Neden teröre esir olduk?
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Maalesef olaysız günümüz geçmiyor. Güneydoğu'dan her gün şehit haberleri geliyor. Dün de İstanbul, Beyazıt, Vezneciler semtinde bir bombalı araç patladı. Zaten Türkiye, uzunca bir süredir, güvenliğin sağlanamadığı ülke konumundaydı. Her geçen gün bu algı biraz daha artıyor. Hangi turist gelir memleketimize? Ya da hangi yabancı sermaye yatırım yapar?
Turizmi ve yabancı yatırımcıyı caydıran başka gelişmeler de mevcut. Mesela, Rusya ile ihtilafımız, Akdeniz ve Ege bölgesindeki turizmi yoğun biçimde baltaladı. Birçok otel, bu sezon kapalı kalıyor. Ayrıca hukuk ve adaletin sağlanamaması, siyasi iktidarın keyfi bir biçimde hür teşebbüs varlıklarına el koyması, atanan kayyımların şirket menfaatinden ziyade ceplerini doldurmaya çalışması ve sonunda iflas bayrağını çekmeleri yatırımlar için gerekli istikrar ortamını zedeledi.
7 Haziran, genel seçimlerin yıl dönümü. O günden bugüne Yeni Hayat gazetesinin haberine göre, 542 güvenlik görevlisi şehit oldu; 78'i çocuk 69'u kadın 338 sivil hayatını kaybetti. (1974'teki Kıbrıs savaşında 498 şehit vermiştik.) Sur, Silvan, Nusaybin, Cizre, Silopi, Yüksekova ve Şırnak en fazla zarar gören yerleşim bölgeleri. Buralardan tam 500 bin insan göç etmek zorunda kaldı. Geri döndüklerinde, evlerinin yerine bir harabeyle karşılaştılar.
Sorumlu kim? Neden 7 Haziran'dan sonra tek bir sakin günümüz geçmiyor? Niçin memleket cenaze evine döndü?
Kontrollü şiddet politikası
1 Kasım öncesi, “AK Parti tek başına iktidarını kaybetti. Bu suretle terörün filizlenebileceği ve yayılabileceği istikrarsız bir ortam doğdu” diyorlardı. 1 Kasım'da genel seçimler düzenlendi; AK Parti tek başına iktidar ama, olaylar artarak devam ediyor.
Aslında, terör kendi kendine başlamadı. Başkanlığı elde edemeyen Cumhurbaşkanı, barış masasını devirdi; sonra da, Ceylanpınar'da, 2 polisin şaibeli ölümü üzerine, Kandil bombalandı. İşin ucu o noktada koptu. Kontrollü şiddet, bir politika olarak benimsendi fakat, bu çok tehlikeli bir oyundu. Nitekim, şiddet eylemleri yaygınlaştı.
PKK, maalesef, tabanı olan bir terör örgütü. Bölge halkından destek görüyor; kısmen de, onları korkutarak, sindirerek kendi tarafına çekebiliyor. Zaten 30 yıldır PKK ile baş edilememesinin sebebi buydu. Oslo müzakereleri bu yüzden başlatıldı; daha sonra barış masası, bundan dolayı kuruldu. Halkımız, -Türk-Kürt ayrımı yapmadan söylüyorum- barışı satın aldı. Hepimiz umuda kapıldık. Ama şimdi, çok daha kötü bir noktadayız.
İstihbarat zaafı
Başka bir mesele daha var… 17-25 Aralık sonrasında, 8-10 yıllık deneyimli polislerin sürülmesi ya da cezaevine gönderilmesi suretiyle, güvenlik ve istihbarat şemsiyesi yok edildi. Emniyet'in adeta hafızası silindi. Terörü, sadece bombalayarak, ya da insanların evlerini, arabalarını, üstlerini arayarak, fişleyerek, alt edemezsiniz. İstihbarat çok önemli. Ama AK Parti iktidarı, sadece tecrübeli güvenlik güçlerini berhava etmekle yetinmedi, istihbari dinleme, algı operasyonlarıyla suç haline getirildi. Oysa, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nun ek 7'nci maddesine göre, ortada bir somut delil olmasa dahi, sırf şüphe üzerine, polis, iz sürebiliyor, terör örgütü ile ilişkisi olduğu farz edilen kişiyle konuşan herkes, bir süre kayıt altında tutuluyor. Somut delile ulaşılırsa, adli soruşturma başlatmak üzere dosya savcılığa gönderiliyor. Aksi takdirde, içerik tamamen imha ediliyor.
17-25 Aralık ya da Selâm Tevhid soruşturmalarını itibarsızlaştırmak amacıyla, Havuz medyasının nasıl davrandığını hatırlayınız… Dolaylı dinlemeleri, yani “hedef şahıs” olmayıp da izlenen şahısla her konuşanı da listeye dahil ederek “7 bin kişi dinlendi” manşetini atmışlardı. Şu anda, Selâm Tevhid dosyasında, teknik takip izni veren ya da talep eden 54 hâkim ve savcı, “terör örgütü üyeliği, darbe teşebbüsü ve casusluktan” yargılanıyor. Bu şartlarda, önüne bir talep yazısı gelen yargı mensubunun nasıl davranacağını varın siz hesaplayın.
Cadı avı
AK Parti iktidarının, terörün ivme kazanmasında oynadığı rol, yukarıda sıraladıklarımla sınırlı değil. Yürütülen Cadı avı da, polisin dikkatinin başka noktalarda yoğunlaşmasına yol açıyor. Düşünebiliyor musunuz, her gün “Paralel” diye, kendi halinde sıradan vatandaşlar Terörle Mücadele ekiplerince gözaltına alınıyor. Benim bile adım, Selâm Tevhid iddianamesinde, -ismi belli olmayan bir tanığın ifadesine dayanarak- “Fethullahçı Terör Örgütü üyesi” olarak geçiyor. Beni dinleyip fişleyeceğinize, bomba imal edenleri, bu bombayı Türkiye'nin bir kentinden diğerine nakledenleri, İstanbul'un göbeğindeki Beyazıt Emniyet Müdürlüğü önüne kadar getirip patlatanları izlesenize!!! Yürütülen Cadı avı, gerçek teröristlerin takip edilmesi hususundaki motivasyonu, başka istikamete kaydırıyor. Himmet paralarının peşine düşenler, bombaları izlemeyi ihmal ediyor. Zira, Cadı avına iştirak ettikleri ölçüde ödüllendiriliyorlar.
Özetle…
Özetlemek gerekirse…
PKK ile barış süreci sona erdirildi. Ayrıca dış politikadaki basiretsizlik de Türkiye'yi, her türlü yabancı devlet operasyonuna açık hale getirdi. Tecrübeli elemanlar dağıtıldı, sindirildi, cezalandırıldı. Algı operasyonları sebebiyle, teknik takip ve istihbarat toplamak ağır bir suç gibi takdim edildi. Emniyet'in mesaisinin önemli bir bölümü, Cadı avıyla işgal edildi.
Bütün bu sebeplerden dolayı, 7 Haziran öncesi terör eylemleri yok denecek kadar azken, ülke yangın yerine döndü. Peki umut var mı? Bu hatalardan dönülmediği takdirde, hiçbir umut yok. Ağlamaya, yitirdiklerimizin ardından gözyaşı dökmeye devam edeceğiz.