İktidarın adamları
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Hakim ve savcıların dörtte birine yer değiştirten kapsamlı kararname, yargı erkinin yürütmenin uzantısı haline gelmesinin açık delili oldu. İktidarın çıkarına uygun soruşturma yürüten savcılar, karar veren hakimler taltif edilmiş; tersini yapanlar ise tenzil-i rütbeye maruz kalmış. Cumhuriyet Gazetesi’nin “Dokunan yandı; eğilen kazandı” manşeti, verdiği somut örneklerle bunu belgeliyor. Tersinden bakarak Sabah Gazetesi’nin bu kararnameyi güç gösterine dönüştüren başlığı da tereddüde mahal bırakmıyor. Yargı bağımsızlığı mı? Bu kararnamenin muhatabı savcı ve hakim nasıl bağımsız olsun?
Yargı bu durumdayken, maaşını kamu kaynaklarından alan ve kamu gücü kullanan yetkili ve etkili şahısların halini, silsile-i meratip halinde gözünüzün önüne getirin. Devlet kurumlarının, bu kurumların kadrolarının yetki ve ayrıcalıklarının nasıl partileştiğini hatta tek kişiye hizmet prensibine göre nasıl tevcih edildiğini varın siz hesaplayın.
O kadar haksızlık, açık zulüm, içerde ve dışarda o kadar hata, yanlış karar, yolsuzluk şaibesi; “Peki bu iktidar nasıl ayakta duruyor?” sorusunun cevabını da işte bu hesaptan çıkarmanız gerekiyor. İktidar tekeli güç, taltif ve zenginlik dağıtıyor; bu dağıtıma avucunu açanlar, görevi ve unvanı ne olursa olsun ‘iktidarın adamı’ rütbesini edinerek işe koyuluyor. Ortaya bir devr-i daim makinesi çıkıyor, iktidarın adamlarının enerjisi ve çabası ile devre tamamlanıyor ve iktidar, ayakta durmaya devam ediyor.
Machiavelli’nin, beş asrı aşan tespitini, bu devr-i daim makinesinin işleme prensibi olarak alabilirsiniz. Diyor ki, “Bir Avrupa devletini ele geçirmek kolaydır, ama orada kalmak ve yönetmek çok zordur; Türk imparatorluğunu ise ele geçirmek çok zordur, ama bir kere ele geçirdikten sonra yönetmesi çok kolaydır.” Türkiye’de devlet gücünü ele geçirmek çok zor, ama bir kere ele geçirdikten sonra yönetmesi çok kolay değil mi? Peki sebebi? Sebebi, her dönemde hazır bekleyen ‘iktidarın adamları’nın katkılarında bulabilirsiniz.
Yasaların çizdiği sınırlar içinde vicdanına göre karar vermek yerine, iktidardan gelen işarete veya durumdan vazife çıkarıp hoşa gideceğini düşündüğü istikamette karar veren savcı ve hakimler kimler? 28 Şubat’ta Genelkurmay’da bir albayın verdiği ‘irtica brifingi’ne erkenden gelip en ön sıraya oturan ve avuçları patlayana kadar ayakta alkışlayanlar değil mi? Bugün haksızlıklara ‘kararname korkusu’ ile sesini çıkaramayanlar ise arka sırada oturup, ön sıralar kalkınca mecburen ayakta alkışlayanlarla aynı kişiler.
İktidar seçkinleri, AK Parti’nin birlikte yola çıktığı üç şene öncesine kadar etkili olan kadrolar değil, ‘iktidarın adamı’ olarak devşirilmiş profesyoneller. Dün gazetemizdeki “Pelikan ekibinden ikinci hamle” haberini bu gözle okumayı deneyin. Bir ‘profesyonel’, geçmiş hataların günah keçisi gibi yüklendiği Davutoğlu’na ve tasfiye edilen ekibine: “İktidarla vedalaşın ve susun” tehdidinde bulunuyor. Gördüğünüz gibi mesele sadece iktidar ve kimin bu iktidarın ‘adamı’ olduğu tartışması.
Sorun şurada: ‘İktidarın adamları’nın bağlılığı, devr-i daim makinesinin işlemesine bağlı. Bir yerden çomak sokuluyor ve saadet zinciri kopuyor. 17/25 Aralık patladığında ‘olağanüstü durum’ ilan edip iktidarı ‘kanının son damlasına kadar’ savunan ‘organik ekip’ bugün tasfiye edilmiş ve yerini devşirme-profesyonellere kaptırmış vaziyette. Aynı dosya New York’ta patlarken, bu profesyoneller neyi nasıl savunacak? Elbette kendilerini garanti altına almak, ‘paçayı sıyırmak’ dışında çabaları olmayacak. Araba devrildiği zaman, iktidarı ilk suçlayanlar ve biriktirdikleri dosyaları teslim edenler, hatta yargıç kürsüsünde oturanlar onlar olacak.
Tecrübeli politikacı Baykal “İktidarda kırılmalar olacak” kehanetinde bulunurken, herhalde artık dönmeyen bu çarkları ve ‘iktidarın adamları’nı kastediyor.