Türkiye'yi kim yönetiyor?
SEDAT LAÇİNER 01 Ocak 1970
Türkiye’yi kimin veya hangi anlayışın yönettiğini öğrenmek için bazı temel politikalara bakmak yeterlidir:
Burada temel parametrelerimizden biri ‘Demokratikleşme’dir… Temel hak ve özgürlükler genişliyor mu, reform paketleri birer birer açılıyor mu, yoksa geçmişe mi dönülüyor? Bu sorulara verdiğiniz cevaplara göre Türkiye’yi kimin yönettiğini anlayabilirsiniz…
İkinci kritik alan Kürt Sorunu ve Güneydoğu politikalarıdır. İzlenen politikalara salt şiddet yanlıları mı hâkim, yoksa aklı-selim mi? Taş üstünde taş, baş üstünde baş koymayın diyenlerin mi sözü geçiyor, yoksa akıl, hukuk, istikrar, barış, güvenlik ve özgürlükler diyenlerin mi? Eline silah almamış, şiddeti reddeden Kürtçü gruplar bile PKK ile aynı sayılıp, radikal Kürtler için meşru siyasetin yolları mı kapanıyor, yani dağ tek seçenek haline sokulup, terör mü üretiliyor, yoksa dağa çıkış yolları mı kapanıyor?
Bir sonraki alan Avrupa Birliği ile ilişkilerdir… İlişkiler geri mi gidiyor, yoksa uyum süreci hızlanıyor mu? Yine bu alana bakarak ülkeyi hangi zihniyetin yönetmeye başladığını anında anlayabilirsiniz…
Bir diğer kritik alan ise dini gruplar ve cemaatlerdir. Birileri laiklik veya devlet güvenliği adı altında 163. maddeyi yeniden mi hortlatıyor; laiklik veya din-diyanet gerekçesiyle vatandaşlar dövülüyor mu, eziliyor mu, sindiriliyor mu? İşte o manzara eski Türkiye’nin karanlık manzarasıdır.
Son olarak sol ve Alevi çevreler dışlanıyor mu? Bu gruplara ‘gezi zekâlı’ mı deniyor? Meşru muhalefet bile ‘legal görünümlü illegal yapı’ mı sayılıyor? Makul şüpheyle yazarlar, akademisyenler kendilerini hapishanede mi buluyor?
Belki başka politikaları da ekleyebilirsiniz, ama bu kadarı yeter de artar bile…
***
Eski Türkiye’de, terörle mücadele ediyorum gerekçesiyle terör adeta yeniden, yeniden ve yeniden üretilip dururdu… Ülkenin dağları anlamsız yere dövülür, dağın arkasında ise birileri dağa yollar açardı… Derin Devlet dediğimiz ve kendisini devletin ve ülkenin tek sahibi sayan anlayış, terör politikaları üzerinden can bulurdu…
Bugün etrafınıza bir bakın lütfen; Güneydoğu’da yaşananlar, barışın ve güvenliğin tohumlarını mı ekiyor, yoksa terörü azdırıcı, güvenliğin altını oyan bir etki mi yapıyor?
Korkarım bugün Kürt Sorunu’nda Derin Devlet’in arzu ettiği tüm politikalara geri dönüldü.
Bugün iktidarda AK Parti değil de, Derin Devlet’in herhangi bir kanadı olsaydı Güneydoğu politikalarını bu kadar militarist hale getiremezdi.
***
Tıpkı Kürt Sorunu’nda olduğu gibi, Demokratikleşme konusunda da Türkiye dümeni Derin Devlet zihniyetine terk etmiş durumda. İktidarda sağ ve liberal bir parti var gibi dursa da, izlenen politikaların merkez-sağ bir siyasi partinin gündemi ile uzaktan yakından ilgisi bulunmuyor.
Kısacası Türkiye yakın bir süre önce heyecanla sürdürdüğü Demokratikleşme sürecini bitirmiş durumda.
Şimdilerde eski Türkiye’yi bile arar hale geldik!
Birinin şüphesi geliyor, ülkenin düşünce insanları kendilerini hoop hücrede buluyorlar… Gazeteler kapatılıyor, radyo ve televizyonlar susturuluyor, kimsenin sesi çıkmıyor. Ülke, korkudan tir tir titriyor. Beni de yaftalarlar, ‘paralel’ derler korkusuyla en ağır demokrasi ihlalleri bile sineye çekiliyor. 12 Eylül’ün, 27 Mayıs’ın oluşturamadığı korkuyu bugün Derin Devlet sağladı…
Kısacası, geldiğimiz noktada Demokratikleşme’den bahsedebilmek olanaksızdır. Eski Türkiye’de eylemi bırakın düşünceyi bile suç sayabilmek için uydurulmuş 141, 142 ve 163 fiilen yasalarımıza geri geldi. Artık ülkemizde ‘silahsız terör örgütü’ bile mümkün. Yani geçiniz demokratikleşmeyi veya reformu, Türkiye, eski Türkiye’nin standartlarını bile yakalamaktan çok uzak bir yerde…
***
Cemaatler ve dini gruplar ile ilişkilerde de Derin mahfillerin oldukça etkili olduğunu, hatta dümenin tamamen onların elinde olduğunu görüyoruz.
12 Eylül’den sonra cemaatler ve dini gruplar ciddi anlamda serpildi ve gelişti. Şimdi onları budamanın zamanı gelmiş olmalı. İçlerinden biat etmeyenler tamamen yok edilecek, biat edilenlerse kısırlaştırılacak, rejimin destekçisi ve meşrulaştırıcı unsur olacaklar.
Belki birilerinin sorunu 17/25 Aralık’la ortaya saçılan skandallar, ancak Derin Devlet olaya öyle bakmıyor. Onlara göre yaşananlar hem Cemaati ve diğer muhalif cemaatleri bitirmek için iyi bir fırsat; hem de zamanı geldiğinde AK Parti iktidarını bitirmek için büyük bir şans.
***
Avrupa Birliği ile ilişkiler de bir turnusol kâğıdı… Geçmişte Türk hükümetleri AB’yi istiyormuş gibi davrandılar, oysaki Türk devleti asla tam üye olmak istemedi. Çünkü AB’ye üye olmak demek, Derin Devletin bu haliyle devamını sona erdirmek demekti… Böylece bir tür çadır oyunu oynandı durdu. Türkiye’nin istekli görünürken içten içe isteksiz tutumu, AB’deki Türkiye karşıtlarına yaradı ve süreç uzadıkça uzadı.
2002’de AK Parti iktidara gelince tam üyelik yolunda hızlı adımlar atılmaya başlanmıştı. Ancak bugün gelinen noktada Türkiye tam üyelikten çok ama çok uzaklarda. Öyleki İngiltere Başbakanı David Cemaron, Türkiye’nin AB’ye ancak 3.000 yılında üye olabileceğini söylüyor. Türkiye-AB ilişkileri tarihinde ilişkiler hiç bu kadar kötü olmamıştı. AB, Türkiye’ye 12 Eylül Darbesi sonrasında yaptığı eleştirilerden bile daha ağır eleştiriler yapıyor. Türkiye ise dümeni Ortadoğu’ya kırmış durumda… Bu da bir kez daha gösteriyor ki, Derin Devlet bu konuda da amacına ulaşmış ve Türkiye’nin AB ile ilişkilerini kopma noktasına getirmiştir.
***
Özetleyecek olur isek, Türkiye’yi halkın seçtiği muhafazakâr ve liberal bir partinin yönettiğine inanmak bugünlerde çok zor…
Kürt Sorunu’ndan AB politikalarına kadar tüm politikalara Derin Devlet anlayışı hâkim durumda...
Derin Devlet, darbelerden sonra bile yapamadıklarını bugün seçilmiş bir siyasi parti üzerinden kolayca gerçekleştirebiliyor… Siz buna AK Parti görünümlü Derin Devlet veya legal görünümlü illegal siyaset de diyebilirsiniz …