Başkan Obama ve Zarrab davası
Aydoğan Vatandaş 01 Ocak 1970
Amerikalıların 1979 İran Devrimi ve rehine krizine bakışını en iyi 2012 yılında vizyona giren ‘Argo’ adlı film anlatır. İşte o bakış, ABD’nin İran’a karşı tam 35 yıldır sürdürdüğü ekonomik ambargonun nedenidir biraz da. Edward Said, ‘Covering Islam’(Medyada İslam) adlı meşhur kitabını bu olaydan sonra yazmış, rehine krizini İran ve ABD arasında yaşanan elem dolu bir tatsızlık olarak tanımlamıştır. Rehine krizinin İran’ın işlerini daha da kötüye götüren bir olay olduğunu yazan Said, Amerikan medyasını bu konuya bakışı yüzünden eleştirir.
Obama, geçen yıl İran’la imzalanan nükleer anlaşmayla yaptırım rejimini sonlandırarak bu travmatik süreci bitirmek istedi.
New York Başsavcısı Bharara’nın Zarrab’la ilgili ön iddianamesinde, 1979’dan beri ABD Başkanlarının İran aleyhinde aldıkları Başkanlık Emirlerine (Executive Order) atıf yapması, İran’ın Amerikan devlet aklındaki negatif algısının derinliğini yansıtıyor.
Savcılık, Başkan Obama’nın 2016 yılında İran’ın ABD için zaman zaman ‘tehdit içeren tutumlar aldığını’ belirten bir konuşmasına atıf yaparak, Obama yönetimiyle de çelişik durumda olmadığını ima ediyor.
2013-2015 yılları arasında İran’la nükleer müzakereleri ABD Hükümeti adına yürüten Büyükelçi William J. Burns, İran’a yönelik yaptırımları büyük ölçüde sonlandıran nükleer anlaşmayı diplomasinin zaferi olarak görse de, Savcı Bharara’nın sürdürdüğü dava, bu müzakereler sırasında gerçekleşen ‘yaptırımların delinmesi’ suçunu cezalandırmaya çalışıyor.
Savcılık makamı, Zarrab’ı İran’ın ekonomik casusu ve savaşçısı olarak görürken, Türk siyasi elitini ve bürokrasisini de bu suçun ortağı ve taşeronu olarak görüyor.
Bharara’nın açıklama metninde İran’ı yer yer terörle birlikte anması, ABD’nin İran politikasını sorgulayan çevrelerin yaklaşımlarını da yansıtıyor.
İran’a yönelik yaptırımların büyük ölçüde kaldırılması, İran halılarının Amerika’ya girişini sağladıysa da, İran hala uluslararası bankalarda bulunan 100 milyar dolarını alabilmiş değil. Yani uluslararası bankalar ve şirketler, ABD yaptırımlarının ilerde yine başlarına bela olabileceği korkusuyla İran’la iş yapmak istemiyorlar. Türk devlet bankalarının üstelik yaptırım rejimi yürürlükteyken aldıkları riski, uluslararası bankalar bugün dahi almıyorlar.
Amerikan Hazine Bakanlığında David Cohen’den boşalan koltukta şimdi Jacob Lew var. İran konusunda en az Cohen kadar temkinli.
Nisan ayında ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif New York’ta bir araya gelerek bazı Avrupa Bankalarında bloke edilmiş 6.4 milyar dolarlık bir transferin yapılmasını sağladılar. Bazı Asya Bankalarından da benzeri bir hareket gelmesi bekleniyor.
Ancak küresel finans sistemi İran konusunda direnç gösteriyor. İki yıl önce Fransız Bankası BNP Paribas, İran, Sudan ve Küba’ya dönük ABD yaptırımlarını delmekten tam 9 milyar dolar ceza ödedi. ‘İran Devrim Muhafızları Örgütü’ hala yaptırım rejimine tabi ve ABD’nin terör örgütü listesinde. Dolayısıyla uluslararası bankalar ve büyük şirketler, bu örgüt tarafından yürütülen küresel çaplı muhtemel finans operasyonlarına takılmaktan korkuyorlar ve İran’la iş yapmıyorlar. Çünkü bu hala suç.
Savcılık, Zarrab’ı işte bu örgütle bağlantılı olarak suçladığı için, Türkiye’deki tüm ortakları da terör suçlamasına muhatap olabilir. Zarrab davası küresel bankacılık ve iş dünyasının İran direncine eş zamanlı olarak başladı ve ilerliyor. Obama’nın Kasım ayında gideceğini bilen bu çevreler, Trump’ın Başkan olması durumunda nükleer anlaşmanın kesin olarak riske gireceğini ve yeniden yaptırım rejimine dönülebileceği ihtimalini öngörüyorlar.
İddia makamının Zarrab’ın Türkiye’deki büyük ortakları ve İran hakkındaki sert ifadeleri biraz da ABD’de yaklaşan değişim sürecinin habercisi.