Başbakan Davutoğlu olayı
İhsan Yılmaz 01 Ocak 1970
Diplomasını almamın nasip olmadığı mastırımın tez danışmanı idi Ahmet Davutoğlu. Zekâsı, bilgisi ve ilgisi ile çok iyi bir hoca idi. Malezya’da olduğu halde, tezimi takip etmişti.
Lisanstan direkt doktoraya başlamak amacı ile Britanya’ya gitmek üzere kendisinden referans istemiştim. “Eğer, Oxford, Cambridge, LSE, SOAS” dışında bir yere gideceksen beni boşuna yorma” demişti. LSE konuma uygun hoca bulamamıştı ama SOAS’a kabul almıştım. Doktoramı bitirip, Oxford’dan iş teklifi aldığımda, beni sorup soruşturdukları kişilerden birisinin de o olduğunu daha sonra öğrenmiştim. Hoca-öğrenci hukukumuz bakidir; kendisine borçluyum.
Ancak, daha sonra başka hukuklar araya girdi, alacak-verecek işleri karıştı. Today’s Zaman köşemde, dışişleri politikalarını 9 övüp, bir de nazikçe eleştirdiğimde, bana çok öfkelendiğini farklı kaynaklardan duyduğum hoca gözümde irtifa kaybetmişti. Hoca dediğin olgun olurdu, eleştiriye karşı çıkmak ne demek, teşvik ederdi. 17-25 Aralık krizi sonrasında hoca iyice kötüleşti. Ve Erdoğan’la beraber her türlü iftirayı Hizmet Hareketi’ne püskürttü.
Daha sonra, Abdullah Gül’ün istediği ve de hak ettiği koltuğa, sırf Erdoğan’a daha iyi kukla olur diye tepeden inme oturtulmayı içine sindirdi. Bu haliyle, ilmin namusu denen şey her neyse, ona çok büyük zarar verdi. Belki de, Erdoğan’dan iktidarı devralmanın tek yolunun, onun dediklerinin %95’ini yapmak olduğunu düşünmüştü. Belki de Erdoğan’dan kurtulunca, adil bir filozof yönetici olurum diye hayal etmişti. Sadece, Allah bilir. Ancak yapışıp, her türlü istiskale rağmen elinden bırakmadığı başbakanlık mührünü, Erdoğan pek çok zulüm için bol bol kullandı. Hoca’nın bunların hiçbirisine bırakın fiili, Arınç kadar olsun yarım ağızla bile bir itirazını duymadık. Çoğuna da bizzat onay ve destek verdi zaten.
Neler miydi o zulümler? Erdoğan’la beraber, hayatında en ufak falso olmayan Fethullah Gülen’e “sahte peygamber”le başlayan, “çete lideri” ile biten her türlü aşağılık hakareti defalarca ettiler. Sadece Türkiye’nin değil belki de Müslüman dünyasının yüzakı, rol modeli, kahramanı, geleceğin film senaryolarının ilham kaynağı, sıfır hata, sıfır yolsuzluk ve sıfır haram ile milyar dolarlara namuslu bir şekilde hükmetmiş Akın İpek’e yapmadıkları vahşi zulmü bırakmadılar. Evrensel hukuku binlerce kez ayaklar altına aldılar. Canlı yayında TV kanalı çaldılar. Sadece gazetecilik yaptıkları için Mehmet Baransu’yu, Gültekin Avcı’yı, Hidayet Karaca’yı, Erdem Gül’ü, Can Dündar’ı, DİHA muhabirlerini zalimce zindanlara attılar. Hırsızları yakalamaktan başka “kabahatleri” olmayan polisleri, savcıları, hakimleri intikam hırsı ile hücrelere tıktılar.
Kermes düzenledikleri, burs verdikleri, fakir öğrencilere sahip çıktıkları için nur yüzlü hamile kadınları, 80’lik mübarek ihtiyarları, tertemiz kişileri hapislerde çürütmeye başladılar. Namus, şeref, haysiyet, hukuk, fedakârlık, hayırseverlik abidesi Boydakları, Hazım Seslileri, Dumankayaları ve onlar gibi nicelerini zincirlere vurdular. Bugüne kadar hayırlı ve iyi insandan başkasını yetiştirmemiş eğitim yuvalarına hukuksuzca el koydular. Binlerce gazeteciyi işsiz bıraktılar. Emirlerindeki medyaları ve trolleri ile her gün binlerce defa dinimize, imanımıza, sevdiklerimize, annelerimize, eşlerimize, kızlarımıza sinli-kaflı küfrettirdiler. Tüm şikâyetlerimize rağmen, bir kez olsun, göstermelik, yarım ağızla bile bu korkunç fenalıkları eleştirmediler.
Tüm bu olup bitenler, hocanın yetkisi ile, mührü ile, onayı ile yapıldı. Hiçbirinden rahatsız olduğunu ne duyduk ne de işittik. Hiçbir meşru mazereti olamaz. Erdoğan, kullanılmış peçete gibi kenara fırlatmasa idi, hoca bu zulümleri yapmaya devam edecekti. Nereden, nereye! Ve koltuk uğruna ne hazin bir hal!