Faşizmin sarhoşluğu
AHMET ALTAN 01 Ocak 1970
Dünya “Türkiye’nin önderliğini” değil, daha ziyade Türkiye’nin yöneticilerinin bir kısmının yargılanmasını bekliyor gibi gözüküyor.
Britanya, tarihinin belki de en büyük ahmaklığını yaparak, kendisini muhtemelen parçalanmaya kadar götürecek bir karar verip Avrupa’dan çıkacağını açıklaması, Avrupa’nın bütün “yabancı düşmanı ve İslam karşıtı” faşist partilerini sevince boğdu.
Müslümanların ne işine yaradığını kimsenin anlamadığı kanlı bir İslam radikalizminin “büyük yardımlarıyla” patlayan Avrupa faşizmi, “Avrupa Birliği demokrasisinin” kenara itilip bütün yabancıların sınır dışı edileceğini, “saf Avrupalı” ırkın yaşayacağı bir kara parçasına sahip olacaklarını düşünerek seviniyorlar.
Avrupa’da “Müslüman ve yabancı” olmak ciddi bir eziyete dönüşecek bu faşizmin gelişmesiyle.
IŞİD’in, El Kaide’nin, El Nusra’nın ve onların türevlerinin yarattığı nefret Avrupa faşizminin alevlerini yükselttikçe yükseltiyor.
Kültürel zenginliği değil “kültürel tekliği” savunan Avrupalı faşistlerin niye sevindiklerini anlayabiliyorsunuz.
Burada anlaşılamayan bizim Türkiye’deki “Müslüman görünümlü” faşistlerin niye bu kadar sevindiği.
Havuz medyası neredeyse bir ağızdan, “Avrupa parçalanıyor” diye sevinç çığlıkları atıyorlar.
Kendi benzerlerinin Avrupa’da kazanıyor olmasına seviniyor olabilirler de, o kazanan “Avrupa faşizminin” nefret odaklarından birinin Türkiye olduğunu fark etmiyorlar mı?
Belki de sevinçlerinin asıl nedeni de budur.
Demokrasiyle “özdeş” olan Avrupa Birliği’yle ilişkimizin tümden kesilecek olması onları böyle bir faşizm bayramının parçası yapıyordur.
Demokrat olan her şeyden nefret ettikleri gibi Avrupa Birliği’nden de nefret ediyorlar.
Türkiye’nin Avrupa’sız daha iyi yol alacağını söyleyip duruyorlar.
Bir tür faşizm sarhoşluğu yaşıyorlar.
Nazi Almanya’sının “bütün dünyayı ele geçireceğiz” havası, havuz medyasında esip duruyor.
Ama bu havanın sarhoşluğunu yaşayan sadece AKP’li gazeteciler değil.
AKP’nin yöneticileri de garip bir sarhoşluk içindeler.
Şu habere bir bakın:
“Başbakan Binali Yıldırım, ‘Şimdi artık Türkiye’de güven ve istikrarı kalıcı hale getirmenin tek bir yolu kaldı, başkanlık sistemi ve yeni anayasa’ dedi. Türkiye'nin istikrar, demokrasi, insan hakları ve ve reformlarda çok önemli mesafeler aldığını söyleyen Yıldırım, ‘Bu tabii bazılarını kıskandırıyor’ ifadesini kullandı.”
Biz “istikrar, demokrasi, insan hakları ve reformlarda çok önemli mesafeler almışız” bizim başbakana göre, onun için “bizi kıskanıyorlarmış.”
Bu sözleri, ülkesinin güneydoğusu harabeye dönmüş, son bir yılda beş yüzden fazla görevlisi ölmüş, gazetecilerinin, akademisyenlerinin “terörist” diye hapse atıldığı ülkenin başbakanı söylüyor.
Başbakan böyle söyler de Meclis Başkanı geri kalır mı?
Bunlar da Meclis Başkanı’nın sözleri:
“Türkiye büyük bir misyona sahip, 776 bin kilometrekareden ibaret değil. Bizim siyasi hudutlarımız, belli bir kilometreyle ifade ediliyor ama bizim bir de gönül hudutlarımız, gönül coğrafyamız var. Bütün dünya bizim önderliğimizi bekliyor. Dışarıda öyle bir itibarımız var ki fevkalade ve Türkiye’yi santimetre santimetre, adım adım takip ediyorlar.”
Koskoca adam, “bütün dünyanın Türkiye’nin önderliğini beklediğini” söyleyebiliyor.
Öyle bir “itibarımız” varmış.
Türkiye’de “normal” bir medya olsa böylesine rahat palavra atan iki yönetici koltuklarında bir gün bile oturamazlardı.
Hangi itibar?
“Anayasayı tanımayacağını” söyleyen, anayasayı çiğneyerek “fiilen başkanlığını” ilan eden, yargıyı kendine bağlayarak bütün muhaliflerini hapsetmek için uğraşan Erdoğan dünya medyasının en çok eleştirdiği ve alay ettiği lider.
AKP ve medyası, bütün hayatı bir “algı operasyonu” olarak görüyor.
Kendi seçmenlerini tam bir aptal yerine koyup onları kandırmak için ipe sapa gelmez her lafı söylüyorlar.
“Dünyanın önderliğini” beklediği Türkiye’ye turist gelmiyor bu ülkeyi “güvensiz” bulduğu için.
“Dağılmasına” çok sevindikleri Avrupa, yeni faşizmin etkisine biraz daha girerse “en büyük ticaret ortağımızla” yaptığımız ticaret de azalacak… Türkiye’ye yatırımlar sıfıra inecek.
Turizm ve ihracat gelirleri düştükçe düşüyor.
Üstelik, Türkiye’yi “Hafız Esad’ın Suriye’sine benzetmek” için koşar adım ilerleyen, bu yolda hukuku yok eden, her türlü hırsızlığı yapan, El Nusra’nın “terör örgütü olmadığını” ileri sürüp, kara para aklama işlerine girişen, silah kaçakçılığına bulaşan AKP sadece medyanın hedefinde değil.
Amerikan hukuku da AKP’nin yolsuzluklarının peşinde.
Reza Sarraf davası, AKP yönetiminin ve yardakçılarının hırsızlıklarını yakalamak için ağır ağır ilerliyor.
Onun yanında yeni bir dava daha belirdi ufukta.
IŞİD’e, El Kaide’ye ve El Nusra’ya finans sağladığı ileri sürülen Kuveyt Türk Bankası’nın yöneticileri için de çok ağır suçlamalar var.
Cumhuriyet Gazetesi’nde İlhan Tanır, bu suçlamaları ileri süren “para izleme uzmanı” Thomas Creal’le yaptığı söyleşide soruyor:
“-Kuveyt Türk’ün Türkiye’deki operasyonlarını yöneten bir numaralı kişi Abdullah Tivnikli, aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve üst düzey yetkililere çok yakın. Bu bağlantılar sizi şaşırttı mı?
- Şaşırtıcı bulmadığımı söylemeliyim. Yaptığımızı yapmaya devam edeceğiz. Bu süreç bizi farklı yönlere götürecek. O şahıs (Tivnikli) muhtemelen yakın zamanda radarımıza girecek.
- Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanma ihtimalleri var mı?
- Eğer yetkililerin rolü kanıtlanırsa Uluslarası Ceza Mahkemesi’ne gönderilmeleri ihtimal. Liberya Devlet Başkanı Charles Taylor’u hatırlayın. O tetiği çektiği için değil, savaşı finanse ettiği için insanlığa karşı suç işlemekten hüküm giydi.”
Dünya “Türkiye’nin önderliğini” değil, daha ziyade Türkiye’nin yöneticilerinin bir kısmının yargılanmasını bekliyor gibi gözüküyor bu konuşmalardan.
İtibarımız da, yöneticilerinin sürekli suçlandığı bir ülkenin itibarı ne kadarsa o kadar.
Yok yani öyle bir itibar.
Belki de bizim faşistler, Avrupa’da faşizm güçlenince kendileriyle “faşizm kardeşliği” nedeniyle dayanışma içine gireceklerini sanıyorlar ama o “beyaz” faşizmin, “İslamcı faşizme” de düşman olduğunu unutuyorlar.
AKP, gerçeğin hiçbir halinin kendi lehine olmadığı bir duruma soktu kendisini.
Şimdi havuz medyasının desteğiyle “sahte” bir dünya yaratmaya uğraşıyor… Akla hayale gelmez palavraları ardı ardına diziyor.
Ama havuz medyasının yalanları, bu gittikçe gülünçleşen “algı operasyonları” AKP’yi kurtarmaya yetmez.
Havuz medyasını ciddi suçların suç ortağı yapar sadece.