MGK Kararıyla Kurulan ‘Terör Örgütü’
SEDAT LAÇİNER 01 Ocak 1970
Cumhurbaşkanı Erdoğan Kırşehir’de, miting alanında yaptığı konuşmada “dün yeni bir karar daha aldık (MGK’da), legal görünüm altındaki illegal terör örgütü dedik. Fethullahçı Terör Örgütü olarak tavsiye kararı aldık, Hükümete gönderdik ve Bakanlar kurulu kararını bekliyoruz ve bunların terör örgütü olarak tescilini de gerçekleştireceğiz” dedi.
Erdoğan, devamında “bunların terör örgütü olarak tescilini gerçekleştireceğiz. Bunlar PYD, PKK neyse aynı kategoride yargılanacaklar” diye konuştu.
Yani Erdoğan diyor ki MGK olarak Gülen grubunu önce biz terör örgütü olarak tescilleyeceğiz, yargı da onları terörist olarak yargılayacak…
Erdoğan, tıpkı daha önce yaptığı gibi bu konuşmasında da Milli Güvenlik Kurulu’nu (MGK) tüm kurumların üzerinde, hatta Anayasa’nın bile üzerinde bir karar alıcı gibi görüyor. MGK kararlarının meşruiyetini ve geçerliliğini birazdan ele alacağız, ancak bundan önce şu çarpıcı gerçeğe değinmek istiyorum:
Erdoğan bu sözleriyle aslında FETÖ veya Fethullahçı diye bir terör örgütünün olmadığını kendi diliyle ilan etmiş oldu…
Erdoğan diyor ki ‘26 Mayıs 2016 günü yapılan MGK’da legal görünüm altındaki illegal terör örgütü dedik. Fethullahçı Terör Örgütü olarak tavsiye kararı aldık’.
Yani Erdoğan diyor ki ‘26 Mayıs 2016 gününe kadar MGK bile, Cemaat’e Fethullahçı Terör örgütü’ demiyordu.
Gerçekten, MGK’nın o güne kadar ki tüm açıklamalarını incelediğimizde paralel devlet yapılanmaları gibi muğlak sözlerin geçtiği, ancak hiçbir kararda ‘terör örgütü’ ifadesinin kullanılmadığı, hatta Gülen Cemaati’nin adının dahi kararlarda geçmediği görülüyor.
Basına sızan bilgilere göre Türk Silahlı Kuvvetleri, Erdoğan’ın Cemaat’e karşı savaşında taraf olmak istemiyor. Çünkü generaller de biliyor ki Erdoğan’ın savaşı hukuki değil, siyasi, hatta bireysel bir savaştır. Dün Cemaat ile kol kola olan Erdoğan yarın başka ittifaklar kurabilir ve Cemaat’le savaşta ona destek verenleri yarı yolda bırakabilir, onları zor durumda bırakabilir. İşte, Erdoğan’ın 26 Mayıs öncesindeki MGK kararlarına Cemaat’i resmen sokturamamasının nedeni olarak bu algı gösteriliyor.
26 Mayıs toplantısından sonra basına açıklanan metne baktığımızda şöyle deniyor: “Millî güvenliğimizi tehdit eden ve bir terör örgütü olan paralel devlet yapılanmasına karşı alınan tedbirler görüşülmüştür”.
Cümlenin gelişine baktığımızda “ve bir terör örgütü olan” kısmının sanki sonradan ve bir tarafın ısrarıyla oraya yerleştirildiği hissediliyor. Belli ki Cumhurbaşkanı tarafı ‘terör’ kelimesinin metinde yer almasında ısrar etti ve o kelime oraya monte edildi.
Peki, 26 Mayıs’ta ne oldu da askerler ‘terör örgütü’ ifadesinin metne yerleştirilmesine rıza gösterdiler?
Öncelikle şunu söyleyelim, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, Mayıs ayı başında “FETÖ adlı silahlı terör örgütünün varlığı yönünde kesin bir yargı hükmü yoktur” ifadesini kararına ekleyince, FETÖ diye bir örgütün olmadığı bir mahkeme tarafından resmen ilan edilmiş oldu.
Böylece sözde FETÖ mensuplarına karşı açılan davalar ve yürütülen soruşturmalar da bir yönüyle boşa düşmüş oldu. Hatta bu dava ve soruşturmalar ile binlerce insanın zarara uğratan kolluğun ve savcıların suç işlediği ortaya çıkmış oldu. Biliyorsunuz, bu süreçte büyük holdinglere ve şirketlere bile kayyım atandı, binlerce insanın özgürlüğü ellerinden alındı, pek çok can yandı. Eğer ortada FETÖ diye bir terör örgütü yok ise yapılan tüm bu işlemler hukuksuzdur ve yakın bir zamanda bu mağduriyetlere neden olanlar ağır tazminatlarla ve cezalarla yüz yüze gelebilirler. O gün geldiğinde Erdoğan “yanılmışım, pardon” diyebilir, ama evleri basan polisler, haksız göz altılara imza atan savcılar, insanları mağdur eden diğer memurlar bu işten o kadar da kolay sıyrılamazlar. Çünkü ortada apaçık hukuk ihlalleri ve o ihlallerinde altında bu kişilerin imzaları var.
En son MGK toplantısında kararlara ‘terör örgütü’ ibaresini ekleme ısrarının nedeni bu! Gelinen noktada tereddüt eden savcılara ve kolluk güçlerine güçlü bir dayanak oluşturulmaya çalışılıyor.
26 Mayıs toplantısında askerlerin direncinin kırılıp “bir terör örgütü olan paralel devlet yapılanması” ibaresine razı olmasının” ibaresine razı olmasının bir nedeni önümüzdeki aylarda yaşanacak terfi ve emeklilik sürecinde Cumhurbaşkanlığı makamı ile ters gitmemek olsa gerektir.
26 MAYIS ÖNCESİNDE FETÖ YOKTU İTİRAFI MI?
Erdoğan’ın sözlerine dönecek olursak, Erdoğan diyor ki “dün yeni bir karar daha aldık (MGK’da), legal görünüm altındaki illegal terör örgütü dedik. Fethullahçı Terör Örgütü olarak tavsiye kararı aldık.”
Yani Erdoğan da ikrar ediyor, “26 Mayıs 2016’dan bir gün önce MGK dahi paralel diye bir terör örgütünü tanımıyordu” demiş oluyor. Kararı 26 Mayıs günü aldıklarını kendi sözleriyle itiraf etmiş oluyor.
MGK’nın 26 Mayıs’ta aldığı karardan önce böyle bir kararı yok ise, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi “FETÖ adlı bir terör örgütünün varlığı yönünde bir yargı kararı yok” diyorsa ve bunun dışında hiçbir yetkili kurum FETÖ diye bir terör örgütünün varlığını kamuoyuna ilan etmiş değilse, o zaman iddia olunan FETÖ gerekçesiyle 1 yılı aşkın süredir devam eden soruşturmaların ve yargılamaların anlamı nedir?
Dahası, yapılan soruşturmaları incelediğimizde 2011, 2012, hatta 2010 ve öncesinde yapılan sadaka, zekât, kurban bağışı gibi eylemlerin sözde FETÖ’ye yardım ve yataklık sayıldığı görülüyor. 2010 yılında FETÖ diye bir kelime mi vardı Allah aşkın? O zamanlar Cemaat karşıtları ‘Fetoş’ diye hakaret ederlerdi ve bu hakaretleri de Erdoğan ve çevresi başarıyla karşılardı. Bu durumda savcılar ve kolluk hangi yasal dayanakla ve üstelik geçmişe doğru soruşturma yapabiliyorlar?
Hiç şüphesiz mesele siyasidir, hatta Erdoğan’ın kişisel kin ve nefretinin tezahürüdür. Erdoğan, 11 Mayıs 2014’de AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan sıfatıyla partisinin 22. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı'nda şöyle demişti:
“Eğer bu ülkeye ihanet edenlerin bir görevden alınıp bir başka yere atanması CADI AVIYSA, EVET BİZ BU CADI AVINI YAPACAĞIZ… BU ALÇAKÇA SALDIRILARI NEFES ALIP VERDİĞİM MÜDDETÇE UNUTMAYACAK VE AFFETMEYECEĞİM… Bu mücadelede ihmalkâr davranan milletin emanetine haksızlık eder. Bu mücadelede geri adım atan, uzlaşmaya niyetlenen, yaşananları unutan, milletin emanetini yere düşürür.”
Bu cümlelerden de anlaşıldığı üzere Erdoğan 17/25 Aralık sonrasında Cemaat’ten nefret etmiştir ve kişisel bir savaş başlatmıştır. Erdoğan, Cemaat’i yok etmek için adeta yemin etmiştir ve bu nefretini kamuoyu önünde “CADI AVIYSA, EVET BİZ BU CADI AVINI YAPACAĞIZ” diyerek itiraf etmiştir.
Bir hukuk devletinde ‘cadı avı’ yapılamayacağına göre mücadele metodu olarak ‘terör’ suçu seçilmiştir. Böylece Gülen Cemaati’ni terör örgütü haline getirme süreci başlamıştır.
Erdoğan’ın Cemaati ‘terörist’ ilan etme düşüncesine kendi partisindeki yetkili insanlar bile ilk başta inanmamışlardır, hatta bugün bile birazcık hukuk formasyonu olan kimse inanmamaktadır. Çünkü terör suçunun asli unsuru şiddet ve cebirdir.
Erdoğan’ın Cemaat’e yönelttiği suçlamalar işin aslına bakacak olursak hiçbir terör tanımına girmemektedir, olsa olsa ‘darbecilik’ suçunu andırmaktadır. Ancak “hükümete karşı suç” başlıklı TCK madde 312’de de “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir” demektedir. Yani, Cemaat’in hükümete karşı bir darbe girişiminde bulunduğunu iddia ettiğinizde dahi şiddet ve cebir unsurlarını ispatlamanız gerekir. Oysa herkesin bildiği üzere Gülen Cemaati’nin yöntemleri arasında şiddet veya cebir olarak yorumlanabilecek bir yöntem bulunmamaktadır. Zaten Erdoğan yanlısı yargı mensuplarını ve siyasileri de bu cebir ve şiddet unsuru zorlamaktadır. Hem ‘terör örgütü’ ilan etmek için hem de ‘darbeci bir suç örgütü’ ilan etmek için dayanak bulunamıyor. PKK gibi terör örgütleriyle bu yapının ilişkisi olduğu yönündeki iddialar veya bu harekete ait olduğu belirtilen evlerde silah arama girişimleri hep bu çabanın sonuçları. Yani Cemaat’i terör örgütü veya ‘darbeci’ yapabilmek için silah lazım, o da bulunursa sorun kalmayacağı düşünülüyor.
MGK, SUÇ OLUŞTURABİLİR Mİ?
İkinci olarak MGK, veya Bakanlar Kurulu alacağı ‘terör örgütü’dür kararlarıyla bu hareketin terör örgütü sınıfına sokulması düşünülüyor. Erdoğan’ın MGK’daki ısrarının nedeni bu. MGK bir karar alırsa Bakanlar Kurulu bunu takip eder, Bakanlar Kurulu’ndan bakanlıkların taşra teşkilatlarına bir seri karar alınır diye düşünülüyor.
Bu da yanlış bir yoldur. Çünkü Ceza Hukuku’nda, kanunilik ilkesi gereğince, İdare, suç oluşturamaz/yaratamaz. Her suç, kanun tarafından açık ve net bir şekilde tanımlanmalıdır ve hangi suça nasıl ve ne miktarda ceza verileceği yine kanunda açıkça yazılmalıdır. Kanunlarda yapılacak değişiklikler bu nedenle, yani kanunilik ilkesi gereğince geriye de yürüyemez.
Başka bir deyişle, bir eylemi, bir davranışı suç haline getirecekseniz bunu MGK veya Bakanlar Kurulu kararıyla değil, Meclis, yani Yasama yoluyla yapabilirsiniz. Yasayı Meclis yapar, Yargı uygular. Suç oluşturmada veya suçlu ilan etmede İdare’ye düşen bir görev yoktur.
Eğer TBMM, Fethullah Gülen hareketi gibi cemaatleri bir suç örgütü olarak tanımlarsa ve yaptıkları faaliyetleri ‘terör suçu’ tanımına sokarsa, bu durumda elbette Gülen Cemaati de diğer cemaatler de suç örgütü haline gelecektir ve faaliyetleri yasaklanacaktır. Ancak bu durumda dahi o yasadan geriye doğru yürüyerek yargılama yapılamaz, geçmiş faaliyetleri nedeniyle insanlar cezalandırılamazlar.
NEREYE GİDİYORUZ?
Sözde FETÖ/PDY soruşturmalarının hukuki bir temelinin olmadığını birazcık hukuk bilgisi olan herkes görüyor. Ancak ipler her geçen gün Erdoğan’ın eline geçiyor. Başbakanlık diye bir kurum fiilen kalmadı, bakanlar Kurulu’nun tüm gücü Cumhurbaşkanlığı sarayında. Bürokrasi sadece Beştepe’ye bakıyor. Meclis’teki çoğunluk sayesinde Erdoğan yargıyı YENİDEN dizayn etme gücüne de kavuştu. Dokunulmazlıkların kaldırılıyor olması milletvekillerini Saray karşısında daha güçsüz bir hale getirdi.
Ne demişti Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Burhan Kuzu, “oğlan bizim kız bizim, el ne karışır?”. Yani yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin tamamı bir elde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinde toplanıyor. Süreç hızla tamamlanma noktasına doğru gidiyor. Hal böyle olunca buna yargının veya başka bir kurumun direnmesi her geçen gün zorlaşıyor. Türkiye hızla tek adam ve onun tek parti rejimine doğru ilerliyor. Bürokrasi ve yargı bu şartlar altında Erdoğan’ın talimatlarını, hukukun temel ilkelerine ve kanunlara aykırı bile olsa, karşı konulamaz emirler olarak algılıyor.