« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

21 May

2008

Kıbrıs...

HASAN ÜNAL 21 Mayıs 2008

AKP yıllarını değişik şekillerde isimlendirmek mümkün; ancak, dış politika açısından AKP yıllarını Kıbrıs’da kaçırılan fırsatlar olarak değerlendirmek hiç de yanlış olmaz. İktidara geldiği 3 Kasım 2002 tarihinden hemen sonar Kıbrıs sorununa el atan ve onlarca senedir belirlenen milli politikaları tukaka ilan eden AKP hükümetinin benzeri tavır ve davranışları devam ediyor.

Oysa 2002 yılından bu yana Kıbrıs davası konusunda Türkiye’nin eline çok ama çok kıymetli fırsatlar geçmişti. Bu fırsatlardan faydalanılsaydı bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsız bir devlet olarak tanınması süreci hemen hemen tamamlanmış olacaktı.

Kaçırılan fırsatlar

AKP 2002 yılında iktidara geldiğinde Kıbrıs sorunu kritik bir aşamadaydı. Rum tarafının Kıbrıs adasının tümü adına yaptığı üyelik başvurusu AB tarafından Aralık 2002’deki AB zirvesinde nihai bir karara bağlanacaktı. AKP’nin, hepsini birden çöp sepetine attığı hükümetler zamanında bir devlet politikası oluşturulmuştu. Buna gore, eğer AB Kıbrıs Rumlarını tek başlarına adanın tamamını temsilen üye yapacak olursa, o zaman KKTC ile Türkiye arasında bir entegrasyona gidilecek ve Kıbrıs Adası nihai olarak bölünecekti. Üstelik bölünmenin faturası da AB’ye çıkarılacaktı.

AKP hükümetinin ilk icraatı bu politikayı çöp tenekesine atmak oldu. Oysa o tehdit sürdürülse, ya AB Kıbrıs Rumlarının üyeliği ile ilgili kararını veremeyecek ya da verirse Ada’nın bölünmesinin sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalacaktı. AKP, o politikalarından bir anda vazgeçmek suretiyle AB’ye ve Rum-Yunan ikilisine tarihi bir fırsat sunmuş oldu.

24 Nisan 2004 tarihli Annan Planı referandumlarından sonra da benzeri bir dönem yaşandı. Rumların planı reddetmesi ve Türk tarafının kabul etmesi başta İslam ülkeleri olmak üzere uluslararası camiada Türk tarafının haklılığı konusunda bir kanaat uyandırmıştı. Hatta İslam Konferansı Teşkilatı üyesi ülkelerin KKTC’yi tanıması söz konusu olacaktı. ‘Aman bizi tanımayın’ diyen Talat ve AKP hükümetilerinin politikaları yüzünden o fırsatlar da kaçtı.

Karadağ’dan Kosova’ya diğer fırsatlar

BİR yıl sonra Karadağ bağımsız oldu ve Sırbistan-Karadağ Cumhuriyeti devleti de dağıldı. Karadağ AB tarafından hemen tanındı ve AB ile müzakerelere başlaması için çalışmalara geçildi. Zaten Karadağ’a bağımsızlık ilan etmesi için çağrıda bulunanlar AB ülkeleri idiler. Karadağ’ın bağımsız olması önemliydi; zira Sırplar ile Karadağlılar adeta aynı milletin parçaları gibidirler. Aynı dilden, aynı dinden ve aynı kültürden olan iki toplumÖ Aralarındaki karışık evliliklerin haddi hesabı yokÖ Onlar bile ayrılıyorlar ve ayrılan taraf AB’ye davet ediliyorsa neden Kıbrıs’takiler de ayrılmasın demek yerine ‘aman bizi tanımayın yaveleri’ devam edip gittiÖ

2008 başında da Kosova bağımsızlık ilan etti. Karadağ örneğinde olduğu gibi, Kosova’ya bağımsızlık ilan etmesi için teşvikte bulunanlar yine AB ülkeleri ve kurumlarıydı. Bu arada Türkiye’nin AB üyesi olamayacağı açıkça ortaya çıkmıştı. 2004 yılından 2008’de kadar yaşananlar bunu açıkça gösteriyordu. Dolayısıyla, hem Ankara’daki AKP hükümetinin hem de KKTC’deki Talat yönetiminin bağımsızlığın tanınması politikasında ısrarcı olmaları beklenirdi.

Ama öyle yapmak yerine hem Ankara hem de Lefkoşa, Rum tarafında yeni seçilen Hristofyas üzerine beklenti oluşturdular ve bu yapay beklentileri kamuoyuna pompaladılar. Kosova’nın bağımsızlık ilanı ile Hıristofyas’ın seçilmesi daha doğrusu Papadopoulos’un kaybetmesinin aynı günlere rastlaması pek de tesadüf gibi görünmüyor.

Hıristofyas beklentileri boş çıktı

SEÇİLDİĞİ günden bu yana yaptığı açıklamalar alt alta getirilince Hıristofyas konusunda oluşturulan beklentilerin gerçekçi olmadığı açıkça görülüyor. Hıristofyas’ın ‘Türkler, Kıbrıs vatandaşı olan Ermeniler, Maronitler ve Latin’lerden daha fazla hak beklemesinler’ sözü herkese ders olmalıdır. Çünkü adam Türklere vatandaşlıktan ve azınlık haklarından başka bir şey vermeyeceğini açıkça söylüyor.

Durum bu kadar açık bir şekilde ortadayken, Hıristofyas’ın adamlarıyla teknik heyetler düzeyinde görüşmeler yapmak sadece ve sadece KKTC’nin tanınmasına mani olma siyasetine hizmet eder. Talat’ın bu siyasete oynaması anlaşılır. Çünkü seçilmeden evvel KKTC’yi ‘korsan devlet’ veya ‘kayıt dışı’ devlet ilan eden Talat’ın ta kendisiydi.

Ama Türkiye’nin AB’ye üye olma ihtimali tamamen ortadan kalktığı halde AKP’nin hala Kıbrıs’ı bir şekilde elden çıkarmaya çalışması hangi düşüncenin eseridir. Kıbrıs’ı milli dava olarak görmeseler bile, Türkiye’nin çıkarlarını da içeren bir sorun olarak da mı görmüyorlar? Kaldı ki, Kıbrıs’ı elden çıkardıkları zaman neyi elde edeceklerini düşünüyorlar? Kıbrıs’ı Türkiye’den koparacak bir AB’nin gözünde AKP’nin de değerinin azalacağını nasıl görmezaler?

Ziyaret -> Toplam : 125,17 M - Bugn : 49705

ulkucudunya@ulkucudunya.com