« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

07 Haz

2016

Türk savcı ve polisler de Zarrab davasına tanık olarak çağrılacaktır

YAVUZ BAYDAR 01 Ocak 1970

Doğrudan ulusal ve bölgesel güvenlik boyutları olan, Türkiye'yi yıllardır yöneten siyaset esnafının derinlemesine bulaştığı hissini veren, kapsamı sınır tanımayan böyle bir davayı izlemek için, onurlu ve profesyonel herhangi bir medyanın, çoktan New York'a muhabirlerini, hatta köşe yazarlarını göndermiş olması gerekirdi. O kuruluşlar haber kopartmak adına New York Güney Bölge Mahkemesi'nin kapısı önünde çadır kurmuş, nöbet tutuyor olurlardı.

Ama ortada ne Milliyet kaldı, ne Sabah. Hürriyet dosyaya göz kırpıştırarak, 'neresinden tutarsam başıma birşey gelmez' diye bakıyor. Ortada kamu yararı adına iş yapan kamu yayıncısı yerine TRT gibi bir AKP-devlet borazanı olduğu için, Anadolu Ajansı iktidara endekslendiği için, özel medya kuruluşları baskınlarla devletleştirildiği için, Cihan Haber Ajansı imha edildiği için, ortalıkta muhabir barındıracak bağımsız TV kanalı bırakılmadığı için, Zarrab dosyasını bir avuç cesur meslektaşımızın takibinden izlemek durumundayız.

Gelişmelerdeki son durumu gündüzünü gecesini konuya ayıran İlhan Tanır'dan alalım:

''Bu hafta Zarrab davasında iki kritik gelişme yaşanacak. Birincisi, Salı günü (yabi bugün), 31 Mayıs, Zarrab, avukatı vasıtasıyla kefaletle serbest kalma görüşmesinin yapılacağı 2 Haziran öncesi, ek bir dilekçe sunacak.''

''Asıl duruşmaların başlaması beklenen Eylül ayından önce, asıl iddianamenin yayınlanmasının beklendiği önümüzdeki haftalarda hareketlenmeler bekleniyor.''

Milli Görüş tabiriyle, 'kadayıf yavaş yavaş kızarıyor', anlayacağınız.

Eylül'den itibaren dibi iyice lezzetli bir kıvamı bulmuş olacak.

Araya sıkışan zamanda Türkiye'de 'tek devlet, tek din, tek dil, tek bayrak' kavramlarının yanına eklenmek istenen 'tek lider' yolunun kurdele kesilerek açılması için dozu daha da yüksek bir milliyetçi popülizm bekleyin. Bu arada, havuz ve havuç medyasında dosyanın içini sulandırmak için yeni şark kurnazı hamleleri.

Ama bu kez durum farklı.

Nasıl farklı?

İki nedenle.

Birincisi, çapının çok geniş olduğunu artık iyice anladığımız, muazzam boyutta bir 'organize suç örgütü' iddianamesi geliyor. Evet, bu, siyasi boyutları göz kamaştırıcı olan, ama özünde en adi suçları - rüşvet, kara para aklama, dolandırıcılık vs - bir mafya davası düpedüz. Çarkın kuruluşu, operasyonel felsefesi, kuran ve işleten kişilerin davranış kodları, ve parasal kapsama alanı, aynen geleneksel mafyanın çalışma el kitabından alınmış gibi. Altın yerine uyuşturucu, silah, veya insan koyun, ne dediğimi anlarsınız.

İkincisi, ki bunu Türkiye'de kamuoyunun büyük kesimi hala kavramış değil - bu dosya, bu ülkede ortaya çıkıp şekillenmedi.

Görülecek ve anlaşılacak ki, 17 ve 25 Aralık'ı tetikleyen gelişmelerin arka planında, biri İran ambargosu diğeri El Kaide bapğlantılı olduğu için, başta Amerikan FBI ve Interpol, birçok sınır ötesi güvenlik kuruluşunun ta 2010'lara giden takibi var. Soruşturmaların merkezinde, profesyonelliğini kanıtlamış, güvenilir bir Türk ekip, her türlü riski hesaba katarak, görev aldı.

Onların başına gelenleri de biliyoruz.

Biliyoruz ama, iş öyle bitmiyor. Filmi geriye sarın, ve 2013'ün son günlerinde hızlandırılmış halini hatırlayın. O günlerde hukuk adına canını ortaya koyan savcı ve polisler, çürüdüğünü düşündükleri bir iktidarın suça bulaşmışlığı iddiasını yargıya taşımak için varlarını yoklarını ortaya koymuşlardı. Bu yüzden, sadece bu yüzden, hapse atılmak, veya yurdu can güvenliği nedeniyle terk etmek gibi bir bedel ödediler.

Çoğu Batı'da bilgi birikimleri ve saygınlıkları ile isim yapmış, birkaç dil bilen bu kişiler arkalarından kurulan cadı kazanlarıyla, papağanlaştırılmış medyayla, en olmadık karalamalara maruz bırakıldılar.

Halkın büyük çoğunluğu şimdi onların 'paralel' olup olmadığıyla ilgili ne yazık ki; ortaya çıkardıkları devasa çöplük yığınının ülkemizin milli menfaatlerine zarar verip vermediğiyle değil. Eh, bir mütekait Genelkurmay Başkanı bile '17 Aralık darbe girişimiydi' diye faydacılık uğruna bile bile yalan söylüyorsa, gerisi anlaşılır.

Ama güneş balçıkla sıvanmıyor. Gerçek dediğimiz bir şey var, bir gün kapıyı mutlaka çalıyor. Amerikan gangster filmlerini izleyenler bilir: Suç denen şey buharlaşmıyor. Adalet er geç yerini buluyor. Yalanlarla herşeyi bir yere kadar örtebilirsiniz.

Tanır'ın yazdığı gibi:

''Komplo teoricilere pas vermemek kaygısı çok önemli. Ama bunu yaparken Bharara’nın arkasından gittiği dosyanın büyüklüğünün ve yıllarca yapılan illegal hareketlerin Erdoğan ile de doğrudan bağlantısı gözden kaçırılmamalı. Bunu tabi ki bizzat Bharara’nın yazdığı 29 sayfalık görüş’ünden açıkça görüyoruz. Erdoğan’ı korumak isteyen, dostluğundan umudu olan hiçbir ABD kurumunun kalmaması, Erdoğan'a karşı gelişmesi mümkün böyle bir davayı durdurmak adına kimsenin parmağını kıpırdatmamasına neden oldu.''

***

Bharara'nın önü açık. Ve gene unutmayın ki, New York Güney Bölgesi Mahkemesi (NYGB), ABD'yü kene gibi emen büyük mafya aileleri ve onların kirli Amerikalı siyasiler ve bürokratlarla ilişkilerini 'sonuna kadar giderek' teşhir etmiş, bu konuda kuvvetli bir kurumsal hafızası, arşivi ve tecrübesi olan bir mahkeme. Öğrenmek isteyen, 1980'lerde beş büyük mafya ailesinin (Gambino, Lucchese, Genovese, Colombo vs) 'baba'ları ve ekipleriyle nasıl kodese tıkıldığını ve onyıllar boyu hapisle cezalandırıldığını okuyabilir.

Şimdi esas konuya gelelim. Bu dava çok büyüyecek, belli. Öyle üç-beş tapeyle, banka transferi belgesiyle filan halledilecek bir şey değil. Mahkeme, eline gelen bu büyük balığı, hukuksal varlığı gereği, elinden kaçırmamak zorunda.

Bharara'nın elindeki her kartı öne süreceğinden emin olabiliriz. Bu yüzden, Türkiye'de 17 Aralık dosyasını baştan hazin sonuna kadar izlemiş, tabir caizse 'ıcığını cıcığını bilen' savcı ve polis amirlerinin New York'taki davaya tanık olarak çağrılacaklarına kesin gözüyle bakmak gerekir. Şu anda yurtdışında bulunan Celal Kara gibi savcılar da Bharara'nın kapsama alanında, hapse atılmış olan Yakup Saygılı gibi polisler de.

Davanın sınırlar ötesine taşan boyutları, mahkemeye getirilemeyen tanıkların, bulundukları yerlerde ifadesinin alınmasını da gerektirecektir. Federal suç soruşturmasına tanınan geniş yetkilerin benzeri, uluslararası anlaşmalarda da var.

***

Bakın Yakup Saygılı, zamanında polise verdiği ifadede neler anlatmış:

“Binali Yıldırım dinlenmemiş olmasına rağmen diğer dinlenen örgüt üyelerinin yaptıkları görüşmelerde suç örgütünün Binali Yıldırım tarafından yönlendirildiği görüldüğünden kendisi ile ilgili örgüt lideri tabiri kullanılmıştır.”

''Siyasi kişilerden Binali Yıldırım’ın danışmanı Ömer Serttaş’ın telefonlarının takip edilip edilmediğine ilişkin TİB nezdinde girişimlerde bulunduğu ve sonuç aldığı 656 sayılı dosyaya yansımıştır. Bu tip faaliyetler neticesinde yürütmenin yargı tarafından yürütülen operasyonları deşifre etme girişimleri tespit edilmiş yine de emin olamayan siyasi kişiler tarafından İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğüne talimat verilerek adli kolluk birimlerini fiziki takip yapmaları sağlanmıştır.''

Gelelim 17 Aralık savcısı Celal Kara'nın Cumhuriyet'ten Can Dündar'a anlattıklarına.

Kara, '2013 Eylül ayında Rıza Sarraf, Abdullah Happani ile görüşmesinde, Süleyman Aslan’ın Başbakan’la görüştüğünden ve Çin üzerinden gelecek parayla altın ihracatı yapma konusunda Başbakan’ın talimatı olduğundan bahsediyor. Aynı dönemde Aslan, Sarraf’a ihracatın İran ile bağlantı kurmadan, farklı bir yöntemle artırılması konusunda Başbakan’ın talimatı olduğundan bahsediyor'' diye anlatırken, Dündar pat diye soruyor:

''Başbakan’dan habersiz mümkün mü?''

Kara'nın cevabı:

''Soruşturma sırasında tamamen yasal yöntemlerle tespit edilen ve dosyaya dahil edilen bu telefon görüşmeleri eldeyken; Sarraf’ın aile fertlerinin istisnai yoldan T.C. vatandaşlığına alınması için Bakanlar Kurulu üyelerinin imzası gerekiyorken, Sarraf Başbakan’ın protokolünde hiçbir resmi sıfatı olmamasına rağmen bakanların yanında fotoğraflanmışken, Operasyonun ilk günlerinde “Dönemin Başbakanı”, kendisi için “Tanırım, hayırsever bir işadamıdır” demişken, Sarraf’ın bakanlarla menfaat ilişkisi içinde olduğu ve deşifre edilmesi durumunda hükümetin zor durumda kalacağına ilişkin MİT’e ait bilgi notunun, operasyondan 8 ay önce Başbakan’a sunduğuna dair haberler muhataplarınca yalanlanamamışken, Başbakanı'ın bu konulardan haberdar olmaması mümkün değil” değerlendirmeme, olaya tarafsız gözle bakabilen kim itiraz edebilir?''

Şöyle açıyor sonra konuyu:

''Rıza Sarraf ile Zafer Çağlayan arasında geçen bir konuşma var. Sarraf, ismini vermeden, “Beyefendi’ye de bir şeyler yapalım” diyor. Çağlayan da ya kıskançlıktan, ya doğrudan adı geçmesin diye, belki ikisini de gözeterek, “Beyefendi’ye değil ama çevresine bir şeyler yapalım” cevabını veriyor. Bunun üzerine TÜRGEV’e 500 bin dolar gönderiliyor. Öyle bir dolaylı irtibat var.''

''(Başbakan'ın) İlk başlangıcında işin içinde olmadığını zannediyorum. Yani Rıza Sarraf’ın irtibatlarını geliştirmeye çalıştığı aşamada… Ama sonrasında Sarraf, “Beyefendi’ye de bir şeyler yapalım” dedikten sonra ve istisnai yoldan adam başı 1 milyon dolar karşılığında akrabalarını Türk vatandaşlığına geçirdiğinde, zannediyorum artık her şeyden bilgisi var. Tapelere de yansıyor bu... Rıza Sarraf, Abdullah Happani ile görüşmesinde, Egemen Bağış’tan bahsederken “O, beni 1 Numara’ya ulaştıracak” diyor. Bağış’ın üzerindeki 1 Numara kim olabilir? Başbakan’dır.

''Başbakan, Sarraf’la doğrudan telefon irtibatı kurmamış. Zafer Çağlayan ve Muammer Güler üzerinden haberleşiyorlar. Güler’le de bu irtibatı gösterir konuşmaları var. Sarraf, bir an evvel abisinin, akrabalarının vatandaşlığa geçmesiyle ilgili “Beyefendi’nin haberi var değil mi” deyince, “Tabii tabii, Beyefendi destekliyor” cevabını alıyor. İstisnai yoldan vatandaşlığa alınma, İçişleri Bakanı önayak olsa bile Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılıyor. Başbakan’ın onayı ve bilgisi olmadan bunların olabilmesine imkân yok. Öbür yandan puzzle’ın parçalarını tamamlayan bir de fotoğraf var: Bir protokol sırasında Başbakan, eşi, bakanlar ve Rıza Sarraf görünüyor. Sarraf kim? Kaç yaşında bir adam? Ne sıfatla o protokol fotoğrafında yer alıyor?''

''17 Aralık’ı izleyen günlerde Erdoğan, Sarraf için “Hayırsever bir işadamıdır” dedi. Tanışıyorlar demek ki... Hayırseverliğini nereden biliyorsun? Kime ne hayırseverlik yapmış? TÜRGEV’e yapıyor. Ayrıca AK Parti’nin anket parasını da o ödüyor: 350 küsur bin TL… Parti adına dağıtılan Ramazan erzağı için de yüz binlerce lira ödüyor. Bunların hepsinden Başbakan haberdar.''

Dedim ya, Eylül'de başlayacak davada, 17 Aralık'ı izlemiş Türk savcı ve polis amirlerinin de tanık olarak çağrılmasına kesin gözüyle bakın. Bharara hiçbir şeyi tesadüfe şansa bırakmayacaktır, çünkü öyle tanınıyor.

Son sözü, dosyayı iyice araştıran meslektaşım Arzu Yıldız'a bırakayım. Bir nevi uyarıdır onunki:

“Aslında çarkın hala işleyip işlemediğine bakmak lazım. Benim gördüğüm kadarıyla işliyor. 6-7 Ekim’de bu kadar insan ölmüşken bunlar tuttular Etiler Polis Okulu’nu kapattılar. Soma’da insanların öldüğü gün Reza Zarrab’ın mal varlığındaki tedbiri kaldırdılar. Şehit haberleri geldiği gün Deniz Feneri sanıklarını tahliye ettiler. Yani insanların acılarını kendilerini kurtarmak için kullanıyorlar. Kimsenin ölümü ya da ülkedeki facia bunların umurunda değil. Onlar hala rantının çarkının derdinde. 27 yaşındaki bir adamın önüne bütün kabine yatıyor.''

Ziyaret -> Toplam : 125,68 M - Bugn : 118004

ulkucudunya@ulkucudunya.com