« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

02 Oca

2008

KLÂSİK (DİVAN) EDEBİYATIMIZDA ve ŞEYH GALİP'te PEYGAMBER SEVGİSİ

01 Ocak 1970

Edebiyat eleştirmenleri ve tarihçileri tarafından Klâsik (divan) Türk Edebiyatının son büyük şairi ve temsilcisi olarak kabul edilen, aynı zamanda büyük bir mutasavvıf olan Şeyh Galip; sanat, kültür ve bir ilim merkezi olan İstanbul'da 1757'de doğdu. Asıl adı, Mehmet Esat'tır. Babası Mustafa Reşit Efendi, annesi Emine Hatun'dur. Osmanlı İmparatorluğu'nda Hümayun Kâtibi olarak görev yapan baba Mustafa Reşit Efendi, Mevlevîliğe ve Melâmîliğe bağlı, şiirle de uğraşan, kültürlü aydın bir insandı. Şeyh Galip'in dedesi Mehmet Efendi de tıpkı babası gibi Mevlevî tarikatı hadimlerinden âlim bir zattı. Bu bilgilerden anlaşıldığına göre Şeyh Galip, tasavvufla hemhâl olarak yoğrulan, mütefekkir, asil bir Osmanlı ailesine mensuptur.
Hüsn ü Âşk sahibi, ilköğrenimini babası Mustafa Reşit Efendi'den talim etti. Aynı zamanda babası Galip'e, Mevlevîliği sevdirdi ve bu tarikatın önemli eserlerini okuttu. Denebilir ki Şeyh Galip'i kendisi yapan Mevlevîliktir, Mevlâna Celâlettin-i Rumî'dir, Mevlâna Celâlettin-i Rumî'nin 11 defa baştan sona okuyup hıfzettiği Mesnevî'sidir. Babasından ilk şiir zevkini ve Mevlevîliğin rint dünyasının güzelliğini alan Şeyh Galip, Hamdi Efendi adında bir Arapça bilgininden Arapça dersleri okudu. Sonraları değişik hocalardan Arapça ve Farsça dersler alarak bu dilleri, şiirlerinden anlaşıldığına göre kusursuz olarak öğrenecektir. Çağının ünlü âlimleri ile tanışan Galip, onlardan dersler aldı. Çok genç yaştayken devrin ünlü âlim ve mütefekkirleri tarafından takdir edilen Şeyh Galip, güçlü bir şair, geniş kültürlü bir aydın olarak çevresinde tanındı. Ders aldığı hocalar arasında Galata Mevlevîhanesi Şeyhi Hüseyin Efendi de vardı. Zamanın en tanınmış hocası Neşet Efendiden de dersler aldı. Neşet Efendi, genç Şeyh Galip'in şairlik yeteneğini çabuk fark etti ve yazdığı şiirleri beğenerek ona, "Esat" takma adını önerdi. Şeyh Galip de hocasını kırmayarak bir ara "Esat" takma adıyla şiirler yazdı. Bu mahlâsın başkaları tarafından da kullanıldığını fark eden Hüsn ü Âşk şairi, "Galip" adını kullanmaya başladı. Her iki mahlâsı birlikte kullandığı da görüldü. 1787 yılından sonra artık sadece, "Galip" mahlâsını kullandı. Böylece, asıl adı olan Mehmet Esat unutulmuş ve daha sonraları hep "Şeyh Galip" olarak bilinmiştir.
Henüz 24 yaşındayken divan sahibi olan şair, 26 yaşlarında Klâsik Türk Edebiyatında mesnevî türünün en başarılı örneklerinden biri sayılan 2101 beyitli, "Hüsn ü Âşk" adlı eserini altı ay gibi kısa bir süre zarfında tamamladı. Bir yıl sonra yani 1784 yılında Konya'da Mevlâna Dergâhı'nda çileye(1) girdi; fakat ayrılığına dayanamayan babası Konya Şeyhi Seyit Ebû Bekir Efendiye başvurarak çilenin İstanbul'da Yenikapı Mevlevîhanesi'ne nakli için izin almıştır. O sıralarda Mevlevîhane'nin Şeyhi olan Ali Nutkî Dede'nin notlarına göre Galip, 1001 günlük çilesini 25 Ramazan 1201 / 11 Temmuz 1787 günü Yenikapı Mevlevîhanesi'nde tamamlayarak, "Dede" olmuştur. Galip çilesi sırasında şiir söylememiştir. Sonraları Sütlüce'deki evinde, 1790'dan 1791 yılına kadar ilimle ve eser yazmakla uğraştı. Niyeti, bundan sonra babası ve annesi ile bir eve geçmek ve orada manevî bir iklimde inziva hayatı yaşamaktı; fakat o yıl padişah olarak tahta çıkan, bir sanat, kültür, edebiyat âşığı, aynı zamanda şair de olan III. Selim, Şeyh Galip'in şiirlerini tanıyor, seviyor ve şaire saygı duyuyordu. Değil mi ki mücevheratın kıymetinden ancak sarraf anlar!?... III. Selim Şeyh Galip'i Saraya davet etti, kendisiyle görüştü, ona hediyeler sundu ve iltifatlarda bulundu. Bu tarihlerde 11 Haziran 1791'de Galip, 22. şeyh olarak Galata Mevlevîhanesi şeyhliğine getirildi. III. Selim, sık sık Galata Mevlevîhanesi'ne gitmiş ve sohbetlerde bulunarak Şeyh Galip'e verdiği ehemmiyeti göstermiştir. Şeyh Galip'in sarayı ziyaretinde de Padişah'ın, "Pamuk Şeyh'im, şeref verdiniz." diye itibar sözü ile karşılandığı bilinir.
Şeyh Galip Galata Mevlevîhanesi'ne başladığı tarihten itibaren, "Galip Dede" diye anılmıştır. 1794 senesinde üzerinde büyük emeği olan Annesi Emine Hanımın ölmesi ve çok sevdiği şair Esrar Dede'yi annesinin ölümünden üç sene sonra, 1797'de kaybetmesi Galip Dede'yi derinden sarsacak ve yaralayacaktır. Şeyh Galip bu olaylardan bir yıl sonra hastalanarak yatağa düşmüştür. Padişah ve çevresindekilerinin bütün çabalarına karşılık, birkaç ay sonra, şöhretinin zirvesine ulaştığı 26 Recep 1213 / 1799 yılının 3 Ocağında 42 yaşında, bu fani âlemden, "Bâkî kalan bu kubbede hoş bir seda imiş…" ifadesini şahsında bulduğumuz Peygamber sevdalısı bu büyük mutasavvıf, bakî âleme, Rabb'ine çok genç yaşta yürüyecektir. Allah derecelerini âli eylesin…
Büyük Divan Üstadı Şeyh Galip, Klâsik Türk Edebiyatına farklı bir mana boyutu getirmiştir. O, Klâsik Edebiyat çizgisinde kalarak Klâsik Edebiyat anlayışını, muhteva açısından içerisinde bulunduğu Mevlevî ve tasavvuf kültürü yardımıyla da omuzlayarak yükseklere taşımıştır. Bütün şiirlerinde tasavvuf öğretisinin yoğunluğu ve süreliği, mücerret kavramların müşahhaslaşarak bir derinlik kazanması görülür. Zengin bir ruh âlemine sahip olan Galip'i anlamak için tasavvufun girift lâbirentlerinde debelenmek gerekir. Şeyh Galip'in muhayyilesi çok zengindir. Soyut duygularla, yaşadığı manevî atmosfer arasında bağlantılar kurar. İç âleminde yoğun düşünceler duyan Şeyh Galip, bu duyuşlarını sembollerle çok etkili ve sarih bir şekilde ortaya kor. Dili ağır ve süslüdür; fakat şiirlerinin içeriği, bünyesinde yaşadığı toplumun yüzyıllardır nesilden nesile aktardığı manevî kültür birikimiyle uyumludur. Bunun yanında sade ve süssüz bir Türkçe'yle söylediği şiirleri de vardır. Onu diğer büyük divan sanatçılarından farklı kılan tasavvuftur. Büyük yanar dağların içerisindeki volkanları zamanla dışarı atması gibi Şeyh Galip de kalp manevî iklimindeki volkanları dışarı atar. Bu atımları, harikulâde tabaklar içerisinde ikram edilen leziz taamlar gibi güzel kalıplarda, kaplarda sunar. Galip Dede'yi üstün kılan bu sunumlarıdır. Şiirlerinde hayaller çok renkli ve zengin bir kompozisyon oluşturur. Tıpkı Mevlâna Celâlettin-i Rumî'nin Mesnevî'si gibi günümüzde Şeyh Galip Dede'nin şiirleri, şiirlerindeki semboller, söz sanatları, benzetmeler, Batı'da büyük ilgi görmektedir.

NAAT:
Kelime anlamı olarak naat, methederek anlatma, övme, vasıflandırma demektir. Divan Edebiyatında naatlar, daha çok Hz. Peygamber'i methederek övmek ve O'nun şefâatine nail olmak maksadıyla yazılmış manzumelerdi. Naat-ı Şerif, Naat-ı Nebi, Naat-i Mustafa olmakla birlikte; her hangi bir tasavvuf ulusunun, bir din büyüğünün, özellikle de Hulefa-i Raşidin'e (Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali)'nin övgüsüne tahsis edilmiş naatlar da vardır. İran edebiyatında, XVI. asırda, Hz. Ali hakkında yazılmış olan naatlar oldukça geniş bir yekûn tutmaktadır. Dört Halife'nin (Çihâryâr) metihleri hakkında yazılan manzumelere: "Naat-i Çâryâr" Hz. Ali'nin methini konu edinenlere de "Naat-i Ali" denir. Cem'i "nu'ût" dur. Naat yazanlara "naatgû" cami ve tekkelerde naat okuyanlara da "naathân" tabiri kullanılır.
Naatlar, divanların baş kısmında Tevhîd ve Münacaatlardan sonra yer alır. Klâsik şiirimizde övgüler daha çok kaside ile yapılmaktadır. Fakat naatlar kasidenin yanında mesnevî, gazel, murabba, muhammes, müseddes, gibi nazım şekilleriyle de yazılmıştır. Umumiyetle, hangi nazım şekli ile yazılmış olursa olsun, Hz. Muhammed'i konu alan manzumelerin tümüne "naat" adı verilmekleredir. Bu arada, az da olsa, mensur naatlara da tesadüf edilmektedir. Birkaç istisna dışında, Divan şairlerinin hemen hepsinin naat yazdığı söylenebilir. Osmanlı edebiyatında en çok naat yazan şair, Nazîm'dir. Bu edebiyatta Şeyhî (ölm. 1431), Ahmet Paşa (ölm. 1497), Necatî (ölm. 1509), Fuzulî (ölm. 1556), Nefî (ölm. 1635), Naîmî (ölm. 1727), Nâbî (ölm. 1712), Sabit (ölm. 1712), İshak Efendi (ölm. 1776), Şeyh Galip (ölm. 1799) naat sahasında başarılı olmuş şairler arasında sayılmaktadır. Fuzulî'nin, "su" ve "gül" redifli kasideleri, Nâbî'nin 137 beyitlik, Şeyh Galip'in, "müseddes" nazım şekli ile kaleme aldıkları naatları oldukça ünlüdür.
Naatlarda, önce Hz. Peygamber (s.a.v.)'in üstün meziyetleri, bütün güzel vasıfları, ahlâkının eşsizliği anlatıldıktan sonra, mucizelerinden bahsedilir. Manzum naatların bazılarında, sonlara doğru Ehl-i Beyt'in, Dört Halife'nin, Ashâb'ın ileri gelenlerinin üstün özellikleri anlatılır. Nihayette, Hz. Peygamber'in şefaatine sığınılır ve manzume, salât ve selâm faslı ile sona erer. Naatlarda âyet ve hadislerden yapılan iktibaslara ve telmihlere çokça tesadüf edilir. Arap Edebiyatında ise Peygamber Efendimizi metheden şiirler daha O'nun sağlığında yazılmaya başlanmıştır. Arap Şairi Züheyr'in Efendimiz için kaleme aldığı, "Kaside-i Bürde" çok ünlüdür.


EFENDİM!...
Sultân-ı rüsûl, şâh-ı mümeccedsin Efendim!...
Bîçârelere devlet-i sermedsin Efendim!...
Dîvân-ı İlâhîde ser-âmedsin Efendim!...
Menşûr-ı le'amrüke mü'eyyedsin Efendim!...
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim!
Hak'dan bize sultân-ı mü'eyyedsin Efendim!...

Tâbiş-geh-i ervâh-ı mücerred güherindir…
Mâlişgeh-i ruhsâr-ı melik hâk-i derindir…
Ayîne-i dîdâr-ı tecellî nazarındır…
Bû Bekr Ömer, Osmân ü Ali yârlarındır…

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim!
Hak'dan bize sultân-ı mü'eyyedsin Efendim!...

Hutben okunur minber-i iklîm-i bekâda…
Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-i cezâda…
Gülbâng-i kudûmun çekilir Arş-ı Hudâ'da…
Esmâ-i Şerîfin anılır arz u semâda…

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim!
Hak'dan bize sultân-ı mü'eyyedsin Efendim!...

Ol dem ki velîlerle nebîler kala hayrân…
'Nefsî' deyü dehşetle kopa cümleden efgân.
Ye's ile usâtın ola ahvâli perîşân.
Düstûr-ı şefâ'atle senindir yine meydan…

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim! Hak'dan bize sultân-ı mü'eyyedsin Efendim!...

Bir gün ki dalıp bahr-ı gama-ı firkate gittim.
İlden yitirip kendimi, bîhodluğa yitdim.
İsyânım anıp, âkıbetimden hazer itdim:
Bu matlâ'ı yâd eyledi bir seyyid işitdim.

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim!
Hak'dan bize sultân-ı mü'eyyedsin Efendim!...

Ümmîddeyiz ye's ile âh eylemeyiz biz!
Sermâye-i îmânı tebâh eylemeyiz biz.
Bâbun koyup ağyâre penâh eylemeyiz biz.
Bir kimseye sâyende nigâh eylemeyiz biz.

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim!
Hak'dan bize sultân-ı mü'eyyedsin Efendim!...

Bî-çâredir ümmetlerin isyânına bakma…
Dest-i red urup, hasret ile Dûzâha kakma…
Rahm eyle amân, âteş-i hicrânına yakma…
Ez-cümle kulun Gâlib-i pür-cürmü bırakma.

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim!
Hak'dan bize sultân-ı mü'eyyedsin Efendim!.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 26724

ulkucudunya@ulkucudunya.com