Mezahibi Erbaa
AKİF COŞKUN 01 Ocak 1970
Bu yılki İslam Konferansı'na katılan ülke temsilcileri, zihinlerinden silinmeyecek garipliklerle ülkelerine döndüler. Aidatları hatırlatan bir devlet başkanı portresi ile herhalde ilk kez karşılaşmış olmalılar.
“Hilafet, halife, humus...” gibi İslamimali düşünceye ait kavramların ne derece harcı alem bir enflasyona maruz kaldığını duysalardı, yaşları epey ilerlemiş katılımcılardan bir çoğunun kan şekeri düşer ya da tansiyonları tavan yapardı. Neyse ki, onlar memleketlerine döndü, şimdi ülkelerinin derin günlük meseleleri ile meşguller.
Umut bu ya, misafir oldukları ülke insanlarının, idarecileri açısından ne denli sathi bir dini literatürle meşgul edildiklerini biraz olsun anlamışlardır; hilafet gibi idari bir vazife, çarşı ve sokak başını tutmuş değnekçilik, dayıbaşılık ile karışmış durumda. Borçlu listesini onlarca ülke mensubu önünde serrişte etmek, değme İstanbul esnafını kıskandıracak kalitedeydi doğrusu.
İslam Konferansı'ndan sonra ülkemiz idarecilerinin İslami yoğunluğu yüksek mesajlara ağırlık vermelerinin mutlaka haklı sebebleri vardır; malum hikmeti hükümet gizemi. Hanelerinde kıyamet koparken, dünyaya, özellikle İslami Coğrafyaya verilen iyi niyet mesajları, birliktelik reçeteleri ve gelecek ümitleri pek hayra alamet değil. Suriyeli sığınmacılar için gösterilen performans (!) bir Nobel adaylığı getirmedi, İslami Coğrafya'da kanat çırpan, barış güvercini tavırları getirir mi? Hiç zannetmiyoruz; ölüsüyle, dirisiyle Ortadoğu liderlerinin dahil olduğu 'en'ler' listesi, Nobel'in adaylar kategorisinde yer almıyor.
Konferans sonrası durumdan vazife çıkarılmış olmalı ki, ilerleyen günlerde İslam dünyasının kronik problemlerine afaki ve ütopik çözüm önerileri medyada daha fazla yer tutmaya başladı. “Laz'mıyız, Türk'müyüz?” sorusuna “Müslüman de geç!” cevabı, kimden gelirse gelsin çocukluk hatıralarının basitliğinde kaldı; etnik aidiyet, milliyet ve din'i alt alta toplama kolaycılığı. Konferans da alacak listesini defter yaprağına yazıp, alemi hizaya getirme gayreti ne kadar ciddiye alınacaksa, bu çocukca avunma da o kadar dikkate alınmalı!
Dini çeşnisi yüksek bu tür mesajların öyle ya da böyle, İslam ile ettırnak bütünlüğü gösteren kadim Mezahibi Erbaa'ya, ya da ehli sünnet'e dayanacağı belliydi. Mezhep rahatsızlığı, Osmanlı dönemi alimlerinin son bakiyyelerinden, Zahidü'lKevseri'nin tabiriyle, sonucu dinin dışına savrulma ile neticelenen, elLa Mezhebiyye, kantaratü'lLa diniyye, “Mezhepsizlik, dinsizliğin köprüsüdür!” (Makalatü'lKevseri, 163); tedavisi zor, öldürmezse, sakat bırakan dermansız, zihni illetlerdendir. Hazret, bereketli ömründe biriktirdiği şu kıymetli tecrübeyi de ekler; “Ben ehli sünnet ve'lcemaat'e muhalefet hastalığına düşen hiçbir kimsenin, daha sonra, kendi içinde tutarlı kalabildiğini ve çelişkilerden kurtulabildiğini görmedim!” (Nazratün Abira, 89) İçtimai buhranların yaşandığı dönemlerde nükseden mezhepsizlik virüsü, salgın hale gelir ve elinde dini, idari, ilmi güç ve imkan bulunduranların ayaklarını yerden keser.
Her biri, fikri savrulmalarının bir yerinde Mezahibi Erbaa (Hanef, Şafii, Maliki ve Hanbeli) özelinde, genel İslami düşünceye kafa tutarlar. Mezhep tanımama, mezheplerin telfiki, mezhepler üstü yeni arayışlara yabancı değiliz. Zira, geçtiğimiz asrın elLa Mezhebiyye mezarlığında isimleri silinmiş, nesilleri kesilmiş epey meçhul kabir bulunuyor. Böyle cüretkar çıkışlar, söz sahiplerinin tesir sahaları içinde ufakta olsa, geçici heyecanlar uyarabilir; ya ilmi kıdemden (yeterlikten değil!), ya siyasi kudret ya da insanların gafletinden kaynaklanan geçici heyecanlar... Mevcut siyasi kudretin, mezhepler üzerinden geliştirmeye çalıştığı dini mesajlar bu ivme ile devam eder.
Bir sonraki adımın daha tehlikeli olabileceğini tahmin etmek zor değil. İmamı Rabbani'nin (K.S) belalısı, Ekber Şah'ın, idari kudretini kullanarak eklektik ve toplama bir din icad gayreti muhtemel seçenekler arasında. Öyle ya, lokal mezheplerle uğraşmaktansa, daha kucaklayıcı bir Humanizm, Nobel Heyeti'nin dikkatine takılabilir. Sünni düşünce, Hicri asırlar içine yayılmış Mezahibi Erbaa müçtehidlerince sürekli tekamül etmiş bir yapı.
Onu güçlü ve dayanıklı kılan kudve imamlarının yanında, yüzyıllar boyunca hiç eksik olmayan, kötü niyetli rakiplerinin renklilik ve çeşitliliği; Sünni düşüncenin, eskiyeni düşünce akımlarından tecrübe edip, boy ölçüşmediği neredeyse hiçbir fikri hareket yok. Kadim Arap Şairi Cerir, ezeli rakibi Ferazdak, yakın dostlarından birini ölümle tehdit edince, “Ferazdak, senin canına kastedecekmiş. Dostum! Uzun ve bereketli bir ömür yaşayacağın için ne kadar sevinsen azdır!” sevincini paylaşır. Mezahibi Erbaa'ya yönelik her tehdit, İslami mezheplerin kıyamete kadar sürecek haklılığını perçinleyen bir tesir icra etmiş.
Ehli mezhep olanlar için, önceden olduğu gibi şimdi de fazla telaşa gerek yok. Tarihin bize ayırdığı bölümden, elLa Mezhebiyye rahatsızlığına yakalanmış, yeni aktörlerin dökülüşlerine şahit olacağız. Onyıllardır aynı virüsü bünyesinde taşıyan başta Fetva Emini, akademisyen ve dini hayatı idari işlerden ibaret zanneden bilumum zevat “Biz yıllardan beri beceremedik!” deyip, İmamHatip muktesebatıyla büyük işlere kalkışan birinin arkasından aynı akıbete yuvarlanıyor olabilirler.
Ehli sünnet'i mehir verip, Şia ile müt'a nikahı kıymanın bedeli ağır olacak gibi. Elimizin yetmediği, gücümüzü aşan durumlarda işi Asıl Sahibi'ne havale etmeyi de yine Ehli sünnet'in kudve imamlarından öğrendik. Unutmadan, İslam'da mezheb”in olmadığı deklere edildiğine göre, aynı fikri paylaşan kimseler şu an itibariyle nasıl amel ediyorlar, hiç merak ettiniz mi? Merhum Zahidü'lKevseri'nin bahsettiği elLa Mezhebiyye taifesinin içinde kaybolduğu çelişki işte bu!