Modernlik mi, sekülerlik mi?
Ali Bulaç 01 Ocak 1970
Bugün bazılarınca iddia edilen: ‘dinin modern yaşam tarzıyla çatışmadan yaşayabileceği’ni varsayan, laikliği bu çerçevede tanımlayan bir anlayış mevcut. Bu söylemi sahiplenenler çoğu zaman şu veya bu yöntemle elde edileni değil, mutlak anlamıyla “bilim”in ve artık hayatımıza iyice girmiş bulunan “teknolojinin kullanımından doğan zorunlulukları” kastetmektedirler. Bilimsel bilgiyle elde edilmiş bilim ve bilimin pratiği olan teknoloji, moderniteyle ilişkilidir ama tümüyle kendisinden ibaret değildir. Bu çerçevede din yeniden modernite tarafından, Weber’in ifadesiyle “modern uyumluluk” çerçevesinde tanımlanmaktadır. Bu durumda bizler yeniden tanımlanmış, moderniteye uyumlu hale getirilmiş bir din anlayışıyla muhatap oluyoruz. Dolayısıyla her ne kadar formel anlamda dinîleşme süreci görülüyor olsa da, nitelik kaybına uğramış; içi boşalmış; dönüştürülmüş bir din ve dindarlık söz konusudur.
İlk bakışta bize paradoks gibi görünse de, dinleri ve bu arada İslam dinini bekleyen tehlike, dışarıdan gelen saldırı değildir. Hiçbir dış müdahale, baskı veya saldırı herhangi bir dine zarar veremez. Aksine, o dine mensup insanların kendi dinlerine daha çok bağlanmalarına ve giderek dinlerinin hakikatini araştırmalarına yardımcı da olur. Bir dine yapılabilecek en büyük müdahale o dinin kendi içinden olur. Bu da ya referans alınan kitabın, temel metinlerin tahrifi şeklinde olur –ki bunun Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki örneklerine rastlanabilir-, ya da dinle ilgili temel sahih anlayışın değiştirilmesi olarak ortaya çıkar.
Müslümanlardan, herhangi bir rezerv koymaya yeltenmeden modern hayata bütünüyle uyum sağlamaları talep edilir. Modern hayatı mümkün kılan modernlik ve modernite, tarihte dine bir alternatif olarak teşekkül etmiştir. Kendi başına bir paradigma, bir kök fikir ve bilgi bütünüdür. Bunun yanında belli bir yaşama tarzını da öngörmektedir. Burada kâmil anlamdaki bir dinin hem kelami hem ameli temel varsayımlarının modernitenin içine yedirildiğini ve onun formasyonunu meydana getirdiğini görüyoruz. Bu çerçevedeki bir modernlik durumu dine alternatiftir.
Ancak iki yüz yıldır yaşanmakta olan din-modernite tecrübesi bize ilginç bir durumu ilham etmektedir. O da dinin varlığını devam ettiriyor olması ve bunu yaparken de “modernliğin imkânları”ndan yararlanıyor olması. Bu konu Peter Berger gibi sosyologlara, asıl çatışmanın “din ile modernite” arasında değil, “din ile sekülerlik” arasında sürdüğü ilhamını vermektedir. Dini modernite ile çatışma sarmalından kurtarmak isteyen sosyologların öngörülerine göre din modernlikle uyum sağlayacak, onu etkileyecek, hatta yönlendirecek, ancak sekülerlik büyük bir gerileme içine girecektir. Onlara göre bu, insan için yeni avantaj ve imkânlara işaret etmektedir.
Batı sekülarizminin hayatı anlam ve amaçtan koparıp insani durumları nefsin arzu ve isteklerini sınırlandıran bilumum engellerin kaldırılmasını hedef alan özgürlüklerin elde edilmesine, korunmasına ve her aşamada biraz daha genişletilmesine dönüştüğünü biliyoruz. Nelerin olup bittiğini görenler, insan arzularının tatminine hasredilen bu zihni tutum ve ısrarın, sonunda nihilizm ürettiğine, ürettiği nihilizmi özgürlükler ve haklar formuna sokup dünyaya ihraç ettiğine dikkat çekmektedirler. Habermas ve onun tespitlerine katılanların dikkat çektiği şey, ciddiye alınacaksa, bu durumda modernliğin empoze edip zorunlu hale getirdiği araçlar dünyasında yaşarken, nasıl olur da modernlikle doğrudan bağlantılı sekülarizmden kopuş yaşanacağı konusu üzerinde imal-i fikr etmelidirler. Ve hiç kuşkusuz bu konu en çok modernliği tümüyle reddeden redçi-entegristlerin veya teslimiyetçi-radikallerin kabullerinin ötesinde aşmacı Müslüman zihinlerin üzerinde yoğunlaşacağı sorundur.