Dokunulmaza dokun, dokunulura dokunma
CENGİZ AKTAR 01 Ocak 1970
Dokunulmaması gereken seçilmişlere dokunulan, dokunulması gereken atanmışlara dokunulmayan bir memlekette yaşıyoruz artık. Seçilmişlerin Anayasa 83. maddede düzenlenen yasama dokunulmazlıkları, milletin vekillerine vekâlet görevlerini herhangi bir baskı altında kalmadan yerine getirebilmelerini sağlamak için tanınmış bir ayrıcalık. Bu ayrıcalık Kürd karşıtı “Türkiye Türklerindir Cephesi” tarafından gelen saldırıyla onulmaz bir yara aldı. Bundan böyle, Kürd vekillerin dokunulmazlıklarının kalkmasıyla birlikte iktidar partisinden olmayan her vekil “dokunulma” riskiyle yani Demokles’in kılıcı tepesinde görev yapmaya çalışacak. Bu, yasamanın bitişi demektir.
Vekiller dışında kalan diğer seçilmişler yani yerel yöneticilerin zaten dokunulmazlıkları hiçbir zaman olmadı. Anayasa 127. maddede tarif edilen idarî vesayet uyarınca ölüm kalımları İçişleri Bakanlığının tasarrufundadır. Yerel yönetici, iktidar partisinden değilse ve üstüne üstlük Kürdse varlığı ve icraatı pamuk ipliğine bağlıdır, devlet kendisine her an dokunulabilir. Nitekim devamlı dokunuyor.
Atanmışlara dokunulmazlık zırhı tek parti döneminden gelen bir alışkanlıktır. Bu devlet memurunu daima halkına karşı el üstünde tutmuş, korumuş, kollamıştır. AKP’nin son dönemi tek parti iktidarını aratmayacak kararları peş peşe geçiriyor. Dokunulmazlık zırhı önce MİT’in faaliyetlerine bahşedildi. 2012’de, “Devlet İstihbarat Hizmetleri ve MİT Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” ile MİT Kanunu’nun “cezai takibat” başlıklı 26. maddesinde yapılan değişiklikle Başbakan tarafından özel bir görevi yerine getirmek üzere görevlendirilenlerin ve MİT mensuplarının savcılıkta ifade vermesi Başbakanlık iznine tabi kılındı. Ardından 2014’te Oslo görüşmelerinin faş edilmesiyle ortaya çıkan sorunu bertaraf etmek üzere yeni MİT yasasıyla kurumun zırhı kalınlaştırıldı. Tasarruflarıyla ilgili koruma Başbakan’dan Cumhurbaşkanı’na devredildi. Üstelik MİT tıpkı TSK gibi kendine özel adalet sistemiyle donatıldı. Dokunulmazlık açısından 2014 yasası uyarınca savcılar, MİT görev ve faaliyetleri ile mensuplarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikâyet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde şikâyeti önce MİT Müsteşarlığı’na bildiriyor. Müsteşarlık konunun görev ve faaliyetlere ilişkin olduğunu belirlemesi veya belgelendirmesi halinde adli yönden başka bir işlem yapılmıyor ve herhangi bir koruma tedbiri uygulanmıyor.
Kurumun müsteşarı hakkında ise soruşturma izni verilir, MİT Müsteşarı Yargıtay’da yargılanır ve hüküm giyerse son karar yine Cumhurbaşkanı’na ait. Soruşturma açılmamasına itiraz gelirse yine son karar Cumhurbaşkanı’nın takdirine bırakılıyor. AKP döneminde yetkileri ve olanakları azamî derecede artırılan MİT’in dokunulmazlık zırhının benzeri demokrasilerde yok.
Bugünlerde tartışıldığı gibi MİT’e bahşedilen zırh TSK’ya da teşmil ediliyor. Esasen TSK cezasızlık zırhını Kürd illerinde süren operasyon daha başlamadan Ekim 2014’te talep ediyordu. Bu dahî operasyonun Haziran 2015’te masa devrildikten aylarca önce planlanmış olabileceğini gösteriyor. 2014’te hükümet, çözüm için yapılan çerçeve yasadaki hukukî, idarî ve cezaî korumanın müdahale emri verilen bütün birimler gibi TSK için de geçerli olduğunu savunuyor ve ayrı bir düzenlemeye ihtiyaç olmadığını söylüyordu. Yine de operasyonların başladığı dönemde Temmuz 2015’de “Kara Kuvvetleri Komutanlığı 172. Zırhlı Tugay Komutan Yardımcılığı 3. Tank Tabur Komutanlığı” imzalı bir genelge dolaşmıştı. Genelgede operasyona katılacak askerin yargıdan korkmaması, silah kullanmaktan çekinmemesi isteniyordu. O vakit hükümet genelgeyi yalanlamamıştı. Bugün artık çözüm lafını ağzına dahî almayan bir hükümetin dokunulmazlık isteyen askere çerçeve yasanın güvencesinden bahsetmesi mümkün değil. Zira Kürdlere karşı yürütülen operasyon tüm şiddeti ve beraberinde gelen insan hakları ihlalleriyle sürüyor. Kanunlaşması kesin olan yeni düzenlemeye göre bölgedeki askere yasal zırh getiren tasarıya göre, operasyonlarda mevcut yasalarca kendilerine verilen yetkilerin dışına çıkan, şiddet uygulayan ve insanlık dışı muamelede bulunanlar hakkında yasal işlem yapılması Milli Savunma Bakanlığı ve Başbakanlığın iznine tabi olacak.
Esasen ne MİT ne de TSK yaygın hukuksuzluk ve keyfîlik ortamında herhangi bir yargı riski altındalar. Ne var ki devran dönerse bir gün icraatlarının sorumluluğundan azade olmak istedikleri açık. Zira Suriye’de süren içsavaşa MİT marifetiyle gerçekleştiği iddia edilen müdahale ilerde uluslararası platformlarda baş ağrıtabilir. Keza Kürd illerinde aylardır cereyan eden “temizlik” harekâtı Türkiye’nin taraf olduğu anlaşmalara ve Cenevre Sözleşmeleri ile belirlenen uluslararası savaş hukukuna aykırı. AİHM son operasyondan önce Türkiye’yi yıllarca ve defalarca “etkili başvuru hakkı”nı ihlâl suçundan dolayı mahkûm etti. Zira soruşturmaların izne bağlanması cezasızlık sonucu doğuruyor ya da soruşturmanın uzamasına yol açıyordu. AİHM mahkûmiyetleri sonucunda bir nebze değişen uygulama yeni “cezasızlık yasasıyla” eskisinden beter bir hâl alacak. Aynı bağlamda 2002’de Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kuruluşu esnasında Türkiye Mahkeme’ye taraf olmayı günün birinde güvenlik güçlerinin hesap verme olasılığı dolayısıyla reddetmişti. Bu yaklaşım derinleşerek sürüyor.
İktidarın kendine çalışan kurumlara ve memurlara dokunulmazlık dağıtması bu iki kurumla sınırlı değil. Emniyet teşkilâtı, Adalet teşkilâtı, Diyanet, saymakla bitmeyecek AKP’leşmiş kurum ve sadık çalışanları, bazı icraat ve tasarrufları ne kadar kanunsuz olursa olsun iktidarın koruması altındalar. Siviliyle askeriyle devasa ve dokunulmaz, hesap vermez bir 'hassa ordusu' var artık karşımızda.