« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

09 May

2016

‘‘Çevreye rahatsızlık veren’’ gazeteciler itinayla cezalandırılır

ERGUN BABAHAN 01 Ocak 1970

Klavye başına oturan her gazeteci ya vurulma ya da yaptığı haber, yazdığı yazı yüzünden vurulma veya tutuklanma endişesi yaşıyor bu ülkede. Yargı kuşatma altında, vicdanlar suskun. Avrupa Birliği standartları, bağımsız ve tarafsız yargı diye çıktığımız yolda daha da geriye düştük. 1980’lerin yargı sistemini geride bırakalım derken, 1930’larınkine benzer bir sistemin içinde bulduk kendimizi.

Gazeteciden, haberden korkan ülkelere bakarsınız, hemen tamamında yolsuzluğa bulaşmış yönetim ve yöneticiler, askıya alınmış bir demokrasi ve emir-komuta sistemi içinde çalışan bir yargı sistemi görürsünüz.

Erdoğan’ın bugün Avrupa Birliği’ne çektiği ‘‘Siz yolunuza, biz yolumuza’’ restinin kaçınılmaz bir sonucudur Can Dündar ve Erdem Gül hakkında verilen mahkumiyet kararı. Tuncer Kılınç’ın ‘‘Niye hep Batı’ya bakıyoruz? Biraz da Doğu’ya dönelim’’ önermesinin hayata geçirilmesidir. Erdoğan’ın hayalindeki başkanlık sisteminin Batı’nın şu anda iyice zayıflamış, ayaklar altına alınmış değerleri ile uyum sağlaması mümkün değildir çünkü.

Devletin Kürtleri siyasi oyun dışında bırakma çabasının, Erdoğan’ın kişisel hırslarıyla birleşmesi sonucu, tarihinde eşi az görülmüş bir cendereye sokulmak isteniliyor.

Can Dündar ve Erdem Gül davası aslında sadece MİT Tırları haberleriyle ilgili değildir. Can Dündar’ın yaptığı yolsuzluk haberleri, dizileri ve röportajları ile ilgilidir. Tipik bir ‘‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun!’’ davasıdır. Biliyormuş gibi davranmayan gazeteciye yargı eliyle had bildirme davasıdır.

Kararın açıklanmasından kısa bir süre önce, adliye kapısında girişilen silahlı saldırı ile Can Dündar’ın nasıl bir şeytanlaştırma muamelesine maruz kaldığının ürkütücü, dehşete düşürücü bir örneğidir.

Can Dündar, bu kararı duyma imkanını bir şans eseri elde etmiştir. Şu anda Can için başka şekilde üzüntü duyuyor olabilirdik.

Evet, mahkeme Can ve Erdem için bir hüküm vermiştir. Bugünün Türkiyesi’nde bu yargı sisteminin verdiği hüküm önemli değildir. Aslolan, tarihin Can ve Erdem ile onu mahkum ettirenler için vereceği hüküm olacaktır.

Aralarında çok sayıda gazetecinin de bulunduğu 2 binden fazla insan ‘‘Cumhurbaşkanı’na hakaret’’ diye yeni yaratılan bir katalog suçunun hedefi olmuşken, sırf gazeteciliklerinden dolayı iki arkadaşımızın mahkum edilmesi, kalemini satanlar ile onu gerçeği ortaya çıkarmak için mücadele edenler arasındaki farkı bir kez daha ortaya koymuştur.

Kurucusu Sedat Simavi’nin çalışanlarına ‘‘Kalemini kır ama satma’’ tavsiyesinde bulunduğu Hürriyet’in bugün içinde bulunduğu durum ortada. Orada yazan çoğu kişinin kalemini çok değerli bulduğu ve kırmaya kıyamadığı aşikar. Havuz medyasına gazete veya televizyon deme imkanı yok.

Geriye kala kala, bir avuç gazete ile merdiven altında yayın yapmaya çalışan televizyon kanalı kalıyor ama onlara bile tahammülleri yok. Sadece kendi gerçekleri duymak ve okumak isteyen, halkın gerçekleri öğrenmesinden korkup rahatsız olanlar, saldırılarını buralara yoğunlaştırmış durumda.

Can Dündar ve Erdem Gül, ‘‘çevreye rahatsızlık verdiği’’ için cezalandırıldı. Oysa, gazetecinin işi ve işlevi de tam budur. Başta iktidar olmak üzere toplumun ileri gelen kesimlerini rahatsız etmek.

Son dönemde, Batı ülkeleri de dahil olmak üzere gazeteciliğin gerçeği ortaya çıkarmak, yanlışların üzerine gitmekten çok bir halkla ilişkiler mesleğine döndüğü, sadece siyasilerin değil, PR şirketleri üzerinden büyük şirket tanıtımı işine döndüğü bir gerçek.

Yine de mesleğini hakkıyla yapman, yapmaya çalışan çok sayıda kurum ve gazeteci var. Savaş alanlarından kiliselerin karanlık odalarına kadar her alanı didikleyen bu insanlar bu mesleğin onuru olmakla kalmıyor, gelecek kuşaklar için de bir örnek teşkil ediyor.

Türkiye’de bu meslek, ana akım medya itibarıyla, hep güçlünün emrinde oldu. Bu tartışılmaz bir gerçek. Emir-komuta gazeteciliği zincirinde yapılan haber ve yorumlar sayesinde medya patronları kamu şirketlerini üç-beş kuruşa kapatma imkanı elde etti. Tabakta kalan artıklar medya yöneticileri ile ‘tetikçi’ gazeteciler arasında paylaştırıldı.

Kurala karşı çıkan ya köyden kovuldu ya da öldürüldü. Dün akşam üzeri saatlerinde Can Dündar kurşunların hedefi olabilirdi. Çok şükür olmadı.

Sonuç itibariyle Can ve Erdem bir gerçeği yazdı. İnsani yardım malzeme taşıyan Tırlar yurtdışına silah taşıyordu. Tırların MİT’e ait olduğu söylendi ama MİT’in yasasında böyle bir görev tanımı yoktu.

Yalanı yalanla örtme çabası başladı suçüstünden sonra. Herkes bir alıcı söyledi ama bilen biliyordu. Bu silahlar, Suriye’yi cehenneme dönüştüren IŞİD veya benzeri örgütlere gidiyordu. Suriye’de öldürülen 300 bin kişiden bu kararı alan ve uygulayanların sorumluluğu vardı. Mahkemenin verdiği karar bu gerçeği değiştirmeyecek.

Kamuya mal olmuş bir konunun devlet sırrı sayılmasının tuhaflığından, Cumhurbaşkanı’nın müdahilliğine uzanan garip bir dava sürecine tanıklık ettik. Görünen o ki, bu son olmayacak.

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 51680

ulkucudunya@ulkucudunya.com