« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

16 May

2016

Yetki gaspı ve MHP Kongresi

Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970

Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesi, MHP'li muhaliflerin, tüzüğe uygun bir şekilde imza topladıklarını tespit etti. Sayıların yeterli, imzaların da ilgili kişilere ait olduğunu belirledi. 3 kişilik Çağrı Heyeti'ni kongreyi toplamakla görevlendirdi. Olağanüstü kongre tarihi 15 Mayıs olarak kararlaştırıldı.

Bu hükmün önünü ancak Yargıtay kesebilir. Çünkü, Türkiye'de tek bir temyiz mercii var. Tosya ve Gemerek Sulh Hukuk mahkemelerinin temyiz mercii gibi hareket ederek yetki gaspı yaptıkları ortada.

MHP yönetimi, olayla hiç ilgisi bulunmayan iki ilçenin mahkemesinden, -Tosya ve Gemerek Sulh Hukuk mahkemelerinden- “Yargıtay karar verinceye kadar, Olağanüstü Kurultay sürecinin durdurulması için ihtiyati tedbir alınması” yolunda karar çıkarttı. Bu kararlar, Ankara 25. İcra Dairesi'ne sunuldu. Maalesef 25. İcra Dairesi, “yok hükmünde” sayılması gereken kararları ciddiye aldı; inceledi. Tosya mahkemesinin talebini -bir haftalık müracaat süresini aştığı gerekçesiyle- kabul etmedi. Gemerek mahkemesinin kararına dayanarak ise, Ankara Valiliği'ne bir yazı gönderdi. “15 Mayıs'ta toplanması beklenen kurultayın engellenmesini” istedi. Yok hükmündeki bir kararı mesnet yaptığı için, Ankara 25. İcra Dairesi de suç işlemiş oldu.

Yargıtay bu düğümü çözebilirdi. O da bir sorumluluk yüklenmek istemedi. Belli ki, büyük tartışmalar yaşanıyor. Öte yandan, Adalet Bakanlığı'nın, “Yargıtay ve Danıştay'ı yeniden yapılandıracak” bir yasa hazırladığı ortaya çıktı. Düzenleme sonrasında Yüksek Yargı'nın bazı hâkimleri alt derece mahkemelere atanacak.

Bunu bir gözdağı olarak değerlendiriyorum. Zira, Yargıtay eski Başkanı Sami Selçuk'un da belirttiği gibi, 65 yaşını dolduruncaya kadar, Yüksek Yargı'da görev yapan hâkimlerin vazifelerini sona erdirmek mümkün değil. Yaparsınız, ama bir kere daha Anayasayı ihlal etmiş olursunuz ve gün gelir bunun da hesabını verirsiniz.

Yargıtay'ın 18. Hukuk Dairesi üyeleri, herhâlde bir orta yol olarak, kararlarını ertelemeyi uygun gördüler. Ankara 25. İcra Dairesi sorumluluk altında kaldı. Aslında, Saadet Partisi Olağanüstü Kongresi'nin 17 Ekim 2010'da Numan Kurtulmuş'un Yargıtay'a müracaatına rağmen toplandığı hatırlanmalı. Ortada bir emsal durum var. Ama belli ki, zor kullanarak toplantıyı engellemeye çalışacaklar. Anayasa ihlali, şiddet ve cebir unsurlarıyla daha da belirgin hâle gelecek.

Eren'e üzülüyoruz… Ya Baransu?

Ahmet Hakan, geçmişte AK Parti hükümetine karşı çeşitli tertipler içine giren askerler ve asker yakınlarıyla konuşmasını sürdürüyor. Bu defa da, Atabeyler sanığı pilot Yüzbaşı Murat Eren'in eşi Hande Eren'e sütunlarını açmış. Tabii, tıpkı Balyoz ve Ergenekon'da olduğu gibi, gene “Cemaat'in kumpası” söz konusu!!!

Demokrasiye tuzak kuranların hepsi, bir bir cezaevinden çıktılar. Tek asker Murat Eren kaldı. Bunca adaletsizliğin ve hukuksuzluğun hüküm sürdüğü günümüz Türkiye'sinde, yegâne derdimiz bu! Oysa Mehmet Baransu, 14 aydır cezaevinde. Hâlâ Balyoz iddianamesi yazılmadı; 3 kere savcı değiştirildi. Anayasa Mahkemesi'ne müracaat etti. 10 aydır dosyası ele alınmadı. Tam bir çifte standart! Anayasa Mahkemesi, daha sonra başvuran Can Dündar ve Erdem Gül'ün durumunu inceledi ve tahliyelerine yol açan bir karar verdi. Ama Baransu'nun dosyası hasıraltı…

Peki Murat Eren niye hapiste? Eren, Cemaat'in kurbanı mı? Eşine sorarsanız, evet… Çünkü bugün, geçer akçe bu! Hâlbuki Eren, sadece üzerine “Cemaatçi” yaftası yapıştırılan Özel Yetkili 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından mahkûm edilmedi. Aynı zamanda Genelkurmay Askeri Mahkemesi de, devletin gizli belgelerini ihtiva eden “200 no'lu CD”yi bulundurmaktan dolayı onu 4 yıl hapis cezasına çarptırdı; Askeri Yargıtay da bunu onadı. 11. Ağır Ceza Mahkemesi ise, “hükümete karşı darbe” suçlamasına ilişkin yeterli delil olmadığı gerekçesiyle, Eren hakkında beraat kararı vermişti. Buna mukabil, Eren, “izinsiz patlayıcı madde bulundurmaktan” 4 yıl mahkûmiyet aldı. 11. Ağır Ceza Mahkemesi, iddia edildiği gibi, Karakuşi hükümler veriyor olsaydı, Atabeyler davasında darbe ve suikast iddialarını da haklı görebilirdi. Bugün, “Dizi senaryosu ya da köşe yazılarıyla darbeye teşebbüs ettiniz” diyen savcı ve hâkimler yok mu? Ayrıca, unutmayalım ki, 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından da onandı. Ama tabii, Ergenekon zihniyetinde olanlara göre, Yargıtay 9. Ceza Dairesi hâkimleri de Cemaatçiydi!

Düşünebiliyor musunuz… Yüzlerce, binlerce sayfa inceleniyor. Meslekte onlarca yıllık tecrübesi olan hâkimler karar veriyor. Sonra bu kararlar, hem sivil, hem askeri en yüksek yargı mercileri tarafından onanıyor. Ardından, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları… Bazı hükümet üyeleri istim üzerinde yakalanıyor. Kurtuluş çaresi olarak “Cemaat'in kumpası” yalanına sarılıyorlar. Kendilerini aklayabilmek maksadıyla, devletin birçok kurumunu töhmet altında bırakarak, “Zaten askere de kumpas kurmuşlardı” deyip, Cemaat'in üzerine çullanıyorlar. Bu yolda, istifade edebilecekleri elverişli kalemler de bulunuyor.

Baskı gördüğü için susan, ya da az konuşan, eleştiri dozunu hafifleten bir üslubu anlıyorum. Lâkin, bunun ötesindeki bir gayreti onaylamıyorum ve ayıplıyorum.

Erdoğan'ın sitemi

Tayyip Erdoğan, “AK Parti, Kongre'ye gidiyor. Neden dışarıdan gazel okuyorsunuz?” diye soruyor; sitem ediyor. Oysa, Ahmet Davutoğlu'nun görevden alınış biçimi, tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı'nın müdahalesiyle gerçekleşti; bir Saray darbesi yapıldı. Şimdi de, “düşük profilli” bir Başbakan'dan söz ediliyor. Kimse “AK Parti neden Olağanüstü Kongre'ye gidiyor?” diye sormuyor. Sadece, yetkileri dışına çıkan ve açıkça anayasayı ihlal eden Cumhurbaşkanı'nın bu tutumu eleştiriliyor. Bir de, Başbakan ülkeyi yönettiği için, değişiklik herkesi ilgilendiriyor.

“Partili Cumhurbaşkanı”

Başkanlık sistemini getirmek için toptan bir anayasa değişikliğinin zaman alacağı düşünülüyor. Bu yüzden, Tayyip Erdoğan ve danışmanları, “partili Cumhurbaşkanı” formülü üzerinde duruyormuş. Bu husus, daha önce de gündeme gelmişti. Zaten maksat, 12 Eylül Anayasası'ndan kurtulmak değil. Tayyip Erdoğan'ın AK Parti'ye müdahalesini yasal zemine oturtacak bir çözüm bulmak.

Böyle bir düzenleme, tek bir madde değişikliğiyle gerçekleşemez. Zira, anayasamıza göre, Cumhurbaşkanı, sadece vatana ihanetten sorumlu tutulabilir. Sorumsuz olduğu için de, bütün aldığı kararlar, Başbakan ya da ilgili bakan tarafından imzalanır. Acaba “sorumsuzluk” işini nasıl halletmeyi düşünüyorlar? Nerede görülmüş, hem bütün yetkileri üstlenecek, hükümet politikalarını yürütecek, hem de hiçbir sorumluluk taşımayacak? Anayasa'nın 112'nci maddesine göre, Başbakan, Bakanlar Kurulu'nun başkanı olarak, Bakanlıklar arasında iş birliğini sağlar ve HÜKÜMETİN GENEL SİYASETİNİN YÜRÜTÜLMESİNİ gözetir. Her bakan, Başbakan'a karşı sorumlu olup, ayrıca kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden de sorumludur.

Sadece “Cumhurbaşkanı tarafsızdır; partisiyle ilişkisi kesilir” cümlesi anayasadan çıkarılınca, mesele halledilmiyor. Parlamenter sistem, anayasanın birçok maddesinde kendisini belli ediyor.

İnsan olan utanır… Ülkenin bunca ağır sorunu var. Her gün peş peşe şehit cenazeleri geliyor. Daha evvelki gün, Diyarbakır'da bir bombalı araç PKK tarafından patlatıldı. Koskoca bir parti, gündemdeki bu ağır problemlere çözüm arayacağına, bir Başkanlık sistemi tutturmuş gidiyor.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 29800

ulkucudunya@ulkucudunya.com