Tek–adam devleti nasıl önlenecek?
Şahin Alpay 01 Ocak 1970
AKP’nin 22 Mayıs’ta yapılan kongresiyle, partinin ve hükümetin başına “düşük profilli, muavin” bir başkan ve başbakanın getirilmesiyle, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın AKP’yi tam anlamıyla bir kişi partisi, “Erdoğan partisi” haline getirme operasyonu tamamlandı. Yeni başbakanın hemen ilan ettiği üzere, şimdi sıra, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir tek–adam devleti ya da “Erdoğan devleti” haline getirilmesinde.
Bu amaçla yeni bir anayasayla “Erdoğan tipi başkanlık sistemi” kabul edilecek, olmazsa kısmî bir anayasa değişikliğiyle “partili cumhurbaşkanı” düzeni getirilecek. Kimileri soruyor: Yürütmeyi, yasamayı, yargıyı, hepsini denetlediğine, fiili başkan olduğuna göre, Erdoğan daha ne istiyor? İstediği herhalde, geçenlerde dile getirdiği üzere, TSK, MİT ve Dışişleri Bakanlığı’nı ve diğer devlet organlarını da fiilen olduğu gibi hukuken de, “başkomutan” olarak kendisine bağlamak. Erdoğan’ın bunu sağlamak için, esas olarak, Devlet Bahçeli’nin MHP’sini yedeğine almaya, dokunulmazlıkların kaldırılması yoluyla HDP’yi parlamento dışında bırakmaya yönelik bir oyun planı izlediği herkesçe görülüyor.
Erdoğan’ın A ve B planlarıyla oyun planının ne olduğu açık ve net. İktidar partisinin temsil ettiği menfaat ortaklığının bir parçası olmayan, (kendisine oy verenlerden oluştuğu anlaşılan) “Erdoğan milleti”ne dahil olmayan hemen herkes, ülkenin giderek daha vahim bir hal alacak iç kavgaya sürüklenmemesi, bildiğimiz şekliyle Türkiye Cumhuriyeti’nin sona ermemesi için, “Türk usulü başkanlık” tasarısının engellenmesi gerektiğinin bilincinde. Ne var ki, bunun nasıl başarılacağı, tek–adam devletine gidişin nasıl önleneceği konusunda kafalar karışık.
Müslüman çoğunluklu bir ülkede bütün kurum ve kurallarıyla demokrasinin mümkün olmadığını düşünen, bunun için rejimin Kemalist ilkelere sıkı sıkıya bağlı olan asker ve sivil bürokrasinin vesayeti altında olması gerektiğini düşünenlerin cevabı belli. Onlara göre bu gidiş ancak askerin yeniden dizginleri ele almasıyla önlenebilir. Bir askeri darbe olasılığının zaman zaman gündeme gelmesinin nedeni de bu.
Son olarak ABD’nin önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal yayımladığı bir analizde, “AKP iktidarı altında 13 yıldır marjinalize olan ordunun, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi rakiplerini etkisizleştirmesine koşut olarak, önemli bir oyuncu olarak yeniden sahneye çıktığı” ileri sürülüyor, “TSK’nın etkisini yeniden kazanması, cumhurbaşkanlığı sarayında dahi generallerin Erdoğan’ı devirmeye çalışabileceği endişelerini diriltti…” deniyordu. (17 Mayıs 2016)
AKP İLE TSK ARASINDA BİR UYUM VAR
AKP iktidarına karşı bir askeri darbe beklentisi içinde olanların heveslerinin kursaklarında kalacağı muhakkak. Zira bugün askerin eski alışkanlıklarını canlandırmasını gerektirecek koşullardan çok uzağız. 17 / 25 Aralık Cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasına konu olan AKP iktidarının o tarihten itibaren hızla TSK’nın geleneksel politika tercihlerine yakınlaştığı görüldü. TSK’nın ihtiyaçlarının karşılanmasında hiçbir fedakarlıktan kaçınılmıyor. Balyoz ve Ergenekon darbe girişimleri davalarının sanıkları tümüyle aklandı. AKP ile TSK arasında, eskiden yaşanan türde, ideolojik – fikri nitelikte uyumsuzluklardan söz etmek giderek güçleşti. AKP’nin söylem ve eyleminde “İslamî” nitelikte olan unsurlar giderek göstermelik bir hal alırken, Kemalist politikalara bağlılık gittikçe sahici bir nitelik kazandı; Kürt sorununda “askeri çözüm” hemen tümüyle benimsendi.
Şurası da muhakkak ki AKP iktidarının Türkiye’ye yapabileceği en büyük kötülük, verebileceği en büyük zarar, askerin yeniden siyasi rol üstlenmesine kapıları açmak olur. TSK’dan beklenen, meslek ilkelerinden sapmamak, seçimle gelen hükümetin otoritesine tabi olmaktır. Türkiye sorunlarını ancak demokratik, barışçı, şiddetin her türlüsünü dışlayan yollardan çözüm bulabilir.
TEK – ADAM REJİMİ DEMOKRASİYLE YENİLEBİLİR
Bu husus, kısaca Kürt sorunu olarak andığımız, Kürt yurttaşların ülkeye gönüllü bağlılığının kazanılması meselesi açısından ne kadar geçerli ise, Türkiye’nin bir tek–adam devleti haline gelmesini önleme mücadelesi açısından da o ölçüde geçerlidir. 20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca gerçekleşen askeri darbeler Türkiye’de demokrasinin kurumlaşmasını engelleyen başlıca etken olduğu gibi, bugün tek – adam devletine gidiş olarak karşımıza çıkan tehlikenin de tetikleyicisi oldular. AKP iktidarının hala seçmen desteğini koruyor olmasının başlıca nedenlerinden biri de muhakkak ki iktidarın halkın en azından bir kesimini askeri vesayetin geri gelmesi tehlikesiyle ürkütüyor oluşu. Bu bakımdan Ergun Babahan geçenlerde çıkan bir yazısında, “Darbe spekülasyonu yapmak sadece Saray’a yarar…” derken çok haklı. (Özgür Düşünce, 17 Mayıs)
Evet, tek–adam devletine doğru sürükleniş, kaldığı kadarıyla demokrasi ve bildiğimiz şekliyle Türkiye için büyük bir tehlike. Bu tehlikeyi ancak demokratik imkanları seferber ederek, demokrasi mücadelesi vererek önleyebiliriz, önlemek zorundayız. Özünde bir azınlık diktatörlüğü olan askeri vesayet rejimi gibi, özünde bir çoğunluk diktatörlüğü olan tek–adam yönetimini de demokrasi mücadelesiyle yenilgiye uğrattığımız zaman ancak özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyi yerleştirmemiz mümkün olacak.
Tecrübelerimiz açıkça gösteriyor ki, özgürlükçü demokrasi gökten zembille inmiyor; zorlu, sabırlı bir mücadeleyi gerektiriyor. Toplum çoğunluğu, bütün kararların tek bir şahıs tarafından alındığı türden bir rejimin ülkeyi bütün sorunlar karşısında yenilgiye mahkum edeceğini görmedikçe tek-adam devleti tehlikesini savuşturmak mümkün olamaz. Unutulmasın ki, Türkiye halkı bugüne kadar hak ve hukuk tanımayan hiçbir iktidara boyun eğmedi, buna da boyun eğmeyecek, er geç hayır diyecektir.
AKP, SONUNDA “ERDOĞAN PARTİSİ”NE DÖNÜŞTÜ
Tek adam devletine karşı mücadelenin kazanılmasının yolu, herşeyden önce siyasi partilerimizin kendilerini yenilemelerinden, halkın güvenini kazanmalarından geçiyor. Bu bağlamda en büyük sorumluluk muhakkak ki Adalet ve Kalkınma Partisi’ne düşüyor ve, evet, en büyük umut da AKP’de… AKP 2001’de kurulduğu zaman kabul ettiği siyasi programa tümüyle sırt çevirdi. Bir misyon, dava partisi olmaktan çıkıp, bir siyasi ve iktisadi çıkar ortaklığı haline dönüştü. Kurucu kadrolarının büyük bölümü partiden dışlandı. Herkesin görebildiği gibi bir “Erdoğan Partisi” niteliğini kazandı. Parti kadrolarının ve bu partiye oy verenlerin saflarından bu gidişe itirazların yükselmesi kaçınılmaz. Uç veren itirazların büyümesi sadece bir zaman meselesi.
Muhalefet partileri kendini yenilemeli
CHP’nin sorunu liderin değişmesi, şu şahsın gidip bunun gelmesi meselesi değil. CHP’nin fikri yenilenmesi şart. Aklı başında herkesin görebildiği gibi CHP, Kurtuluş Savaşı döneminin toplumun tümünü kucaklayıcı Kemalizm’ine sahip çıkıp, tek–parti döneminin otoriter Kemalizm’ini bütün yönleriyle terkederek ancak yıllardır saplandığı kısır döngüden kurtulabilir.
Yenilenme talebinin en otoriter vasıflara sahip parti olan MHP’de patlak vermesi kuşkusuz ki şaşırtıcı fakat aynı zamanda Türkiye’de demokrasinin canlanabileceğinin bir işareti. Evet, MHP’nin bir liderlik sorunu var; AKP’nin “truva atı” rolünü oynayan Devlet Bahçeli tahakkümü son bulmadan partinin önünün açılması mümkün değil. Ne var ki MHP’nin büyümesinin ve ülke geleceğinde rol oynayabilmesinin yolu, Kemalizm’in otoriter kimlik politikalarının takipçiliğini yapmaktan vazgeçip, demokrasiye ve hukuk devletine sahip çıkan muhafazakar demokrat bir parti niteliğini kazanmasından geçiyor. Meral Akşener hareketi belki bunu vaad ettiği için yalnız parti içinde değil, toplum için bir umut ışığı.
Selahattin Demirtaş liderliğindeki HDP, Kürt siyasi hareketinde büyük bir yenilenmeyi başardı; böylelikle toplumun her kesiminden destek buldu. Ne yazık ki geçen yazdan bu yana devlet ve PKK şiddeti arasında kalması önünü kapattı. Tek–adam devletine giden yolun açılması için HDP’nin parlamentodan dışlanması, şiddetin son bulması, ülke bütünlüğünün korunması açısından bir felaket olur. Ne var ki HDP barışçı, demokratik mücadelesinde ısrarlı olmak; PKK’yı Türkiye’ye karşı silah kullanmaktan vazgeçirmek zorunluluğuyla karşı karşıya.
Tek–adam devletine gidişin önlenebilmesi, elbette ki esas olarak toplumun buna hayır demesiyle mümkün. Ne var ki, muhalefet partileri kendilerini yenileyip, güvenilirlik kazanmadıkları sürece halka yol gösteremez.