Örümcek siyaseti
AHMET ALTAN 01 Ocak 1970
Bir örümcek türü var… Avını yakaladığı zaman zehrini içine zerkediyor, o zehir avın iç organlarını eritip sıvılaştırıyor… Örümcek o sıvıyı emip beslenirken av da ölüyor.
Bugün, “anayasaya uymayacağını” açıklayan, “fiili durum” yaratarak hukuka darbe yapan Tayyip Erdoğan da “diktatörlük” yolunda bu “örümcek siyasetini” izliyor.
Siyasi partilerin ve kurumların içine önce zehiri bırakıyor.
Çok basit ama çok etkili bir zehir bu.
Bu zehrin adı, “Kürt nefreti.”
Sadece ve sadece bu zehirle Erdoğan laikliğin yok edileceği bir dinci diktatörlüğün yolunu açmayı beceriyor.
Bu zehirle önce MHP’yi sıvılaştırıp, Devlet Bahçeli’yle birlikte bütün organlarını emip, bu partiyi tüketti.
Ulusalcıları da bu zehirle yeyip bünyesine kattı.
Ardından, anlaşılmaz bir biçimde Erdoğan’ın yanına gidip, “hadi beni de zehirle” diyen CHP’ye zehrini zerketti ve “dokunulmazlık oylamasında” bu partiyi de sıvılaştırdı.
CHP ve MHP sıvılaşınca Meclis de sıvılaştı ve Erdoğan’ın emrine girdi.
AKP’yi zaten daha önceden sıvılaştırıp yok etmişti.
Böylece Erdoğan’ın karşısında ne Meclis, ne de siyasi parti kaldı.
Hepsi birden sıvılaştılar, yem oldular ve Erdoğan’ın diktatörlüğünün yolunu içleri boşalmış kabuklarıyla sonuna kadar açtılar.
Haliyle bu zehrin işlemediği ve yok edemediği tek bir güç var.
Kürtler.
Kütlerin siyasi partisi HDP’yi sıvılaştıramıyor.
Bütün kurumlarıyla ve partileriyle eriyip yok olan Türkiye’yi Erdoğan’ın en son hamlesiyle yutup sindirmesini engelleyen de, şu anda ortada gözüken tek canlı ve katı organizma olan HDP ve Kürtler.
Erdoğan’ın, taraftarlarının ve çoktan AKP’nin koynuna giren ulusalcıların en kızdıkları şey de bu gerçeğin söylenmesi.
Üstelik hem Kürtleri, hem de gerçekleri söyleyip insanları uyarmaya çalışanları bertaraf etmek için Ergenekon kadrolarını da “transfer” ettiler… Onlara kendi “altyapılarından” yetişenleri de monte edip “Türk tipi” bir Gestapo’yu devreye sokacaklar.
Biraz daha susup, biraz daha sessiz bekleyenler, o Gestapo harekete geçince zaten tümden konuşamaz hale gelecek.
HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını engellemek için mücadele etmek yerine AKP’ye teslim olan Kılıçdaroğlu, “gerekirse hapse gireriz” diyor ama ona kötü haberi vereyim, bu gelişmeler sürerse “gerekmese” de CHP’lilere kitleler halinde hapishanelerin yolu gözükecek.
Burada amaç, “hapse girmek” değil, hukukun öldürülmesini, herkese hapishenelerin yolunun açılmasını önlemek olmalı.
Bugün kim ne kadar kızarsa kızsın, CHP ne kadar “dokunulmazlıklar için anayasa mahkemesine giden bizden değildir” derse desin, ulusalcılar maskelerinin indirilmesine ne kadar öfkelenirlerse öfkelensinler bugün karşımızdaki gerçek, Türkiye’nin kurtulmak için HDP’ye muhtaç olduğu gerçeği.
Zaten bunun için Erdoğan, HDP’yi yok etmek istiyor.
Bunun için daha yargı harekete geçmeden yargının vereceği kararı açıklayıp, “bugünler iyi günler, daha da kötü olacaklar” diyerek HDP’lilerin tutuklanacağını müjdeliyor taraftarlarına.
Siyaseten sıvılaştıramadığı tek gücü, kendisine bağlı olan yargıyla ezip parçalamayı planlıyor.
HDP’nin yok edilmesi Türkiye için birçok açıdan felaket olacak.
Birincisi, PKK’nın bundan böyle büyük şehirleri hedef alacağı anlaşılan şiddetiyle Türkiye arasında hiçbir koruyucu duvar kalmayacak.
Erdoğan’ın sürekli “terörist” olmakla suçladığı HDP, terörist olmanın aksine bugüne dek Türkiye’de terörün büyümesini engelleyen tek güç oldu.
HDP’nin ortadan kaldırılması büyük bir şiddetin de yolunu açacak.
Üstelik “bize siyaset imkanı vermiyor bu Türkler, vermeyecekler de, bizimle birlikte yaşamak istemiyorlar” diyen Kürtlerin ve silahlı mücadele taraftarlarının sayısının bir anda çığ gibi artacağı da bir gerçek.
Ve “Türkiye’nin bölünmesinden çok korktuklarını” söyleyenler, Türkiye’nin bölünmesinin ve Kürt silahlı hareketinin bir “bağımsızlık hareketine” dönüşmesinin de yolunu açacaklar.
Karşılıklı şiddet bütün ülkeye, sokaklara yansıyacak.
İkincisi, dinci bir diktatörlüğün önünde hiçbir ciddi güç kalmayacak.
Dinci bir diktatörlüğe giden yol ve diktatörlük durağının bizzat kendisi şiddet ve ölümle dolu.
HDP kenara itildiğinde o yoldan o durağa gideceğiz.
Bugün bütün Türklerin durup ciddi bir biçimde düşünmesi gerekiyor.
Bu şartlarda ne yapacaklar?
Neyi tercih edecekler?
Bugün Erdoğan’ın en çok korktuğu siyaset olarak görünen yolu izleyip, Erdoğan’ın medyasının ve Erdoğan’ın yörüngesinde mutluluk turları atan ulusalcıların “hain” diye bağırışan şirretliklerine esir olup, kanlı bir diktatörlüğün ve şiddetin yolunu açacaklar mı?
Sadece demokrasiden değil laiklikten ve iç barıştan da vazgeçip bir şiddet cehenneminin kanlı alevlerine gönüllü olarak atlayacaklar mı?
Yoksa şu anda tek “canlı” organizma olan HDP ve Kürtlerle birlikte hareket edip yeniden canlılıklarına kavuşarak, diktatörlüğün ve hilafetin önünü kesecekler mi?
Bu, bütün geleceğimizi belirleyecek hayati bir karar.
Ve, vakit süratle daralıyor.
Tam o ünlü şarkı gibi…
Ya şimdi, ya asla…
Ya Erdoğan’ın adamlarının ve onların suç ortağı ulusalcıların bazen açık bazen sinsi yöntemlerle kanınıza zerkettiği “Kürt düşmanlığı” ile sıvılaşıp bir kan torbasının içinde eriyeceksiniz…
Ya da eşit ve özgür bir hayat için HDP’yle ve Kürtlerle elele vereceksiniz.
Türkler, bütün partileri ve kurumlarıyla eridiler.
Yeniden hayata dönmeleri için tek panzehir Kürtler gibi gözüküyor.
Size pek “lezzetli” gelen zehiri yutacak mısınız?
Size epey acı gelen ilacı alacak mısınız?
Hayati bir soru.
Bu sorunun asıl muhatabı da Kemalistler.
Demokratlar HDP’nin yaşama hakkını zaten savunuyorlar.
Ulusalcılarla milliyetçiler ise o zehiri büyük bir arzuyla içtikleri gibi herkese de içirmeye çalışıyorlar.
Henüz “nispeten” kararsız gözüken ve gerçekten büyük bir kitleye sahip tek güç, “ulusalcılaşmamış” Kemalistler kalıyor.
“Çağdaşlık ve laiklik” düşkünlüğünüze demokrasiyi de, hayatınızı kurtaracak bir panzehir olarak katıp HDP’yle birlikte mücadele edecek misiniz?
Yoksa bunu yapamayacak mısınız?
Kemalistler, hep bu ülkeyi yönetmek ve geleceğini belirlemek istediler.
Bu kez “yönetemeseler” de hiç olmadığı kadar “geleceğini belirleme” kudretine sahip oldular.
Kemalistlerin eski alışkanlıklarından vazgeçmekten, mücadele etmekten pek hazetmediklerini, hep başkalarını suçlamaktan hoşlandıklarını biliyorum.
Bu hayati tercihle karşı karşıya kalmaktan sıkılacaklarını da tahmin etmek zor değil.
Karar vermektense sancılı bir ölümü de tercih edebilirler.
Ama hayat sizi bu kavşağa getirip bıraktı.
Yolunuzu seçin.
Yine size “lezzetli” gözüken “zehiri” içerseniz bir sıvıya dönüşecek, kan torbasının içinde çoluğunuz çocuğunuzla birlikte çalkalanarak acılardan acılara yuvarlanacaksınız.
Gerçekler, bunu haykırıyor.
Hayat acımasız ve epeyce de alaycıdır.
Kaderiniz, geleceğiniz, “laikliğiniz”, özgürlüğünüz yıllarca küçümsediğiniz Kürtlere bağlı.
Kararınız, sadece sizin değil ülkenin de kaderini belirleyecek.
Ve unutmayın, karar vermek için çok da fazla vaktiniz yok.