Mesele o değil ki
Yavuz Baydar 01 Ocak 1970
'Yazıklar olsun', 'Dostkırım', 'Dummkopf', 'Nazi ürür kervan yürür', 'Hitler'in çocukları', 'Alman malı', 'Açın kapıları'...
Daha neler neler.
Dünkü gazetelerin Alman meclisinde neredeyse oy birliği ile alınan 'Ermeni Soykırımı' kararıyla ilgili münasip bulduğu başlıklardan sadece bazıları.
Kimileri de 'utanç' kelimesini seçmiş.
Hatta çok 'yaratıcı' bulmuşlar ki, Almancasını da kocaman puntolarla büyütmüşler, gözlere daha çok sokabilmek için.
'Utanç'mış.
Tarihinin bulanık sayfalarından biri yüzüne tutulduğunda, üstelik ülke kitapçılarında konuyla ilgili yüzlerce kitap çıktığı halde okumadan etmeden, şüphe dahi duymadan, utancı başkalarına böyle iade etmek, utanç vesilesinin ta kendisi değilse, acaba nedir?
AKP'nin 13 yılının 'bardağın dolu yanı' kısmına bakıldığında, en azından bu ülkenin insani çözüm ve yüzleşme bekleyen iki sorununda, Osmanlı Ermenilerinin trajedisi ile habire kendisini kan ile yeniden üreten Kürt dramında bir olgunlaşma, bir farkındalık, bir vicdani dil beklemek gerekirdi, değil mi?
Acı içinde farkediyoruz ki, zihniyette milim kıpırdama, ayrışma olmamış.
Pek çok gözlemci, hayırhah dindarlığın, inançla beslenen ahlaki yaklaşımın, bu toplumun gözeneklerine sindirilmiş acımasızlığı ve kitlesel hipnozla beslenmiş inkarcılığı kıracağını düşünmüştü.
Ne hazindir ki, tam tersini yaşıyoruz.
Ülkede en asgari standartlarda habercilik yapması ve kamusal tartışma alanını ferah tutması gereken medya, 18'inci yüzyıla ait ilkel bir tepkisellik ve sığlıkla, hızla lümpenleşmekte olan bir toplumun öfke çarklarına yüksek voltaj dayamakla meşgul.
Hürriyet ve Yeni Şafak, Sözcü ve Akit, Milliyet ve Star aynı dili konuşuyor.
AKP'nin gazeteci kökenli milletvekili, artık ne alakası varsa, 'Hadi o zaman Ayasofya'yı açın' gazlamasına giderken, Sözcü'nün yazarı 'Sırada Dersim heykeli var' diye kendi ulusalcı kitlesini AKP ve MHP kitlesiyle ('ortak düşmana' karşı kışkırtma üzerinden) iyice kenetleme derdinde.
Ruh ikizleri bunlar.
Bırakın onu bunu, Cumhurbaşkanı 1915 için en azından iki yıldır 'taziye' yayımlamış, onun bile gerisindeler.
Zannedersiniz ki, bu ortak nefret dilinin temelinde, bir başka ülkenin seçilmiş milletvekillerinin ideolojik ayrımları bir yana iterek aldığı 'soykırım' saptamasına karşı ikna edici yanları olan bir çıkış var.
Alakası yok.
Çünkü mesele Almanya'nın kararı değil.
Mesele, ülkeler tarihinde istisnasız var olmuş hataların, insani trajedilerin, bu ülke tarihine düşmüş kabarık payı üzerinde biraz düşünmek olsaydı, bizleri 'demokratikleşme' hakkında az da olsa umutlandıracak bir dil farklılaşması görecektik.
Medya, toplumları sağduyu ve bilgiye açık tuttuğu ölçüde medyadır.
İnsanları cehalet, ön yargı, aşırı milliyetçilik ve tarihsel yalanlar üzerinden kışkırtıp durarak bunu iktidarın tahkimat aracı olarak gören iktidarın hizmetkârı bir propaganda sektörüne medya denemez.
Evet, mesele o buna soykırım dedi meselesi değil.
Mesele, modern tarihinin en kıymetli ve müsait döneminde vicdani yüzleşmeye doğru sert virajı alacakken, 13 yıl sonunda akıl felci yeniden nüksederek şarampole yuvarlanan bir toplumun utancı sahiplenmekteki inadı.
Onun bunun aldığı kararların bu inadın sonucu olduğunu anlamaktan da acizler.
Sağcısı ve 'mahalli solcusu', dindarı ve kentli laik kesimleriyle, seçkinleri ve kenar mahalle sakinleri ile bir yandan geçmişteki zulmü inkar ederken, bugünün katmanlı zulmünü görmezden gelen, yan yana durup alkışlayan, kemikleşmiş sloganlarla dünyaya bağırıp çağıran bir toplum, böyle gittikçe içinde düşman ürete ürete kendisini kemirecek ve bir insanlık çölüne dönüşecek.
Oysa, 13 yıl önce her türlü insani yönlendirmeye açıktı bu ülkenin insanları.
Kararlı bir yönetimle ana meseleler tam çözülmese bile törpülenebilir, aşılabilirdi.
Tersi oldu:
İnsanların içindeki en büyük kötülükleri dirilttiler.
Şimdi yıkıcı azgınlık ve birbirini yeme zamanı.
Elde var sıfır.
Meselemiz budur.