Necip Fazıl, Menderes ve 27 Mayıs Üzerine
İsmail ŞAHİN 27 Mayıs 2008
27 Mayıs'ta yapılan şeyin ne olduğunu hepimiz biliyor, yazıyoruz. Peki 27 Mayıstan önce aslında neler olmuştu?
Demokrat cephe için her şey "mükemmel", temiz ve tam demokratik bir dönemdi. Menderes "demokrasi" havarisi, nazik ve nahif bir adamdı; Nasıl kıyılır böyle adama?...
CHP cephesi için ise bu tam tersi bir dönemdi; Muhalefetin sindirildiği, öğrencilerin "kıyma makinelerinde" kıyıldığı, nazenin "demokrasimizin" dikta rejimine doğru gittiği bir dönem.
DP sağcı mıydı?...
1950-60 arasındaki döneme ait "hikayelerin" merkezinde CHP'nin temsil ettiği sol ve ülkeyi demokrasiyle kavuşturduğu söylenen, Amerikan liberalizminin temellerini atmaya çalışan "Demokrat" parti vardır.
Bir tarafta daha elitist, devletin ve Cumhuriyetin "sahibi", bürokrasinin hakimi CHP, diğer tarafta daha "yerli", demokrasinin tabiatı itibariyle siyasete köylü alt sınıfı dahil etmiş, muhafazakar yığınların desteklediği Demokrat parti...
Demokrat partinin hikayesini benim açımdan "ironik" yapan CHP'nin iki parmak solunda siyasete başlayıp "irtica"nın merkezi olarak siyasi hayattan çekilmesidir. Demokrat Parti'nin siyasi "sapması" "taban zorlaması" olarak değerlendirilebilir. DP, orta ve alt sınıfın mecburi "sığınağı" olmasının kurbanı olmuştur diyebiliriz. Belki de kendisine sığınan yığınların politik ihtiyaçlarını karşılamak adına siyasi yelpazedeki yerini "revize" etmiştir. "Belki de" diyorum çünkü bunun menfi veya müspet "ispatı" yok. Elimizdeki tek karine Celal Bayar'ın "iki parmak sol" tarifidir.
Necip Fazıl'ın "beklenen kahraman"ı ...
DP, tabii ki bir umuttu. CHP'nin Atatürk'ün vefatından sonra icat ettiği ve adına "Kemalizm" dediği, ceberrut ve baskıcı, "cumhur"u kayıt dışına iten yönetim tarzı geniş halk yığınlarını isyan noktasına getirmişti. İsmet Paşa döneminin "şifre" kelimelerinin birisi "baskı" ise diğeri de fukaralıktır. İsmet Paşa Türkiye'sinde her köyün bir "vergi" hikayesi vardır. "Geldi İsmet, gitti kısmet" gibi atasözlerinin halkın diline pelesenk olduğu bir dönemden kaçışın tek yolu doğal olarak DP oldu.
40'lı yılların ortasından itibaren tek parti diktasına karşı sert bir mücadele içine giren Necip Fazıl ile Demokrat Parti'nin yollarının kesişmesi de bu kaçışın sonucudur. Tıpkı millet gibi, "sağ" aydın için de DP ve Menderes "özgürlük" umudunun ete kemiğe bürünmüş haliydi.
DP öylesine büyük bir umuttu ki, Necip Fazıl bir yazısında "Yoksa beklediğimiz kahraman bizzat Adnan Menderes midir?" diye sormadan kendini alamamıştır. Kendisi dışındakileri "övmesi" nadirattan olan Üstad'ın Menderes'ten beklentisi büyüktür: "Siz, her parti alâkası dışında, Adnan Menderes olarak, bu vatanın şiddetle muhtaç olduğu ve en hassas dakikada başında bulduğu ender zekâ ve ruhlardan biriydiniz!"
Necip Fazıl ve DP'ye oy veren yığınların DP'den beklentisi belliydi. Daha demokrat, dine saygılı, milli duyarlılığa sahip ve kendisini refaha ulaştıracak bir yönetim. Kaldı ki, DP "yeter söz milletin!" ve "her mahallede bir milyoner yaratmak" sloganlarıyla, CHP "dikta"sından yılmış halka yeterince "ümit" veriyordu...
Ezanın tekrar Arapça okunmaya başlanması, dini eğitimin serbest hale gelmesi gibi düzenlemeler Menderes'in "beklenen kahraman" olmasına yetmişti. Sonra, sanayi hamleleri, yollar, sokaklarda görülmeye başlanan Amerikan arabaları, Marshall yardımları...
Her şey 1952'de başladı...
Menderes'le ilgili ilk "ümidin" ve "hayal kırıklığının", onu "beklenen kahraman" zanneden kesimden gelmesi bir tenakuz mu?
1952'de Menderes'in "beklenen kahraman" olabileceğini haykıran Necip Fazıl'ın Malatya hadiseleri sonunda ceza evine atılması ilk şoktur. Sadece o mu? Yüzlerce Milliyetçi ve Muhafazakar görüşleriyle tanınan aydın. Suçlama, Ahmet Emin Yalman'a kurşun sıkan bir gencin evinde çıkan dergi ve gazetelerde bu aydınların isimlerinin ve yazılarının bulunmasıdır.
Bu olay, Menderes'ten "ümitvar" olan N. Fazıl'ın ümitlerini ne kadar kırmıştır bilinmez ama, N. Fazıl'la aynı çizgide olan Serdengeçti olarak şöhret olmuş Osman Yüksel dönemin pek de "göze çarpmayan" özelliğini kelepçeli bileklerini gazetecilere uzatarak haykırır: "bu kelepçeler Menderes'in demokrasi fabrikasında imal edildi!"
İlk "şok" 1952'de gelmiştir, artçı sarsıntılar devam edecektir. Menderes, CHP tarafından her sıkıştırılışında çareyi milliyetçi ve muhafazakar görüşleriyle tanınan aydın ve çevreleri sıkıştırmada ve çoğu kez cezaevlerine atmakta bulur. Aydınlar cezaevlerine atılırken, milliyetçi matbuata sıkı denetim gelir, Milliyetçiler Derneği gibi "sakıncalı" derneklerin kapısına kilit vurulur.
Bu görüşe itiraz edenler olacaktır, bu arkadaşlara tavsiyem Menderes dönemini, bazı "sağ" aydınların hayat hikayeleri ile mukayeseli olarak bir kez daha okumalarıdır. Orada, DP ve bu çevrelerin kesiştikleri en önemli unsurun "davalar" olduğu görülecektir.
Ezan'ı Arapçalaştıran ve dini eğitimi serbest bırakan DP iktidarının "şeriatla" mücadelesi Necip Fazıl ve Osman Yüksel gibi "milli" duruşlarıyla tanınan isimler üzerinden kesintisiz devam etmiştir. Aynı "mücadele" çerçevesinde Necip Fazıl 1957'de tekrar hapse atılır. Osman Yüksel'in cezaevi kapılarında attığı "açılın Osman geliyor!" nidası ise artık "atasözü" gibi olmuştur.
1959'a gelindiğinde Necip Fazıl ve Büyük Doğu dergisi aleyhine açılan davalardan istenen hapis cezaları yüzlerce yıldır. Bu durum sadece Necip Fazıl ve Osman Yüksel için geçerli değildir. DP'den kopan Osman Bölükbaşı ve Millet Partisi mensupları da muzdariptir "Menderes demokrasisi"nden...
Aynı "demokratik" yaklaşım, memleketin "en büyük" mürtecisi Said Nursi'nin Urfa'da bulunmasını "rejime tehdit" olarak algılamış, seksen yaşına merdiven dayamış Nursi'yi hasta yatağında çöp arabasıyla Urfa dışına göndermiştir.
Menderes demokrasisinin 1960'da geldiği noktayı Necip Fazıl'ın darbe haberini aldığı andaki tepkisi çok güzel gözler önüne sermektedir: "İlk ağızda bu işi Adnan Menderes'in bir tertibi ve "Hükümet içinde hükümet" numarası sandım."
Necip Fazıl'ı bu düşünceye sevk eden saik neydi?...
DP'nin özellikle 1954'den sonra CHP'den kopyaladığı bir yönetim tarzını benimsemesi olmasın? Bu tarz, çoğunluk gücüyle yasal değişiklikler yaparak muhalefeti susturmak, güçlü iktidarla "dikta"yı karıştırmak olarak tanımlanabilir. Aslında bunun tek tarifi "güç sarhoşluğu"dur. Ki bu, siyasetin en önemli hastalığı olarak günümüzde de devam etmektedir.
Aslında DP yönetiminden en fazla eziyeti, kendisini milli değerler etrafında tanımlayan aydınlar ve siyasi hareketler çekmiştir. CHP'nin çektiği çok bir şey olmamıştır. Zaten DP, CHP'nin "harimi ismeti"ne el uzattığı anda devrilmiştir. DP, demokrasiyi kurtarması için İsmet Paşa'dan "medet" umduğu anda zaten bitmişti...
Önce CHP olabilmek
Eğer Menderes CHP'ye yönelik hareketlerinde biraz ölçülü olsaydı 27 Mayıs olmazdı iddiasındayım. Sadece 27 Mayıs değil, tüm darbelerde önemli bir unsurdur "CHP ile iyi geçinmek". Çünkü Türk siyasal sisteminde partiler, bir yazarın ifadesiyle "önce CHP" sonra bu CHP sınırları çerçevesinde "parti" olabildikleri ölçüde yaşarlar...
O kadar darbe ve ara dönemin CHP iktidarlarına rastlamamış olması ilahi bir tesadüf mü? Bu demek değil ki CHP'ye darbe yapılsın. Hiç kimseye yapılmasın. Hiçbir siyasetçi, İsmet Paşa'nın damadı Metin Toker'in ifade ettiği "Kesik bir parmak gibi ipin ucunda sallandırılmayı?" hak etmemeli.
Sonuç
Şüphesiz ki DP yönetimi, muhafazakar kesime yaptıkları için devrilmemiştir. DP'nin kendisini iktidar yapan Anadolu'ya sırtını dönmesi CHP'yi % 41'lere kadar taşımıştır. Bu icraatlar DP'nin taban kaybetmesine neden olmuştur ancak.
DP'yi ve 27 Mayıs sürecini inceleyenler her nedense CHP'nin yükselişini ve DP'nin "icraatlarını" göz ardı etmektedir. Yani, herkes trajik sonuca bakmaktadır; süreçle ilgilenen hemen hemen yoktur.
Burada sağ ve sol dünya görüşünün "zıtlık"tan doğan benzerliği göze çarpmaktadır. Sağcılar, DP döneminin icraatlarını görmezden gelerek sadece sonuca kilitlenmektedir. Solcular ise, sürece kenetlenmekte, sonucu görmezden gelmektedir. Halbuki "objektif" bakış, her ikisine de yukarıdan bakmamızı gerektirir. DP'nin yaptıkları ve başına gelenleri tam bir tarafsızlıkla yorumlayacak bir okumaya ihtiyaç vardır. Menderes ve arkadaşlarının başlarına gelenler elbette kınanmalı, eleştirilmeli ve fakat DP döneminin anti demokratik uygulamaları da görülmelidir.
Bu eleştirinin bizi darbecilerle aynı cenaha düşüreceği ve DP'nin yaptıklarının göz ardı edileceği zannediliyorsa, bu konuda endişeye mahal yoktur. Bu millet hiçbir zaman darbecilerle aynı cenaha düşmez, çünkü bilir ki orada "Cunta zihniyeti" vardır. Ve sonuçta her zamanki gibi "mağdur" milletin bağrında yer bulur, dinine "zerre" kadar katkısı olanı unutmaz...