İlhan Bardakçı
01 Ocak 1970
Milli Mücadele kahramanlarından, Konya Valiliğinden emekli Cemal Bardakçı ve Merhume Fatma Nuriye hanımefendinin çocuğu olarak İstanbul' da dünyaya geldi. İstanbul Hukuk Fakültesi' nden mezun oldu. 1948 yılında gazeteciliğe başladı.
Yeni Sabah, Milliyet, Havadis ve Cumhuriyet gazetelerinde mesleğin her seviyesinde çalıştı. 1956 yılında Macar İhtilalini tek Türk gazetecisi olarak izlediği ve dizi yazı olarak yayınladığı bu röportajı ile Türkiye'de ve Avrupa'da ödüller aldı.
Fransızca, İngilizce ve İtalyanca dillerini bilen yazar, bu dillerde birçok eserler ve konferanslar vermiştir. Ankara Gazi Üniversitesi Basın Yayın Okulu'nda "Mukayeseli Devlet Fikir ve Rejimieri" dersini okutmuştur. Basın Şeref Kartı sahibi İlhan Bardakçı, 35 senedir Tülay Bardakçı ile evlidir.Yazar Murat Bardakçı'nın da babasıdır.
HAKKINDA YAZILANLAR
HÜRRİYET GAZETESİ YAZARI MURAT BARDAKÇI'NIN ''CASUSLUKLA SUÇLANDIĞI'' İÇİN YILLARDIR YURTDIŞINDA YAŞAYAN BABASI İLHAN BARDAKÇI, ÖLÜM DÖŞEĞİNDE... AİLESİ, AFFEDİLİP TÜRKİYE'YE DÖNMESİNİN SAĞLANMASI İÇİN CUMHURBAŞKANI SEZER'E BAŞVURDU !!!
Bardakçı Ailesi
Uğur İpekçi
Hürriyet 25 Mayıs 2001
Bu topraklardaki insan öyküleri hep trajik olmak zorunda mıdır?... O beylik lafları kullanmak istemiyorum ama, bizim insanımızın öyküsü öyle her ülkede görülecek gibi değil hani. Size yakın tarihimizden birkaç örnek vermek istiyorum.... Kaçımız bilebilirdik; 2. Abdülhamit'in torunu Şehzade Abdülkadir Efendi'nin Paris'te Amerikan Askeri Mezarlığı'nda bekçilik yaptığını... Keza yine 2. Abdülhamit'in torunu Şehzade Abdülkerim Efendi'nin, 1930 yılında Japonya'nın desteğiyle Moğol İmparatoru ilan edilmesi söz konusu iken New York'ta bir otel odasında cesedinin bulunduğunu... Padişah Mehmet Reşat'ın torunu Şehzade Mahmut Namık'ın bir zenci torunu olduğunu ve halen Londra'da yaşayan Mahmut adındaki bu zencinin Osmanlı Hanedanı'ndaki ilk siyah şehzade olduğunu... Peki bizler o kadar İkinci Dünya Savaşı hikayesi okuduk, seyrettik. Kaçımız biliyorduk; 2. Dünya Savaşı sırasında Almanlara karşı oluşturulan Paris'teki direniş komitelerinin birinde Padişah Mehmet Reşat'ın torunu Şehzade Fevzi Efendi'nin de bulunduğunu ve üstelik bildiri dağıtırken yakalanıp hapis yattığını... 1944 Ocak ayında Alman uçaklarının, Bulgaristan başkenti Sofya'yı bombalaması sonucu ölen siviller arasında 60 yaşındaki Şehzade Mehmet Abdülkadir'in de bulunduğu.... Sürgünde yaşayan "Son Osmanlılar" ın yaşam öykülerini ne güzel anlatır gazeteci Murat Bardakçı... "Son Osmanlılar" atalarının "diyetlerini" ödemektedirler. O günlerde yeni bir Türkiye yaratmak isteyenler tarafından topraklarından sürğüne gönderildilerin hepsi 144 kişiydi. "Borçlarını" fazlasıyla ödediler. Öyleki cenazeleri bile ülkeye sokulmadı... "Şartlar öyle gerektiyordu, bu nedenle yapılanlar doğruydu" da diyebilirsiniz, karşı tezi de savunabilirsiniz. Ben bu yazıda bunu tartışmak istemiyorum. Ben olayın sadece insani boyutuyla ilgiliyim. Tüm bu girişi bir noktaya gelmek için yazdım: Sürgündeki insanların hikayelerini kaleme alan Murat Bardakçı'nın babası İlhan Bardakçı da bugün "sürgündedir." İlhan Bardakçı gazetecidir, tarihcidir. Ne yazık ki her insan gibi o da yaşamında hatalar yapmıştır. 1985 yılında Türkiye hakkındaki bilgi ve belgeleri Irak ve Libya'ya sızdırdığı iddiasıyla yargılanmış ve 15 yıla mahkum olmuştur. Cezaevine girmemek için Almanya'ya kaçmıştır. Murat Bardakçı'nın yazdıklarına kızanlar ona hemen babasının başına gelen bu talihsiz olayı hatırlatırlar. Benim öyle bir amacım yok. İlhan Bardakçı bugün Almanya'da ağır hasta. Gözlerini Anadolu toprağında kapatmak istemektedir. Yakınları ve dostları Cumhurbaşkanı Sezer'e başvurdular, cezasını affetmesi için. Sezer, bugünlerde İlhan Bardakçı'nın sağlık raporlarını inceletiyor. Eğer Cumhurbaşkanı Sezer affederse; İlhan Bardakçı, oğlu Murat Bardakçı'nın yazdığı gibi, cenazeleri bile ülkelerine sokulmayan "Son Osmanlılar" la aynı kaderi paylaşmayacak... Dedim ya beni olayın sadece insani yönü ilgilendiriyor. Umut ederim Cumhurbaşkanı Sezer'le benzer duyguyu paylaşıyoruzdur…
Xxx
Aşkına ulaşamadan dünyası değişti
Latif Çelik (Almanya)
Aksiyon YIL:10 | SAYI: 499 | 30 Haziran 2004
Yeni Türk devletinin temeline harç koyan bir aileden geliyordu İlhan Bardakçı. Kelimenin tam anlamıyla bir Türkiye aşığıydı ama büyük aşkına kavuşamadan dünyasını değiştirdi.
Bir vatansever sessizce dünyasını değiştirdi. Sürgün idi ama, küsmedi devletine. Çünkü o, devleti kuran bir aileden geliyordu. Babası Cemal Bardakçı, Mustafa Kemal ve arkadaşları daha Ankara’ya gelmeden, siyasi konjonktüre etki eden, asayişi sağlayan, kısacası Kuvay—ı Milliye ruhunu diri tutan biriydi. Sivas’tan yola çıkan Heyet—i Temsiliye’nin Ankara’ya geleceği Anadolu’da konuşulurken herkes bir hazırlık içindeydi. Osmanlı zaptiye teşkilatından Cemal Bardakçı da işgal altındaki şehirde bir şeylerin yapılmayacağını anlamış ve bir grup İttihatçı arkadaşı ile beraber iki ay evvel bu şehre gelip Emniyet Müdürü olarak göreve başlamıştı.
Osmanlı yönetiminin Ankara’daki son ve aynı zamanda Mustafa Kemal yönetimindeki Ankara’nın ilk Emniyet Müdürü olan Cemal Bardakçı, Dikmen sırtlarından Ankara’ya giren Mustafa Kemal, Refet Bele, Rauf Orbay ve İsmet İnönü’yü ilk karşılayanlardandı. Cumhuriyet ilan edildikten sonra Mustafa Kemal’in valilik kararnamesine ilk imza attığı insandı. Konya’da Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk valisi olarak göreve başladığında 26 yaşındaydı.
Aile şeceresinden 1820 yılına kadar Balıkesir Burhaniye bölgesinde yaşadığı kesin olan Bardakçı ailesini, Osmanlı’nın son döneminde devlet katında görüyoruz. İttihat ve Terakki’de kısa zamanda sivrilen Cemal Bardakçı, Cumhuriyet Türkiyesi’nin başlangıcındaki bütün zorlukları yaşayan biridir. Konya’da vali iken aldığı maaş 4 liradır. Oğlu İlhan ise bu yıllarda iki yaşındadır. 7 yaşından itibaren İlhan artık dost sohbetinde, misafir karşılamada hep babasının yanındadır.
İmparatorluktan Cumhuriyet’e geçiş yıllarının Türk milletine getirdiği ağır yük Bardakçı ailesinde de hissediliyordu. Baba Bardakçı, devlet işlerinin yanında oğlu İlhan’ın eğitimine çok titizlik gösteriyordu.
İlhan Bardakçı, 1944’te 19 yaşında iken çocuk kitapları çıkarmaya başladı. Yazarlıktaki başarısı yıllarla beraber hızla yükseldi. Özellikle tarihi ve milli konuları ele alma şekline, konuya hakimiyetine basın yayın organları hemen ilgi gösterdi. Kitaplarından en önemlileri “İmparatorluğa Veda”, “Taşhan’dan Kadifekale’ye”, “Bir İmparatorluğun Yağması” ve “İnsanlık Zelzelesi”dir. Çeşitli yayınevlerinde 24 eseri yayınlanan Bardakçı’yı uzun yıllar Tercüman Gazetesi’nde tarih sohbetleri yazarken görüyoruz.
60’lı yılların başında Milliyet Gazetesi’ndeki yazı dizisi ile Cumhuriyet’in başlangıç yıllarını en iyi anlatan yazar seçildi. Basın yayın yüksek okulunda öğretim üyeliği yaptığı sıralarda, devlet adamı olmanın, iyi bir insan olmanın ve gerçek bir gazeteci olmanın ilk şartının devleti sevmek olduğunu söylerdi. Onun derslerini dinleyen ve çizgisini takip eden birçok mezun, Türk basınında kalem oynatıyor bugün.
TRT’de radyo programlarında Çanakkale’yi, İstiklal Savaşı’nı ve Cumhuriyet’in kuruluşunu kendi sesiyle anlattı. 70’li yıllarda televizyonun hayata girmesiyle Bardakçı’yı birkaç idealist arkadaşı ile beraber ellerindeki kamerayla görüyoruz. “1206 Gün” adlı programında Cumhuriyet Ankara’sının en sancılı saatlerini ekrana aktarmaya çalışıyordu. Bu programın çekimi sırasında tutuklandı ve cezaevine kondu, iki yıla mahkum edildi. Sonra salıverildi. Sonra tekrar mahkumiyet kararı verildiği halde tutuklanmadı. Sanki bir nevi Türkiye’den gitmesi isteniyordu.
Mahkum olduğu davada verilen kararın siyasi boyutunun olduğu yıllarca söylendi. Çünkü savcının beraat talebine karşılık mahkum edilmişti. Kendisini ülkesinden ayıran olaylar sonrasında Bardakçı’nın Avrupa’da sürgün yılları başladı. 1990 yılı başında Almanya’ya gelen İlhan Hoca’yı gurbetteki Türkler bağırlarına bastı. Toplam 400 ayrı konferansta vatan sevgisini konu alan seminer veren Bardakçı, vatan sevgisi ve milliyetçilik bilincinin canlı tutulmasında önemli çalışmalarda bulundu. Osmanlı’nın 700’üncü kuruluş yıldönümü sempozyumlarında tarihseverlere veciz konuşmalar yaptı. Özellikle ATİB ve Türk Federasyon dernekleri kendisine sürekli kürsüler vererek gençlere ruh aşılamasına yardımcı oldular. Hoca’nın yanında iki önemli isim gördük hep; Musa Serdar Çelebi ve Dr. Yaşar Bilgin. Biri siyasi ve sosyal olarak, diğeri de sağlık açısından son saniyede bile yalnız bırakmadı.
Bardakçı’ya Avrupa’da kucak açan kurumlardan biri de Zaman gazetesi oldu. 1992’den itibaren Zaman gazetesinde yazmaya başlayan ve vefatından birkaç gün öncesine kadar da Avrupa Zaman’da yazılarını ara vermeden sürdüren İlhan Bardakçı çeşitli Türk derneklerinde sohbet toplantıları yaparak insanları aydınlattı. Bir seferinde Çanakkale Zaferi kutlanacaktı. Koca salonda 23 kişi vardı. Bardakçı az sayıda kişi olmasını hiç problem yapmadı. Konuşmasını aynı aşk ve heyecanla yaptı. Arkadaşları onun moralinin bozuk olabileceğini düşünürken o, “Müjdeler olsun, Çanakkale Zaferini andık” dedi.
Rahmetli, kimseyi kırmamaya, insanları bilgilendirmeye çalışırdı.
Yargıtay’ın bozduğu mahkumiyet kararını kendine yediremediği için, hiç bir zaman dilekçe ile şahsi başvuru yapmadı. Vakar sahibi idi. Hiçbir zaman, hatta yürümekte zorlandığı son anlarında bile “Beni affedin” diye eğilmek istemedi. “Kimliğini taşımakla gurur duyduğum devlet benden yaptığı hata ve ortadaki iftira için özür dilesin” dediğine şahit oldum. İstiyordu ki, devlet yaptığı hatayı kendisi düzeltsin. Bu devlet düzeltip özür dileyeceklerini sıraya koysa sana zor sıra gelir hocam diyemedik kendisine. Cumhurbaşkanı Sezer’in incelemekte olduğunu basından öğrendiğimiz dosyanın Türkiye âşığı bu insanın lehine bir kararla neticeleneceğine inanıyoruz.
Çok garip, Türkiye’nin sevdalıları dünyanın dört bir yanına neden savruluyor demek geçiyor içimde. Frankfurt’tan New York’a, Moskova’dan Yeni Delhi’ye kadar bu vatanseverler ülkelerinden neden uzak tutulmaya çalışılıyor sahi? İlhan Bardakçı yaşadığı sürece kalemini hep milletinin lehine kullandı. Onun satırlarını okuyanlardan hiç kimse devlete kırgınlığına şahit olmadı. Hastaneden yazdığı son yazılarında bile “Son Türk devletine sahip çıkalım” diye üzerine basarak yazdı. Bir gün kendisine karşı yapılan hatanın düzeltileceğine hep inandı. Fakat emr—i Hak vaki oldu ve Türkiye’nin bu muhteşem âşığı sevdiğine kavuşamadı. Sevenlerin sevdiğine kavuşamaması insana acı geliyor. İlhan Bardakçı ülkesini çok seviyordu. Keşke kavuşsaydı. Allah rahmet eylesin