Kara bir gün
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Cuma günü, gazetecilik mesleği iki cepheden saldırıya uğradı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, Can Dündar ve Erdem Gül hakkında mahkûmiyet kararı verdi. Ayrıca, Dündar, bir suikast teşebbüsüyle karşı karşıya kaldı.
Mahkemede Gül ile Dündar, “darbe” ve “casusluk” iddialarından beraat ederken, “terör örgütü üyeliği” ve “örgüte yardım” suçlarından dosyaları ayrıldı. ‘Devletin gizli kalması gereken bilgilerini yayınlamak'tan ise, 5'er yıl cezaya çarptırıldılar.
Bu karardan birkaç sonuç çıkarmak mümkün:
1) Tayyip Erdoğan meydanlarda 2 gazeteciyi “casus” diye damgalamıştı. En azından onlara bir özür borçlu.
2) Mahkeme, MİT'in silâh kaçakçılığı yaptığını kabul etti. MİT Kanunu'na göre, istihbarat teşkilâtının yurt dışına silâh sevk etmek gibi bir görevi mevcut değil. Türkiye normale döndüğünde, bunun, Hakan Fidan ve Tayyip Erdoğan aleyhine bir suç delili oluşturacağı açık.
3) Her muhalif fikre ya da eyleme Tayyip Erdoğan'ın “darbe” demesinin saçmalığı son yargı kararıyla da tescillendi.
4) Gül ve Dündar'ın terör örgütüyle ilişkilerine dair iddialar ayrı bir dosya olarak tefrik edilirken, mahkemenin “FETÖ terör örgütünün varlığına veya silâhlı olduğuna ilişkin hiçbir yargı kararı yoktur” demesi de çok önemli. Bugüne kadar yüzlerce kişi FETÖ üyeliğinden cezaevine atıldı.
Diyebilirsiniz ki, “Yakında bu istikamette bir yargı kararı çıkabilir.” Hiç sanmıyorum… Yavaş yavaş konjonktür değişiyor. Mahkemelerin de bu değişime ayak uydurarak daha adil kararlar vereceğini tahmin ediyorum.
***
Bu madalyonun bir yüzü. Cuma günü, yaşanan bir başka olay da Can Dündar'ın uğradığı silahlı saldırıydı. Herkes, başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, onu hedef haline getiren kişilerin sözlerini hatırladı.
Tayyip Erdoğan: “O kişi bunun bedelini ağır ödeyecek; öyle bırakmam onu.”
Cem Küçük: “MİT TIR'ları olayı ABD'de yaşansaydı, CIA o muhabirleri öldürürdü.”
Sedat Peker: “Vatan hainliğinden yargılanan birisin. İlk iş idamın geri getirilmesi, ikincisi sizlerin asılması olacaktır.”
Abdurrahman Dilipak: “Sesinizi kısın ve ortalıkta fazla gözükmeyin. Vatandaş, hâkimler kadar anlayışlı davranmayabilir.”
Yeni Akit Gazetesi Yazıişleri Müdürü Ali Karahasanoğlu: “Rus dölleri bile yapmadı Can Dündar'ın yaptığını.”
Cemil Barlas: “Vatana ihanet hiç bu kadar sıradanlaşmamıştı. O TIR'ları durduranların yanına tıkılmalı bunlar. Gazeteci kisvesi kurtarmaz.”
***
Cuma günü yaşananlar, nefret söylemini adet haline getiren ve kitleleri de buna göre şekillendiren Tayyip Erdoğan'ın eseridir. O menfur olaydan sonra bakın, AK Parti Çorum İl Gençlik Kolları Tanıtım Medya Başkanı Taha Keleş nasıl bir tweet attı: “Can Dündar film mi çekmiş! Ama bu kısa versiyon olmamış; yenisini istiyoruz. Bu kez kafasına sıksınlar. O zaman izleyeni çok olur.”
Herkese eşit mesafede durması, bütün milleti kucaklaması gereken bir Cumhurbaşkanı, bunun tam tersini yapınca, adamları da onun izinden gidiyor.
Rüzgâr eken, fırtına biçiyor.
Yalnız vizeyi değil, AB'yi de sildi
Türkiye'nin ne kadar güvenilmez bir ülke haline düşürüldüğünün bilmem farkında mısınız? Şirket yöneticisi değiştirilir gibi, Başbakan değiştirildi. Büyük patron, onun, aylardır büyük bir gayretle üzerinde durduğu meseleyi de birkaç cümlesiyle çöp sepetine attı. Vize olayından söz ediyorum…
Avrupa Birliği Komisyonu, vizesiz Avrupa için bir tavsiye kararı aldı. Bu konu, Avrupa Parlamentosu'nda görüşülecekti. Ama Türkiye'nin 72 şarttan geri kalan 5 şartı daha yerine getirmesi gerekiyordu:
1) Suçluların iadesi konusunda hukuki işbirliği. 2) Avrupa Birliği polis teşkilâtı Europol ile işbirliği. 3) Kişisel verilerin korunması için yasa, 4) Yolsuzlukla mücadelede Ulusal Strateji Planı uygulanması. 5) Terörizm suçunun, AB normlarına göre daraltılması.
Ahmet Davutoğlu, muhtemelen Türkiye'deki hukuksuzluğun farkında olduğu için, yeniden AB çıtasına tutunmak istiyordu. Vize muafiyeti bir başarıydı ama, bunun yanı sıra, Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından da yeni bir fırsat yaratacaktı. Özellikle Kıbrıs ihtilâfı sona erdiği takdirde, Rumların çekincelerini kaldırmalarıyla, özgürlük ve adalet başlıkları da müzakereye açılabilecekti.
Türkiye'yi, AB ile yakınlaştıracak bu adımlar, vatandaşları sustalı maymuna çevirmeye çalışan bir zihniyetle bağdaşır mı hiç? İşte, Davutoğlu gider gitmez, Avrupa Birliği ile ipler hemen koparıldı. Erdoğan, “Türkiye dört bir yanından terör örgütlerinin ve onlara destek olan güçlerin dolaylı saldırısı altındayken, şu anda Avrupa Birliği, vize için Terörle Mücadele Yasası'nı değiştireceksiniz diyor. Kusura bakmayın… Hadi bakalım, biz yolumuza gidiyoruz, sen de yoluna git. Kiminle anlaşabiliyorsan, onlarla da anlaş” dedi.
Avrupa Birliği'nin, “Terör yasası değiştirilsin” derken, teröristlerin yargılanmamasını istediği elbette söylenemez. Ama Türkiye'de, “terör örgütü üyesi olmamakla birlikte, terörün amacına hizmet edildiğini” belirten muğlak tanımlar mevcut. Meselâ Can Dündar ve Erdem Gül'e yöneltilen iddialardan biri de buydu.
Ayrıca, Cadı avı ikliminde, eli silâh tutmamış insanlara, hemen “terörist” damgası vuruluyor; bunlara basın mensupları ya da akademisyenler de dahil. “Çocuklar ölmesin” diyen Ayşe öğretmenin hakkında terör soruşturması başlatıldı. Ona destek veren akademisyenler cezaevine tıkıldı. Yargı, bildiriyi imzalayan herkesin peşinde.
Avrupa Birliği, “terör tanımının sınırları daraltılsın” derken, bu keyfiliği sona erdirmek istiyor. Ama bu talep, tabii ki Tayyip Erdoğan'ın işine gelmiyor. Ayrıca, yolsuzlukla mücadelede Ulusal Stratejik Plan'ın uygulanması da sorun yaratıyor. Davutoğlu'nun “Şeffaflık yasası çıkarılsın” sözlerine tepki gösteren Erdoğan'ın, böyle bir planın uygulamaya geçmesini hoş karşılamayacağı ortada.
Türkiye tehlikeli sularda yüzüyor. Davutoğlu'nun dengeyi kurabilmek için sarf ettiği ufak tefek çabalar da şimdi bertaraf edildiğine göre, düşük profilli Başbakan'la nerelere sürükleneceğimizi varın hesap edin.
Bayrak hep Erdoğan'da
Recep Tayyip Erdoğan, Davutoğlu'nun görevi bırakmasını yorumlarken, “Başbakanlık bayrağını Sayın Gül'den devralmıştım. Sonra bayrağı Sayın Davutoğlu'na devrettik” dedi ve bu bayrağın şimdi bir başkasına geçmesinin normal olduğunu göstermeye çalıştı. Oysa sorun, bayrağın devredilmesi değil, aksine, kendisinin bayrağı devretmemekte direnmesi.
Büyük bir oyun kurduğunuzu ve şah-mat ile sonuca ulaşabileceğinizi sanıyorsunuz. Bir gün, insanların sabrını çok fazla zorladığınızı ve yığınakta yapılan hatalar yüzünden beklenmedik sonuçların ortaya çıktığını göreceksiniz. Ziya Paşa'nın dediği gibi, “Bu terazi, bu kadar sıkleti çekmez.”