« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

09 May

2016

‘Lâdini’yi ‘din karşıtlığı’ olarak anlayınca işler karışıyor

KÜRŞAT BUMİN 01 Ocak 1970

Müstakbel Başkan ‘laiklik’ etrafında giderek şiddetlenen son tartışmaya ilişkin şu yorumu (da) yapıyor: “Laikliği, lâdinilik, din karşıtlığı gibi sunar ya da uygularsanız, elbette itirazlarla karşılaşırsınız.”

Oysa biliyorsunuz, ‘lâdinilik’ Batı’nın ruhban sınıfına ait olmayanlar anlamında kullandığı ‘laik’ sözcüğünün Osmanlıcaya geçmiş halidir. Dolayısıyla bu sözcüğü Müstakbel Başkan’ın ileri sürdüğü gibi ‘din karşıtlığı’ olarak değil ‘din dışılık’ olarak anlamak gerekiyor.

Bu ayrım çok mu önemli? Çok önemli, çünkü doğru anlamıyla ‘lâdinilik’ insanoğlunun tarihinde ‘başka’ bir alanın doğıuşunu müjdeliyor. Bu alanın adının ‘politika’ olduğunu biliyoruz.

İnsanlık tarihi tabii ki ‘dinler’e yer vermeden, bu büyük olguyu göz önüne almadan anlaşılamaz. Ancak bizim ‘lâdini’ olarak ifade edebileceğimiz alanın ‘otonomisi’ni kazanması insanlık tarihine bambaşka bir veçhe kazandırmıştır.

Din o zamana kadar insan iradesinden önce gelen ve yüzü tabii olarak geçmişe dönük olarak kapsamı son derece geniş bir güçken, yeni dönemde bugünün ve geleceğin öngörülmesi, düzenlenmesi artık dünyevi bir ideoloji aracılığıyla gerçekleştirilecektir. Yaratıcılık bu çerçevede artık ‘lâdini’ alana geçmiştir.

Meclis başkanının göndermelerinin sorunu ‘yanlış okuma’

Bu süreç boyunca din tabii ki önemini korur; ancak iddialı olduğu alan küçülmüş, toplumsal yaşamın hemen her alanında sürdürdüğü belirleyici rol azalmış ve nihayet ‘bireysel tercihler’diyebileceğimiz bir alana doğru çekilmiştir. Yani bir bakıma, bir önceki yazımda ‘Köprü’ dolayısıyla sözünü ettiğim gibi, ‘zaman-vakit’ gibi eskiden bambaşka anlamlar yüklenen bir kavramı bile –ne yazık ki!- sonunda dönüp dolaşıp “Vakit nakittir” özdeyişine dönüşmüştür!

Aslına bakarsanız, Meclis başkanının anayasada yer almasını istediği hususlara ilişkin açıklaması ‘siyasi bir skandal’ niteliğinde değildir. Bu göndermelerin sorunlu olması asıl olarak -önceki değerlendirmeyi çağrıştırır biçimde- yine bir ‘yanlış okuma’dan kaynaklanıyor.

Başkanın açıklamalarını şöyle bir gözleme dayandırdığını tahmin edebiliriz: AB ülkelerine baktığımızda Fransa ve Portekiz dışındaki ülkelerin anayasalarında ‘laiklik’ten eser yok, ama bu iki ülke dışındaki ülkelerde ise farklı mezhepleriyle Hırıstiyanlığa bolca atıf yapılıyor; o zaman bizim eksiğimiz nedir, biz de tabii ki İslam’ı anayasaya sokuşturmalıyız!

Söylediğim gibi bu ‘basit’ gözlem bir gerçekliğe işaret ediyor. Ancak başkanın bize aktardığı bu dünyanın her biri birer demokrasi ve de bu demokrasiler biraz önce sözünü ettiğim ‘otonomi’yi epeyce zaman önce gerçekleştirmiş.

Yalan değil, İngiltere’de kral ve kraliçe aynı zamanda Anglikan Kilisesi’nin başı; Anglikan Kilisesi ve Presbiteryan Kilisesi devlet kilisesi. Kilise’nin politik alanda da gücü eksik değil; Lordlar Meclisi’nde 28 sandalyeye sahip.

Almanya, kiliselere vergi toplama hakkını da tanımış. Kilise, kamusal alanda da çok faal; ordudan hastanelere, okullara kadar hemen her yerde mevcut. Anayasasının başlangıç bölümünde söz konusu metnin “Tanrı’nin huzurunda”, Alman halkı tarafından gerçekleştirildiği de hatırlatılmış.

İskandinav ülkelerinde de ‘milli’ Lutherien Kilise’den söz ediliyor..

Yunanistan’da Ortodoks Kilisesi resmi kilise konumunda. Anayasanın ilanından meclisteki yemin törenlerine kadar bütün resmi törenlerde mevcut. Okullarda din eğitimi zorunlu. 2000 yılına kadar nüfus cüzdanlarında din hanesi (Türkiye’de olduğu gibi) korunmuş .

İrlanda anayasası ‘Trinite’yi anarak açılıyor….

Kilisenin tutumları demokrasi çerçevesinde

Uzatmaya gerek yok; gerçekten de AB üyesi ülkelerinin bir bölümünde farklı kiliselerin anayasalarda adının geçtiğini ve bu kurumların başta eğitim olmak üzere birçok alanda etkili olduğunu gözlemliyoruz.

Dolayısıyla Meclis başkanı sadece bu manzarayı aktarmakla yetinse, söylenecek fazla bir şey yok. Ancak görülen o ki başkan, laiklik-lâdinilik konusunda sözü edilen ülkelerin kiliselere ilişkin bu tutumlarının birer demokrasi çerçevesinde gerçekleştiğinin farkında değil.

Politik iddialardan vazgeçmiş dinin ‘lâdini’ (‘seküler’) ve laik bir demokratik düzende tabii ki korkutacak-korkulacak bir yanı yok.

Dinlerin bu haliyle bir biçimde anayasada yer almasının da (mesela tercihe bağlı olarak cumhurbaşkanı ve milletvekilleri yemininde) sakıncası yok. Ama iş dönüp dolaşıp; iktidarın dini (hem de tek bir dini – hem de tek bir yorumuyla) politikasının direk taşlarından birisi yaparak ‘bütün inançların eşitliği’ temel ilkesini tanımamasına gelince karşısında tabii ki demokrasinin itirazını bulacaktır.

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 49102

ulkucudunya@ulkucudunya.com