« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

23 May

2016

Dokunulmazlık üzerinden kirli siyaset

Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970

Bugün dokunulmazlıklar için son oylama yapılıyor. Referanduma gitme ihtimali karşısında, CHP'lilerin bir bölümünün “taktik destek” verebileceği ileri sürülüyor. Oysa, her oyun, tarih karşısında büyük bir sorumluluğu var. Deli gömleği geçirilmiş bir Türkiye'de, herkesin aklını kaybetmiş gibi davranması gerekmiyor.

Dokunulmazlıkların kaldırılması, esas itibariyle HDP'yi hedef alıyor. Burada, tek tutarlı parti MHP. MHP, PKK ile eş değer gördüğü HDP'li milletvekillerinin yargılanmasını isteyebilir; bu durum onun ideolojisine uygun. Ama, Oslo sürecini başlatan ve bilahare İmralı ile görüşmeleri yürüten bir siyasi iktidarın, 180 derece zıt bir tavırla, önce masayı devirmesi, sonra da vahim gelişmelere yol açacağı belli olan bir yargılama sürecini başlatması, akla ziyan.

Aynı şeyi CHP için de söyleyebilirim. Nerede HEP'lileri parlamentoya taşıyan Erdal İnönü'nün SHP'si… Nerede Kürt meselesinde bir oraya bir buraya savrulan Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP'si… Erdal İnönü, SHP'nin oy kaybetmesi pahasına ilkeli bir duruş sergilemiş ve Kürt politikacılara siyaset yolunu açmıştı. Bugün, o tutum takdirle yad edilirken, 1994'te “Meclis'i teröristlerden temizliyoruz” diyerek dokunulmazlıkları kaldıranların yanlış bir tercihte bulunduğu söylenmiyor mu? Ama işin tuhafı, 1994'teki gelişmeleri şiddetle eleştiren AK Partililer, şimdi, kendileri aynı hatayı yapıyor.

Referandumun, AK Parti'nin ekmeğine yağ süreceği, şehit cenazelerinin geldiği mevcut konjonktürde halkın büyük çoğunluğunun da, “Terörü cezalandırıyoruz” diye dokunulmazlıkların kaldırılması lehinde oy kullanacağı ortada. Ama siyasetçi omurgalı olmalı; bir istikamet belirlemeli. Tayyip Erdoğan ve avanesi, “PKK=HDP” dediği için, herkes bu denklemi benimsemek zorunda değil. Halk bilgilendirilmeli. Siyaset alanının daraltılmasının, Türkiye'yi daha büyük bir kargaşaya sürükleyeceği vatandaşa anlatılmalı.

HDP'lilere ilişkin fezlekeler, düşünce açıklamakla ilgili. Bir zamanlar “Sayın Öcalan” diyenler de yargı önüne çıkarılmadı mı? Peki Bülent Arınç, “Sayın Öcalan demek artık suç değil” diye övünmedi mi? Mesela, Sırrı Süreyya Önder'in hakkındaki fezlekelerden bir tanesi, 2013 Nevruz'unda, Abdullah Öcalan'ın mektubunu okuduğu için düzenlendi. Oysa bu okunan metin, üzerinde hükümetin de mutabakata vardığı cümleleri ihtiva ediyordu. Diyebilirsiniz ki, “Yargılansın; beraat etsin…” Ama iş öyle olmuyor. Bir kere, HDP'liler, ifade vermeye gitmeyeceklerini açıkladılar. Zorla götürülecekler. Orada, mahkemenin adaletine inanmadıklarını, saygı duymadıklarını söyleyecekler. Bu partiye oy vermiş 6 milyon seçmende duygusal kopuş derinleşecek; farklı çözüm yolları arayışı başlayacak. Bir zamanlar Mehmet Ağar bile “Düz ovada siyaset yapsınlar” diye konuşmuştu. Siyaset yapanların önü kesilirse, teröre yol verilmiş, şiddet eylemlerine meşruiyet kazandırılmış olmayacak mı?

CHP, “HDP ile yan yana durursam, halk beni terör destekçisi gibi görür” endişesini taşıyor. Böylece hükümetin oyununu oynuyor. Zira HDP'yi PKK ile eş değer gösteren Tayyip Erdoğan. Oysa HDP, bir terör örgütü değil; ardında milyonlarca seçmenin reyi var. Pekâlâ, özgürlükleri genişletmek, demokrasiye kurulan tuzakları bertaraf etmek amacıyla, HDP ile aynı çizgide mücadele verilebilir. Konjonktür değil, ilkeler önemlidir.

Sustunuz, sıra size geldi

Bülent Arınç güzel konuşuyor ama, sadece kendisi haksızlığa uğradığında konuşuyor. Turgut Özal Üniversitesi'nde katılacağı Anayasa Çalıştayı, “Provokatif olaylar çıkabileceği” gerekçesiyle iptal edilince, Twitter'da çok yerinde açıklamalar yaptı:

“Daha düne kadar başörtüsü yasağı gibi nice yasaklara birlikte karşı çıktığımız, omuz omuza mücadele verdiğimiz insanlar, bugün saf değiştiriyor, güç sarhoşluğuyla yasakçılık oynuyor ve omuz atıyorlarsa, o halde özgürlüklere müdahaleyi, özgürlük için mücadele sebebi sayar ve bunun icabını yaparız… Maharet üniversite açmak değil, üniversitelerde özgürlüğün ve bilim üretmenin yolunu açmaktır. Hoşa gitmeyen gerçekleri duymama ve duyurmama adına izlenen bu antidemokratik yol, baskı rejimlerinin yoludur ve tarih kitapları bu yolun yolcularının hazin sonlarıyla doludur.”

Bülent Arınç, “baskıcıların”, “ses kesicilerin”, “sus deyicilerin” kendi mahallesinin çocukları olduğunu, ama şimdi karşı mahalleye geçtiğini belirtiyor ve onlara karşı mücadele vereceğini söylüyor. Bekleyip görelim… Daha bugüne kadar ara ara vicdan patlamaları yaşamakla birlikte, kayda değer bir adım atmadı. Bülent Arınç'ın bile konuşmasından rahatsızlık duyulan bir Türkiye'ye AK Parti'nin “ağabeyleri” sustuğu için geldik. Şu meşhur sözü hatırlatalım: “Susma, sustukça sıra sana gelecek.”

Geldi de… İşte Ahmet Davutoğlu tasfiye edildi; Abdullah Gül bir köşeye itildi. Bülent Arınç, konuşturulmuyor. Ve maalesef, gelecek nesiller onları “rejimin otoriterleşmesine göz yumanlar” arasına koyacak; üzerlerine düşen sorumluluğu zamanında yerine getirmedikleri için şiddetle kınayacak.

Binali Yıldırım'ın sorumluluğu

Tayyip Erdoğan istedi; Ahmet Davutoğlu gitti, Binali Yıldırım geldi. Bu gelişmeyi, -temayül yoklaması yapılmış olmasına rağmen-, partinin genel talebi gibi aksettirmek kolay değil. Zira, Erdoğan faktörü olmaksızın AK Parti teşkilatına sorulsaydı, herhâlde hiç kimse, “Davutoğlu gitsin” demezdi.

AK Parti 5. Olağan Kongresi'nde (Eylül 2015), Binali Yıldırım'ın ismi telaffuz edilmişti. Hatta, 900'ü aşkın delegenin imzası bile toplanmıştı. Davutoğlu, MKYK'yı Tayyip Erdoğan'ın iradesine teslim edince, Binali Yıldırım formülünden vazgeçildi. Şimdi, o işlem tamamlanıyor.

AKSaray'dan atanan “emanetçi” bir Başbakan'la karşı karşıyayız. Bu, anayasaya aykırı bir durum. Zira, anayasaya göre tarafsız olması icap eden Tayyip Erdoğan, AK Parti siyasetini şekillendiren kişi. Bundan sonra, Binali Yıldırım'ın esas görevi, Başkanlık sistemine geçiş sürecini hızlandırmak. Varılmak istenen hedefe “Başkanlık” demek de doğru değil. Diktatörlüğün kilometre taşları döşenecek. Başbakanlık uğruna, bir insan, Türkiye'yi iyice bataklığın içine sürükleyecek bir sistemin kurulmasına nasıl aracı olur? Davutoğlu sevinsin, hiç değilse, adı, “Belirli bir direnç göstermeye gayret etti” diye anılacak. Ama Binali Yıldırım'ınki “bile bile lades”.

Ziyaret -> Toplam : 125,26 M - Bugn : 15274

ulkucudunya@ulkucudunya.com