar Meclis'ten bir dizi yasa ve reform adımı çıkaracak, genel af süreci işletilecek, bunlarla eşzamanlı olarak PKK silahlı birimlerini Türkiye'den çektikten sonra, barış süreci meşruiyet kazandığı noktada silah bırakacağını açıklayacaktı.



PKK'nın silahsızlanması, aynen IRA sürecince olduğu gibi, ülke içindeki 'zula'ların ve ülke dışındaki silahların teslimiyle en önemli adım atılmış olacaktı.



Aslında Ünal da, Ala da, Çavuşoğlu da, diğerleri de bunun böyle olması gerektiğini bal gibi biliyorlar.



Ama iş işten geçmiş.



Kuyuya taş atılmış.



Şimdi, 'silah bıraksınlar' mugalatasıyla, o zamanlar konuşulmuş olan koşulları unutturmaya çalışıyorlar.



Kimbilir, belki de, kurulmuş olan 'Türk-İslam' soslu, asker destekli Yeni Milliyetçi Cephe'ye güveniyorlar.



Türkiye bir hafıza mezarlığı olduğu için başarabilirler de.



Bize sadece gerçekleri hatırlatmak düşüyor.

Ziyaret -> Toplam : 125,32 M - Bugn : 77363

ulkucudunya@ulkucudunya.com