Hayır, ulusalcı değilim
Namık Kemal ZEYBEK 27 Mayıs 2008
Kelimelerin sözlük anlamları ile kullanım anlamları arasında ayrımlar olabilir. Çok defa da olur.
Sözgelimi “ulusalcılık” diye son zamanlarda yaygınlaşan bir kelime var; “milliyetçilik” yerine kullanılıyor.
Geçen bir yazımda söylemiştim. Ulus kelimesi mongolca ülke demektir. Sözgelimi Moğolistan dediğimiz ülkenin bugünkü resmi adı: “Mongol-ulus”tur.
Dünya Türklüğü içinde ulus sözünü çok az yerlerde Kazaklar kullanır.
“Ulusun Ulu Günü” derken nevruz dan söz etmiş olurlar.
Türkiye de “bozulus tabanlı” adıyla bir boy vardır.
Ulus belki mongollarla ortak bir sözdür. Ama Türkçe de varlığını koruyamamıştır. Budun sözü gibi...
Orkun kitabelerinde vardır ama hiçbir Türk halkı bugün bu sözü kullanmıyor.
Millet sözü ise Müslüman olan Türklerin tamamının bildiği bir kelimedir.
Dil devriminin coşkulu günlerinde Arapça “millet” yerine Türkçe sayılan ulus sözü alınmış ve yaygınlaştırılmıştır. Parti gazetesinin ve Ankara’daki meydanın adı “ulus” yapılmıştır.
“Sal, sel, al, el” ekleri ise gülünç olmaktan öte Türkçe’nin akıcılığını bozan ve öteki Türklerle aramıza “seller, sallar” koyan uydurmalardı. “kumsal ve kutsal”daki iki “sal”a koskoca bir dil bindirilmiş ve “sel”lere salınmıştır.
Halbuki Türkçe’mizde bu eklerin yerine kullanılabilecek “lık-luk”, “cil-cul” ekleri de vardır. Sözgelimi Kazak ve Kırgızlar düşünür için “oycul adam” derler. Oy fikir, düşünce demektir. İlmi demek istemiyorsak bilimlik deriz olur biter. Bilimsel de ne?..
Siyaset sözü arapça iken uydurmaca-sal ekinden Türkçe diyerek siyasal’ı; para’nın sonuna sal koyarak parasal uydurmak doğrusu çok ince bir zeka ve beceri ürünü olmuştur.
Milliyetçilik kullanılan bilinen,tutunan, kavramı benimseyenlerin de eleştirenlerin de anladıkları bir kelime iken neden ulusalcılık.
Ulusalcılığı tercüme edersek milliyetçilik değil “millicilik” olurdu.
Anlaşıldığı kadarıyla “ulusalcılık” özel anlamlar yüklenen bir tür milliyetçilik.
Türk milliyetçiliği tarihin derinliklerinden akıp gelen Türk’ün kendisini var eden değerlerini ve çıkarlarını korumasını amaçlayan bir duygu ve düşünce akımı. Çıkışında ve özünde saldırgan değil, savunmacı ve korumacı. Onu doğduğu alandan çıkarıp taşkınlaştıranlar Avrupa’daki azgın milliyetçiliklerin etkisinde kalanlardır.
Ulusalcılık ise tarihi gelişmeleri yok sayan ve yoktan var olmuş bir ulusun milliyetçiliği gibi görünüyor. Zamanda ve mekanda kıstırılmış, yoğunlaştırılmış ve sertleştirilmiş bir tür milliyetçilik...
Tarihi bir yüzyılı bile bulmayan bir millet... Misakı Milli sınırlarına sıkıştırılmış ve herkesi o milletten olmak zorunda bırakan bir anlayış. Nasıl yaşayacağına, nasıl düşüneceğine, nasıl giyinip kuşanacağına, nasıl konuşacağına ve hatta nasıl düşüneceğine birilerinin karar vermesi gerektiğini içine sindirmişlerin davası...
Hayır bu Atatürk milliyetçiliği değildir.
Atatürk diğer milletlerinde milli haklarına ve insan haklarına saygılı bir milliyetçiliği savundu ve uyguladı.
Atatürk’ün Türk’ü, tarihin binlerce yıl derinliklerinde uygarlığı başlatan bir halktı. Elbette Atatürk’ün Türklük anlayışı milli kültüre, bilgiye ve bilinci temel alan bir anlayıştır. Kendisini Türk hisseden herkes Türk’tür.
Hissetmeyen?
Ne hissediyorsa odur. İnsanı insan yapan bilinci değil midir?..
Kendisini ulusalcı hissedenler de ulusalcı olur, ona da saygı duyulmalıdır.
Bana gelince ben milliyetçiyim... Hem de kendimi demokrat hissediyorum... İnsana karşı da sevgi ve saygı duyuyorum... Bütün varlığa da...
Diyorum ki, o kadar çok kimliğimiz var ki? Bütün bunların bileşimidir bize kimliğimizi kazandıran... “Beni katagorize etme” bir şarkı sözü müydü? Evet beni de... Diyorum.