« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

23 Oca

2007

TÜRKLERDE CUMHURİYET

Muhsin BOZKURT 23 Ocak 2007

Meşhur tarihçimiz İsmail Hami Danişmend’e göre dünya tarihinde ilk demokrasiyi Türkler kurmuş ve iki meclisli ilk parlamentoyu da Türkler tesis etmiştir. Orta Asya’daki göçebe Türk İmparatorluklarının bile dünyada misli görülmemiş bir takım demokrasi esaslarına dayandığı tesbit olunmuştur.

Yine İsmail Hami Danişmend’e göre, İslâmiyet’ten sonraki Türk devletlerinde de muhtelif/çeşitli tezahürleri görülen bu tarihi ve milli hususiyetimiz, Türkiye’nin azamet devrinde çeşitli milletlere mensup Avrupa alimleri tarafından asırlar boyunca tetkik edilip, Hristiyan-Garb’ı titreten eski Türk idaresinin bir “Mutlakiyet” değil, aksine bir “Demokrasi” olduğunda ittifak edilmiştir.

Yeryüzünde ilk demokrasiyi de, parlementoyu da bundan beş bin yıl evvel Türkler kurmuştur. Bu tarihi hakikati tesbit eden de, Garb/Batı ilmidir.

Gene aynı ilim, İslamiyetten evvel Orta-Asya’da kurulmuş göçebe Türk devletlerinin bile bünye itibariyle demokratik bir nizama istinad edmiş/dayanmış olduklarını tesbit etmiştir.
Dünya tarihinde ilk demokrasi ve ilk parlamento, bütün medeniyetlerle ilimlerin ve sanatların kaynağı ve menbaı olduğunda artık ittifak edilen/birleşilen Sümer’de kurulmuştur. İsmail Hami Danişmend’e göre, Sümer medeniyetini kuran da, Orta-Asya’dan oraya gelmiş olan bir Türk camiası/topluluğudur.

Evet, tarihin her devrinde kurulmuş olan devletlerimizde, Cumhuriyet şeklen ve ismen olmasa bile ruhen ve muhtevasının somut tatbikatlariyla vardı. Nitekim Osmanlı Devleti, bu uygulamaların göz yaşartıcı ve iftihar verici örnekleriyle doludur:

Osman Bey, sefere başlamadan önce, arkadaşlarını toplar, maksadını anlatır, durumu müzakere eder, sonra karar verirdi. Böylece, herkes gönüllü olurdu. Varılacak hedefi önceden bilirdi.

Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi, Yavuz Sultan Selim’in Hristiyanları zorla Müslüman etme kararını ibtal ettirmiş, sonra da ona şöyle demişti:

-Sultanım, sen Şeriattan/İslam’dan, adaletten ayrılır da kendi kendine hüküm verirsen, ve onu infaz ettirirsen, ben de senin padişahlıktan indirilmen için fetva çıkartırım.

Yavuz, buna karşılık onu mükafatlandırmıştı.

Yıldırım Bayezid, Bursa kadısı Şemsettin Fenari huzurunda bir mesele için şahitlik etmiş, lakin bu şahitliğe kadı değer vermemiştir.

Osmanlı Padişahlarının “mutlak hükümdar” oldukları zannı çok yanlıştır. Birçok padişahların fetvalarla tahtlarından indirildikleri bunu gösterir. Bazı hallerde padişahlar da Şeyhülislamları azletmişlerdir.

Vezirler ise icra kuvvetini temsil ediyorlardı. İcrayı faydalı ve kanuna uygun yapmadıkları takdirde padişahca azlediliyorlar/ görevden alınıyorlardı.

Kuvvetler ayrılığı, kuvvetlerin birbirlerini murakebesi ve yetkilerin sınırlı, fakat tam olması Osmanlı Devleti’nin bünyesine çok sağlamlık veriyordu.

Bu hususu bir hukuk alimi olan merhum Prof. A. F. Başgil şöyle ifade ediyor:
“Devlet teşkilatında kuvvetler ayrılığı uygulaması, Hz. Ömer devrinde başlamıştır. İdare ve kaza yani yargı ayırımı yapılmış, bunun yanında devletin en yüksek müzakere ve karar organı olarak bir şura meclisi kurulmuştur. Bu meclis, kabile mümesilleriyle/temsilcileriyle halk temsilciliklerinden teşekkül eder/meydana gelirdi.” (Başgil, A.F., Anayasa Prensipleri, C.1, 63.)

Böylece denilebilir ki, İslamiyet şurayı esas almakla temsili cumhuriyet tarzını ortaya koyan bir siyasi anlayışa açık bulunmaktadır.

Diğer bir ilim adamı ise, kaza/yargı organı ile idare/yürütme organı arasındaki ayrılığın ta Hz. Muhammed devrinde yapıldığı görüşündedir. (Turnagil, İslamiyet ve Milletler Hukuku, 66)
Nitekim Osmanlıların Şeyhülislamlık makamını ihdas etmeleri/kurmaları görülmemiş bir hususdur.

Osmanlı Devleti’nde danışma, siyasetin temeliydi. Çünkü her çeşit meşveretin yani danışma ve istişarenin neticesine uygun hareket etmek, İslam’da vacib/kesin emir derecesinde gerekli görülmüştür.

Osmanlıların yükselme devirlerinde Padişahlar,vezirler, kazaskerler, beyler, hakkında kanun veya misal/örnek bulunmayan hallerde, mutlaka danışırlardı. Onların bu meziyetleri hatalarını pek azaltır, başarılarını çoğaltırdı.

Mesela Sultan Birinci Murat, Kosova savaşından önce kumandanlarla danışmada bulunmuştu.

Kanuni, Mohaç savaşından önce danışmada bulunmuşlardır. Yalnız savaşlarda değil, her türlü devlet işerinde çok zaman Padişah, vezirler, ilim adamları ve kumandanlar müşavereyi/danışmayı ihmal etmezlerdi.

Murakebe ve müşavere sayesinde Osmanlı idaresi o kadar mükemeldi ki Fatih Sultan Mehmet’in çağdaşı olan ve siyaset sanatı hakkındaki “Prens” isimli meşhur eseri meydana getiren İtalyalı Makyavelli bile, Osmanlı idaresinin, o zamanki idarelerin hepsinden daha iyi olduğunu yazıyordu.

Hükümdarlar, vezirler, her derecede memurlar ve kumandanlar yetkilerini tam olarak kullanırlar, lakin bu yetkinin İslam dini tarafından çizilen hududunu geçmemesi gerektiğini, geçerse kuvvetinin ve yetkisinin hemen sıfıra ineceğini bilirlerdi. Padişah bile “insan üstü” olmak imtiyazına sahip değildi, gurura kapılmanın zararları bilindiği için, vazifeli bir insanın her defasında, divanda şöyle bağırdığı rivayet edilir:

-Mağrur olma Padişahım, senden büyük Allah var…

En büyük, en kuvvetli, hatasız, ezeli ve ebedi varlığın, ancak Allah olduğuna kesin bir şekilde inanıldığı için, görevin hududu yetki ve sorumluluk sınırını aşmıyor, faydalı ve seciyeyi/ahlakı çelikleştiren dozunu devam ettiriyordu.

Ziyaret -> Toplam : 125,12 M - Bugn : 833

ulkucudunya@ulkucudunya.com