« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

13 Haz

2016

7 Haziran’dan bu yana şiddet

Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970

Tayyip Erdoğan “Alışırlar” derken, terör eylemlerini kastetmiyordu ama, maalesef, ülkemizin üzerine karabasan gibi çöken şiddet, yavaş yavaş kanıksanmaya başlandı. Evvelki gün, İstanbul Beyazıt, Vezneciler, dün Mardin Midyat…

Devletin birinci görevi, güvenliği sağlamaktır. Halkta tabanı olan bir terör örgütüyle mücadele ederken, tek başına operasyon yapmanın yetersiz olduğu biliniyor. Zaten bu yüzden, önce Oslo'da, sonra da doğrudan İmralı'da temaslar başladı. Bu tarihlerden önce de, mesela Özal döneminde, benzer girişimler mevcuttu.

Ülkeyi sarsan her terör eyleminden sonra, sormamız gereken bir soru var: “Ne oldu da, 7 Haziran'ı takip eden günlerde, birden bire şiddet eylemleri, Türkiye'nin bir ucundan diğerine bu ölçüde yayıldı?” 7 Haziran öncesi terör, ilk sıralarda yer alan bir sorun değildi. Aksine, barış konuşuluyordu. Politika değişikliğinin sebebi neydi?

Cevabını herkes biliyor. Tabii yandaş kalemler, farklı bir izahat getiriyorlar. Onlara göre, “Seçimlerde AK Parti'nin azınlığa düşmesiyle birlikte, PKK, istikrarsızlıktan yararlanmaya çalıştı; eylemleri başlattı.”

Oysa, 1 Kasım'da, AK Parti yeniden tek başına iktidar oldu; hem de ezici bir çoğunlukla. Üstelik, Türkiye tarihinde görülmeyen ağır operasyonlar sonucunda birçok ilçe yerle bir edildi. 500 bin insan göçe zorlandı. Yetkililer binlerce teröristin öldürüldüğünü belirttiler.

Konu, 7 Haziran'da doğan istikrarsızlık olsaydı, büyük çoğunluğa sahip bir iktidarın işbaşına gelmesiyle ve güvenlikçi politikalarla hemen çözüme ulaşmamız gerekirdi. Halbuki şiddet giderek yaygınlaşıyor.

Soruyu tekrar soralım: Neden şiddet eylemleri 7 Haziran'dan sonra tahammül edilemeyecek bir seviyeye ulaştı?

Çünkü İmralı'yla belirli bir noktaya kadar getirilen uzlaşma, birden bire, iktidarın tam aksi yöne meyletmesi ve şiddet politikasını benimsemesi üzerine, sona erdirildi. Mamafih, 7 Haziran seçimlerinden önce, bunun işaretlerini almıştık: Selahattin Demirtaş, Tayyip Erdoğan'a hitaben “Seni Başkan yaptırmayacağız” demişti. Erdoğan da bunun üzerine, 28 Şubat'ta Dolmabahçe Sarayı'nda açıklanan mutabakatı tanımadığını söylemişti. Ama barış hâlâ sürüyordu. 7 Haziran seçimlerinde HDP'nin oyunun % 13 olması, “Çatışmasızlık hali HDP'ye yaradı” düşüncesinin doğmasına sebebiyet verdi. Gerçekten de, barış, HDP'nin lehine işlemiş, bu parti sadece geleneksel seçmeninden değil, Batı'dan, üstelik seçkinlerin oturduğu en mutena semtlerden oy devşirebilmişti. Politika değişikliği o noktada daha belirgin hale geldi: “Yaygın şiddet eylemleriyle halkta istikrarsızlık duygusu yaratalım; terör eylemlerini HDP'ye yükleyerek 1 Kasım seçimlerinden başarıyla çıkalım” planı yapıldı. HDP'ye yakın insanların hedef alındığı Suruç katliamı IŞİD'a mal edildi. Lakin, gizli mihraklarla şüpheli bir iş birliği olup olmadığı hep tartışıldı. Ardından, sanki PKK öç almış gibi, Ceylanpınar'da 2 polis, evlerinde enselerinden, vurularak kurşunla öldürüldü. Bu da, kuşku çeken bir cinayetti. Ardından TSK, Kandil'i bombaladı. Evvelki gün İstanbul'da, dün de Mardin'de karşılaştığımız manzaraların temelleri bu tarihte atıldı. “Göze göz, kana kan, dişe diş” politikasının yürüyemeyeceği ortada. 7 Haziran'dan bu yana, 550 şehidimiz oldu.

Hükümet yetkilileri, nerede yanlış yaptık diye düşüneceklerine, hâlâ terörden oy devşirmeye çalışıyorlar. İstihbaratı dağıtmışsınız, teknik dinlemeyi suç haline getirmişsiniz, uydurma bir Fethullahçı Terör Örgütü'nün peşine düşmüşsünüz, Emniyet'in mesaisinin önemli bir bölümünü, bu boş işlerde sarf ediyorsunuz. Artık özeleştiri zamanı gelmedi mi?

Bundan sonra “Üst akıl” lâfını daha çok duymaya başlayacağız. Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak isteyen dış düşmanların, FETÖ ile, PKK ile, hatta IŞİD'le iş birliğine giriştiğinden bahsetmek suretiyle, yeni bir “kurban edebiyatının” sayfaları açılacak. Tabii buna ilâve olarak, bol miktarda “hamaset” ve “gözdağı” cümleleri de, meydan okuma biçiminde sergilenecek. Yandaşlar, yerli ve milli hükümetin “Haçlı zihniyetine” haddini bildirdiğini, bu yüzden saldırıların hedefi haline geldiğini söyleyecek.

Ve Türkiye'de masum insanlar ölmeye devam edecek.

Komplo teorisinin zararları

Komplo teorisi, halkın gerçekleri öğrenmesinin önünde engel teşkil eder. Zira her olay, varsayımlarla, somut verilere dayanmadan izah edilir. Söz gelimi, Gezi'de “Faiz Lobisi”ni ararsınız; Rıza Sarraf'ı Amerika'da yargılayan makam, “milli ve yerli hükümete” zarar vermek isteyen “Üst akıl”dır. Ya da daha küçük ölçekte anlatmak gerekirse, Cemaat, -Ali Fuat Yılmazer'in İstanbul İstihbaratı'na Şube Müdürü olarak atanması maksadıyla- Hrant Dink'in öldürülmesine yol vermiştir. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonu FETÖ'nün bir darbesidir. 7 Şubat'ta, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılmasının amacı, Tayyip Erdoğan'ı devirmektir. Tahşiye'ye kumpas talimatı dizi senaryosuyla, hâkimlere “Silivri'dekileri tahliye et” emri ise, Gülen'in duasıyla verilmiştir vs…

MİT Müsteşarı ifadeye çağrılınca, hükümet nasıl devrilecek? Zira, anayasamız, Başbakan'ın, ancak Meclis çoğunluğunun kararıyla düşürülebilmesini öngörüyor… Peki, İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek'e de “Cemaatçi” dediğinize göre, onun atama yapması için illaki birinin öldürülmesine yol vermek mi gerekiyordu? O güne kadar hiçbir atama gerçekleşmemiş miydi? Kaldı ki, Ali Fuat Yılmazer'i, o göreve, kendi ısrarla istememesine rağmen, dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu getirdi… 17 Aralık darbeyse, niçin Rıza Sarraf Amerika'da yargılanıyor? Ayrıca, operasyonu yürüten Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı'yla, ya da savcı Celal Kara'yla Cemaat'in ne ilişkisi var?

Bunlar çok basit sorular ama, komplo teorisini üretenler ve inananlar, soruların hiçbirine cevap vermez. Onlar akıl ve mantık tutulması yaşarlar. Kendilerine göre bir dünya kurarlar, bir düşman belirlerler ve her gelişmeyi o düşman ya da düşmanlarla irtibatlandırarak izah ederler.

Türkiye bu bataklıktan kurtulmak istiyorsa, önce komplo teorilerinden vazgeçmeli.

Doğu Perinçek'in Aydınlık gazetesi, Rıza Sarraf olayını Amerika'nın Tayyip Erdoğan'a yönelik bir komplosu gibi gösteriyor. Bu manşet, Ergenekon-İktidar iş birliğinin somut bir örneği.

Ziyaret -> Toplam : 125,15 M - Bugn : 32204

ulkucudunya@ulkucudunya.com