« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

02 May

2016

'Mağlup olacaktır bu yolda galip'

YAVUZ BAYDAR 01 Ocak 1970

'AKP yolun sonuna geldi' derken boşa konuşmuyoruz.



'O yol zaten baştan hayırlı yol değildi ki' diye işkembeden sallayan kesimin buram buram ahlaksızlık ve idraksızlık kokan, altı boş, bu tür önerileriyle pek bir alakası yok yukarıdaki tespitin.



Mesele 'sonuna gelinen yol'un neden 'yol' olmaktan çıktığı ile ilgili ise, bunu elbette ki 2011'den itibaren sapılan ve çok geniş bir kavis çizerek hem aşağı hem de geriye doğru giden bir 'yan yol tercihi' ile açıklayabilirsiniz.



Ya da, AKP'ye hâkim olan kibir yüklü bakışla bu 'yan yol'un aslında, tek bir kişinin inat ve ısrarla telkin ettiği 'dikta nizamına giden kestirme yol' olarak da tarif edebilirsiniz.



Hikâye izleyicisi olarak ne kadar dışardan, ne kadar kuşbakışı açıdan bakıyorsanız, o kadar erken görmeniz mümkündü bu tercihi. Nitekim bu poziyonda kalan herkes de er veya geç gördü bunu.



'Biz baştan biliyorduk' diye böbürlenen ahlâksız ve hareketsiz kesim, Muppet Show'daki iki balkon ihtiyarı gibi söylenebilir, ama dediğim gibi hiçbir anlamı yok.



Bu hikâyenin yaşanması gerekiyordu ki, cümle alem, mezhepçiliğin ve kör nefsin kuyruğuna takılıp giden, İhvancılığın uzun vadedeki iflasını gözüyle görerek anlasın. Evet, gelinen durum vahim, güç kavgası zirveye ulaşmak üzere, ama asla çok geç değil; çünkü AKP'nin sonunda körlemesine getirip bir duvara doğru yaslamaya çalıştığı bu hikâye, kendi içinde bir çatlamayı da büyütecek ister istemez.



Burası farklı bir İslam anlayışı, uygulaması ve hayat tarzının hâlâ geçerli olduğu, bir dinamik olarak etkisini sınırlı da olsa koruduğu bir topluma sahip. PEW kurumunun son araştırmasına göre, Türkiye'de insanların yüzde 36'sı, ülkede yasaların asla Kuran etkisinde olmaması gerektiğini savunuyor. Bu oran 2012'de sadece yüzde 27 imiş. Artış dikkat çekici. Bu haliyle bile, yani toplumun üçte birinin şeriat karşıtı blok oluşturduğu bir ülkede, bunu hiçe sayarak atılacak her adım, bir iç çatışma ve kopma hâlinin harcını karmaktan başka bir anlam taşımaz.



Bu açıdan bakınca, TBMM Başkanı Kahraman'ın tetiklediği laiklik tartışmasının, önceki diğer unsurlara eklenerek, AKP içinde 'bu yan yol, yol değil galiba' düşüncelerini hafiften pişirmeye başladığı, toplumun değişim arzusu içindeki her kesimini - liberaller, ılımlı solcular, demokratik sosyalistler, Cemaat ve Kürtler - sarsan 'kandırıldık' duygusunun artık AKP bünyesi içinde de filizlenmeye başladığını görüyoruz.



Sonuna kadar, çocuksu bir inada sarılarak, 'sosyolojiye bakın' diye kendilerini avutan bazı AKP sevdalısı 'demokrat' tipler gibi, partinin içinde doğrudan yer almış diğerleri de, gayet ağır çekim bir algıyla da olsa, kendilerine başka bir zemin aramaya başladılar bile.



Not etmekte yarar var: Bu, geri dönüşü mümkün görünmeyen bir kopuşun ilanıdır.



Giderek daha açık bir dil kullanılması da net işareti.



***



AKP'nin gazeteci kökenli eski milletvekili Mehmet Ocaktan'ın 'partinin etrafında müthiş savrulmalar ve fırtınalar yaşanıyor' tespiti ile başlayan son yazısı, bu açıdan dikkat çekici.



''Epey bir süredir AK Parti’nin çevresinde kaçak yerleşim bölgeleri oluşturan bir kesim, 14 yılda gerçekleştirilen devrimleri adeta inkar edercesine bir yıkım faaliyeti sürdürüyor'' diye yazıyor Ocaktan ve şüphe saçan, çarpıcı gözlemlerle devam ediyor:



''Ne ve kim adına yaptıklarını anlamak mümkün değil ama bu yıkım ekibinin durmaya hiç niyeti yok. Son derece milliyetçi, hatta yer yer şovenist bir dil kullanarak Türkiye’nin bütün siyasi ve ekonomik ittifaklarına saldırmayı ve dünyaya meydan okumayı milli bir vazife olarak görüyorlar.''



''Ne zaman “Dostlarımızın sayısını artıralım, düşmanlarımızı azaltalım” şeklinde bir ifade kullanmaya kalksanız, bu tayfa hemen “İşte bunlar müstemlekeci aydınlar, Türkiye’yi ve Tayyip Erdoğan’ı yıkmaya çalışan üst akılla birlikte hareket ediyorlar ve ihanet içindeler” mealinde sayıklamalarla saldırıya geçiyorlar.''



''Normalde bu sayıklamaların derin bir cehaletin ürünü olduğunu söyleyip geçebiliriz. Ama burada cehaletten öte başka bir marazi durum var. Özellikle de ‘medya trolcülüğü’nden ekmek kazanan bazı kalemler, arakladıkları yeni Türkiye şemsiyesinin altına gizlenerek AK Parti’yi dizayn etmek gibi pis bir fitnecilik mesleğini icra ediyorlar. İnsani ve ahlaki anlamda ar damarları çatlamış bulunan bu kifayetsiz muhterisler seviyesizlikte kelimenin tam anlamıyla dip yapmış durumdalar. Aslında bu fitnecilerin ne yazdıklarının, ne de söylediklerinin hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Ancak bu fitne üretimini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı korumak adına yaptıkları iddiasında olmaları gerçekten aklı ve vicdanıyla hareket eden herkesi isyan ettirecek bir durum.''



***



Bu sert sözlerin, Saray etrafına üşüşmüş olan, AKP kurucularıyla uzaktan yakından alakası olmayan, daha ötesi 'arka plan'larının karanlıklığı konusunda Ocaktan ve bazı başka 'iç seslerin' giderek daha gür sesle sorguladığı tipleri hedeflediği muhakkak.



Son dört yıldır Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tek başına sırtladığı 'Yeni Vesayet Türkiyesi' markalı 'sistem ve toplum mühendisliği'ni dahi manipüle eden bir 'arka plan mühendisliği'ni aslında tartışmaya açmış oluyor Ocaktan.



Haksız sayılmaz.



İktidardaki yozlaşma, daha doğrusu çürüme elbette çekirdekten dışa doğru metastaz yapar; siyasette böyledir, ama çürümeyi yayan, metastaza güç katan da elbette kapasitesi ihtiraslarının çok gerisinde kalan ve/veya karşıt güçlerin doğrudan hizmetine koşulmuş unsurlardır. Türkiye tarihi ve gerçekliği, bu iki destekçi blok konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmıyor.



Evet AKP vakt-i zamanında demokrasi işaretlerini utangaç da olsa çıkmış olan yoldan saptığı ölçüde, 'kestirme yol'a daldığı ölçüde kayboldu, pusulası kırıldı, kafile boşaldı ve yerlerine gelen yenileri, kargalar misali bataklık istikametini gösterdi.



2002'yi hemen izleyen yıllarda tek çıkar yol, iktidarın ayrıcalıklı bir seçkinler sınıfının tahakkümünden kurtarılması, merkezcil güç temerküzünün kırılması ve yereli kapsayacak şekilde, başta müzmin mağdurlar olmak üzere, tüm kimliklere birliktelik hissi aşılayacak şekilde, adil biçimde paylaştırılmasıydı.



2016'da gördüğümüz, iktidar tekelinin, genetiği değiştirilmeden bir başka sahiplik üzerinden, eski elitin unsurlarını da kapsayacak şekilde, demokratik talepleri hiçe sayarak devamlılığının sağlanmasıdır.



Ama bir problem var.



Balık gibi baştan çürümüş bir yapı, AKP markası altında, ülkeyi gerçekten yönetir durumda mı, değil mi?



Bu sorunun cevabı sanıldığı kadar kolay değil.



Cevabını yakaladığımız oranda, ülkenin geleceğini okuyabileceğiz.

Ziyaret -> Toplam : 125,32 M - Bugn : 80676

ulkucudunya@ulkucudunya.com