İstifa görünüşlü azledilme
Hilmi Yavuz 01 Ocak 1970
Namık Kemal ‘Vatan Kasidesi’nde “Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk ü selâmetten/Çekildik izzet ü ikbâl ile bâb-ı hükûmetten” der. Ahmet Davutoğlu da bâb-ı hükûmetten çekildi ama bu çekiliş ‘izzet ü ikbâl ile’ olmadı, maalesef…
Nasıl olsundu ki? Bu çekilişin bir nevi azîl olduğunu herkes biliyor. Azîl, evet zira cumhurbaşkanının başbakanından uzun bir süreden beri memnun olmadığı, hatta ‘Ahmet Hoca, seninle olmuyor!’ dediği, cümlenin malûmu idi. Cumhurbaşkanı ‘başkanlık sistemi’nden yana olduğunu, en küçük bir tereddüde mahâl bırakmayacak bir şekilde ifade ederken, Davutoğlu ‘parlamenter sistem’den yana olduğunu belirtiyor. Davutoğlu ‘çözüm süreci’nin yeniden başlayabileceğini açıklarken, cumhurbaşkanı ‘böyle bir şey yok!’ diyor. Cumhurbaşkanı, 1128 akademisyeni en galiz kelimelerle yerden yere vururken Davutoğlu onlara sahip çıkarmış gibi yapıyor. Davutoğlu, haklarında yolsuzluk iddiası bulunan dört bakanın Yüce Divan’a giderek yargılanıp aklanmaları gerektiğini savunurken cumhurbaşkanın buna karşı olduğu söyleniyor. Son olarak da, genel başkan Davutoğlu’ndan gözünün içine baka baka, alenen yetki gasbı!
Davutoğlu’ndan beklenen, AKP genel başkanı olarak ilçe yönetim kurullarını görevden alma ve yerlerine yenilerini atamaya ilişkin yetkileri elinden alındıktan sonra hiç durmaksızın istifa etmesiydi. Davutoğlu’nun, düpedüz bir istiskal, bir aşağılama hatta belki de yüzüne karşı fütursuzca yapılmış ağır bir hakaretten başka anlamı olmayan bu olay üzerine istifa etmesi gerekirdi. ‘İzzet ü ikbal ile’ Bâb-ı Hükûmetten çekilmesi ancak böyle olabilirdi… Olmadı!
Aslında Cumhurbaşkanı belki de Davutoğlu’nu istifaya zorlamadan önce, onun kendi iradesiyle istifa edebileceğini düşünmüş olmalıdır. Ama Davutoğlu istifayı değil, istifa gibi görünen, ama düpedüz azledilme anlamına gelen zoraki istifa şıkkını tercih etmiş görünüyor. ‘Kurmay’ları mı onu yanılttı, yoksa Davutoğlu mu bu yolu tercih etti, bilemiyoruz elbet…
Cumhurbaşkanının, hukuken değilse bile fiilen başkanlık sistemini yürürlüğe koyduğu andan itibaren ‘güçlü başbakan’ sözünün hiçbir karşılığı olmayan bir slogandan ibaret olduğunun bilinmesi gerekiyordu ve Davutoğlu’nun ferasetinden ancak bu beklenirdi! Başkanlık sisteminde, başbakanın ‘güçlü’ olmak şöyle dursun, ‘güçlü başkan’ın karşısında i’rabda yerinin olmayacağını herkesten önce Davutoğlu’nun bilmesi gerekmez miydi? Bu böyle iken, cumhurbaşkanına karşı tavır koymak ne ile izah edilebilirdi? Davutoğlu, Cumhurbaşkanı ‘Erdoğan’ın başbakanı’ olmayı kabul etmekle ‘güçlü’ bir başbakanlığın asla ve kat’a mümkün olamayacağını bilmiyor muydu? Ya da kendisi, Erdoğan’ın ‘güçlü bir başkan’ gibi değil de, onun Anayasa değişmeden parlamenter sistemin cumhurbaşkanı gibi davranacağını mı düşünmüştü? Ne safdillik!
Her ne ise, AKP olağanüstü kongresi toplanacak ve tek adayla genel başkan seçimine gidilecek. Genel başkan adayını ve elbette MKYK’yı kim belirleyecek dersiniz? Erdoğan, kendisinin de sık sık imâ ettiği gibi fiilen bir partili başkan gibi davranacağı için olağanüstü kongrenin seçim sonuçları onun belirlediği isim ve isimlerden ‘milim farklı’ olmayacaktır [Cumhurbaşkanı ile aralarında ‘milim görüş farkı’ olmadığını söyleyen Davutoğlu’nun kulakları çınlasın!]
Ama hangi kayıt ve koşulda olsun başkanlık sistemi, Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil hocamızın deyişiyle, bir ‘Şef hükûmeti’ sistemi’dir. Başgil, ABD’deki başkanlık uygulamasına ilişkin olarak şunları yazıyor: ‘[Başkan] bütün halk tarafından intihap edilen [seçilen] bir şahsiyettir. Bütün halk tarafından intihap edilme, devletin diğer organları karşısında ona çok üstün bir vaziyet temin etmektedir.’
Başgil, bu sistemde hükûmetin bir ‘heyet teşkil etme[diğini]’, tam tersine başkanın ‘katibi’ olan kimselerden oluştuğunu hatırlatıyor: ABD’de hükûmet üyelerine,’minister’ ya da ‘bakan’ değil, ‘secretary’ [sekreter; katip] denildiğini unutmadan… Evet, kâtip! Bakanlar Kurulu yerine, başkanın buyruklarını harfiyyen yerine getirmekle yükümlü bir kâtipler kadrosu! Bu durumda da, şayet başbakanlı bir başkanlık sistemi olacaksa, Başbakan da, herhalde ‘başkâtip’ olacak!
Davutoğlu’nun azli, bana İsmet İnönü’nün 1937 yılında başvekillikten istifasını çağrıştırdı. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün, aralarında ‘milimden çok öte’ görüş farkı olan Başvekil İsmet Paşa’yı Ankara’dan İstanbul’a trenle gelirken istifaya davet edişi gibi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da aralarından ‘milim görüş farkı’ bulunmayan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu ‘Saray’da istifaya davet etmiş oluyor…
Bu çağrışım ne mânâya geliyor acaba?