« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

09 May

2016

KELÂM - Sıffin Savaşı

İlyas Üzüm 01 Ocak 1970

Müslümanların Sıffîn’de karşı karşıya gelmesi, çok sayıda kişinin ölmesi, savaşın sonunda çözüm olarak öngörülen Hakem Vak‘ası’nın meseleyi daha da karışık hale getirmesi bazı kelâm tartışmalarının ortaya çıkmasına yol açmış, bu yönüyle olay ilk dönemlerden itibaren kelâm kaynaklarında yer almaya başlamıştır. Esas itibariyle siyasî karakter taşıyan Sıffîn Savaşı ve Hakem Vak‘ası iman-küfür sınırı, kader ve irade hürriyeti gibi önemli inanç konularının tartışılmasına, ayrıca Hâricîler adıyla bir fırkanın doğmasına yol açması bakımından kelâm ve itikadî mezhep âlimlerince incelenmiş ve farklı yorumlar yapılmıştır.

İlk dönemde bazı aşırı Şiî grupları, Sıffîn Savaşı’nda Hz. Ali’nin karşısında yer alan Muâviye ve ordusunun meşrû imama karşı geldiği için küfre düştüğünü, bu sebeple ebedî olarak cehennemde kalacağını iddia etmiştir. Ancak Şeyh Müfîd gibi sonraki bazı Şiî kelâmcıları bu hükman küfrün tek bir millet (inanç sistemi) sayılması ilkesiyle bağdaşmadığını, zira Muâviye ve bağlılarının iman esaslarını kabul edip İslâmî hükümleri yerine getirdiklerini, dolayısıyla bu kişilerin davranışlarının dini tamamen inkâr edenlerin küfürleri gibi olmadığını belirtmiş ve en azından cehennemde ebedî kalmayacaklarını söylemiştir (Evâ?ilü’l-makalât, s. 6-7).

Mu‘tezile âlimleri Sıffîn Savaşı’nda hangi tarafın haklı olduğu konusunda görüş birliğine varamamıştır. Amr b. Ubeyd ve Vâsıl b. Atâ gibi bir grup savaşa katılan iki taraftan birinin hak yolda bulunmakla birlikte bunu belirlemenin mümkün olmadığını söylemiş, çoğunluk ise Hz. Ali’nin haklı, karşı tarafın haksız sayıldığını, fakat bu durumun onların tekfir edilmesini gerektirmediğini belirtmiştir. Ebû Bekir el-Esam Muâviye’nin Ali’ye göre daha haklı bir konumda bulunduğunu ileri sürmüştür. Kerrâmiyye’ye göre bu iç savaşlarda esas itibariyle iki tarafın da haklılık payı vardır; bu sebeple iki kesim de asla küfür ve fısk ile itham edilemez. Ehl-i sünnet ise Sıffîn Savaşı’nda Hz. Ali ve ordusunun tamamen haklı, Muâviye ve taraftarlarının ise haksız (bâgi) olduğu kanaatindedir. Onlara göre Muâviye müslümanların meşrû halifesi Hz. Ali’ye karşı gelmiştir. Hz. Peygamber’in Sıffîn’de şehid edilen Ammâr b. Yâsir’e bâgi bir grup tarafından öldürüleceğini daha önce haber vermiş olması da (Müslim, “Fiten”, 70) bunu teyit etmektedir. Ancak Ehl-i sünnet Muâviye ve taraftarlarının tekfir edilmesini haklı görmez. Nitekim bizzat Hz. Ali de Sıffîn dönüşü Hâricîler’in Muâviye ve ordusunu tekfir etmesi üzerine yaptığı konuşmada Şamlılar’la fısk yahut küfür içinde bulundukları için değil onları cemaate döndürmek için savaştıklarını ifade etmiş, onlardan “müslüman kardeşlerimiz” diye bahsetmiş ve iki tarafın da kıblesinin bir olduğunu söylemiştir.

Savaşın, Hz. Ali’nin zaferiyle sonuçlanmasına yaklaşıldığı bir sırada Muâviye taraftarlarının mızraklarının ucuna mushaf takarak iki tarafı Allah’ın hükmüne uymaya çağırmasıyla başlayan ve Hakem Vak‘ası ile daha karmaşık bir hale gelen gelişmeler sonrasındaki olaylar Hâricîler diye anılan bir fırkanın doğmasına yol açmıştır. Bu fırka meselenin çözümünü hakemlere havale ettiği için Muâviye’yi, buna rıza gösterdiği için Ali’yi ve yanlış tutumları dolayısıyla her iki hakemi tekfir etmiştir. Ancak daha sonra bazı gruplara ayrılan mezhebin Ezârika kolu Hz. Ali’nin şirk konumunda bir küfür fiili işlediğini söylerken İbâzıyye bunu “imandan çıkma” anlamında küfür değil küfrân-ı ni‘met şeklinde değerlendirmiştir. Şîa mensupları Hakem Vak‘ası’nda Hz. Ali’nin tutumuyla ilgili olarak iki gruba ayrılmış, bir grubu onun takıyye gereği varılan karara rıza gösterdiğini, ölüm korkusu durumunda böyle davranmanın câiz olduğunu belirtmiş, diğer grup ise ister normal halde ister takıyye sebebiyle olsun Ali’nin tutumunun isabetli olduğunu beyan etmiştir. Sayıları çok az olan üçüncü bir grup ise Hz. Ali’nin tahkime gitmekle hatalı davrandığını, ancak bunun kendisini fıska götürmeyeceğini söylemiştir. Zeydiyye ile Mürcie’nin çoğunluğu Ali’nin meseleyi hakemlerin çözümüne bırakmasının yerinde olduğunu kabul etmiştir. Onlara göre Hz. Ali, tahkimi kabul etmemesi durumunda ordusunda kargaşa çıkabileceğinden endişe etmiştir; fakat hakemler meseleyi Allah’ın kitabı çerçevesinde çözmekle uğraşmamış, dolayısıyla hata işlemiştir. Ehl-i sünnet ise Hakem Vak‘ası’nda Ali’nin haklı olduğunu, ancak her iki hakemin de tutumlarının isabetli görünmediğini, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’nin Hz. Ali’nin zamanın efdali olduğunu bildiği halde onu hilâfetten azletmekle suç işlediğini, Amr b. Âs’ın ise bu suça ilâveten Muâviye’yi hilâfete getirmek gibi ikinci bir hataya düştüğünü belirtmiştir.

Şîa ve Hâricîler, gerek Sıffîn Savaşı gerek Hakem Vak‘ası ile ilgili gelişmeleri katı bir tutumla değerlendirirken Mu‘tezile kısmen bundan uzak kalmış, Ehl-i sünnet ise daha geniş perspektifli değerlendirmeler yapmıştır. Olayların sebep ve seyriyle ilgili tartışmalar ne olursa olsun her iki tarafa ait birliklerin müslüman olduğunda şüphe yoktur. Hz. Ali’nin meşrû halife olarak Muâviye’den biat istemesi tabiidir. Muâviye’nin Osman’ın katillerinin bulunması talebiyle bundan kaçınması isabetli değilse de bu davranış itikadî değil siyasî bir tutumdur. Dolayısıyla bu tavır ne onun ne de bağlılarının küfre düştüğünü gösterir. Nitekim Kur’an’da, müminlerden iki grubun birbirine karşı silâha sarılması durumunda âsi olan tarafa karşı faaliyete geçilmesi emredilirken (el-Hucurât 49/9) iki taraf da “müminler” diye nitelendirilmiştir. Ayrıca Hz. Ali Hakem Vak‘ası öncesi ve sonrasındaki gelişmelerde de haklı görünmektedir; zira Ali Kur’an sayfalarının mızrakların ucuna takılmasının bir savaş taktiği olduğunu söylemiş, ancak askerleri onu dinlemeyince tahkime rıza göstermek mecburiyetinde kalmıştır. Hemen hemen bütün Sünnî kelâm kitaplarında sadece Sıffîn ve Hakem Vak‘ası’nda değil Cemel Vak‘ası ve Hâricîler’le yapılan savaşta da Hz. Ali’nin haklı olduğu kaydedilmektedir. Onun hilâfeti döneminde ortaya çıkan anlaşmazlıkları sıralayan Şehristânî bütün ihtilâflarda Ali’nin hakla, hakkın Ali ile beraber olduğunu belirtmiştir (el-Milel ve’n-nihal, I, 17). Bunun yanında Sünnî âlimleri bu iç karışıklıkların sık sık dile getirilmesini isabetli bulmamış ve, “Kılıçlarımızın karışmadığı olaylara dillerimizi de karıştırmayalım” demişlerdir. Öte yandan bazı âlimler, İslâm’ın ilk döneminde vuku bulan söz konusu olayların üzücü sonuçlara yol açmakla beraber bazı faydalı fikrî hareketlere de vesile olduğunu söylemiştir. Nitekim bu suretle iman, küfür, fısk ve şirk gibi kavramlar tanımlanmış, büyük günahlar ve bunları işleyenlerin durumu, kazâ-kader, irade ve sorumluluk gibi konular üzerinde yararlı tartışmalar yapılmıştır.

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 46342

ulkucudunya@ulkucudunya.com