Dikta düzeni sallanıyor mu?
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Bugüne kadar Saray tarafından atanan kayyımları, “bize dokunmuyor” diye sessizce izleyen büyük sermayenin, artık aklı başına gelmiş olmalı.
Komisyondaki iki tasarı da kılçıksız bir dikta rejiminin olmazsa olmazlarıydı. Özel sektörü, bilhassa büyük sermayeyi diktanın emir-komutasına verecek olan “holdinglere kayyım atama” tehdidi, yani “müsadere” düzenlemesi geri çekildi. İkincisi, tek tek her mahkemenin, her hâkimin vereceği kararı Saray danışmanlarının göndereceği küçük notlara bağlayacak yüksek yargıdaki büyük tasfiye ise belirsiz bir tarihe ertelendi. Bu iki önemli teşebbüste görünür hale gelen tereddüt hali, dikta rejiminin varabileceği en uç sınırlara dayandığının, artık ilerleme kaydedemediğinin delili olarak yorumlanmalı. Dikkat ederseniz gündemde hissedilir ölçüde bir eksiklik var: Yaz ayları için tasarlanan başkanlık sistemi hamlesi, sonbahar diye söylense de gündemden kalkmış vaziyette.
Plan yürümüyor, Türkiye dört başı mamur, tasarlandığı-planlandığı şekilde dikta rejimine geçemiyor. Müsadere, yargıda tasfiye ve başkanlık sistemi teşebbüslerinin akamete uğramasının sebebi aynı. Müsadereye özel sektör, tasfiyeye yargı mensupları, başkanlık sistemine ise halk direniyor. TÜSİAD bildirisi birinci, Yargıtay başkanının bile dâhil olduğu yargı mensuplarından gelen itirazlar ikinci, Cumhurbaşkanı’nın masasının üzerindeki kamuoyu araştırmaları da üçüncü direnişin işaretleri olarak yorumlanmalı. En önemlisi üçüncüsü: Toplum önüne konduğu şekilde başkanlık sistemine, doğrusu dikta rejimine geçit vermiyor ve referandum sandığından bu projeye destek çıkmayacağını haykırıyor.
MHP’de muhalefetin yüzünün akıyla topladığı Tüzük Kurultayı’nı, bir de dikta düzeninin yetersizliğinin, başarısızlığının göstergesi olarak yorumlamayı deneyin. Eldeki yargı düzeni, dev kamu kaynakları ile beslenen medya tekeli ve 15 Mayıs’taki kurultayı engellemek için seferber olan devlet gücü ve mevcut yönetim, kısaca eldeki dikta imkânlarının tamamı tüzüğün değişmesine engel olamadı.
Toplumsal muhalefetin sinir uçlarından biri, sembolik olarak en hassası olan Gezi Parkı üzerinden gelen tehdit ve tahrikleri bu işlemeyen çarka dışarıdan kovayla su taşıma çabası olarak görmelisiniz. Mahallenin dayısı, kahvenin önünde çelebi görünüşlü vatandaşı önce yukarıdan aşağıya sıvazlayacak, sonra bir güzel pataklayacak. Sonra mahalle sakinleri “bana bulaşmasın” diye sinip, köşelerine çekilecek. Gezi tahrikine kimseden karşılık gelmemesi, iktidarın aynı kan deryasında ikinci kez yıkanıp, “kan kokirem” diye herkesi korkutmasına fırsat verilmeyeceğini gösteriyor. Bu sefer kimse sessiz kalmayacak ve mukabele olarak Kazlıçeşme’de düzenlenecek miting fiyaskoya dönüşecek. Aradan geçen zamanda iktidarın arkasındaki dinamik ve hasbî desteği nasıl kaybettiği ortaya çıkacak.
Saray iktidarı, bütün varlığını dayandırdığı en değerli hazinesini “sandık meşruiyeti”ni kaybetti. Ahmet Davutoğlu’nun tasfiyesinin yol açtığı meşruiyet boşluğu, Saray’ı içine çekip anlamsız ve güçsüz hale getiriyor. Davutoğlu’nun kendisi 17/25 Aralık’ın panzehiri olarak icat edilmiş, sonrasında sandık desteği ile Saray’ın “fiilî durum”unun yol açtığı bütün dengesizlikleri telafi etmişti. Bugün Davutoğlu hâlâ başbakan olsaydı ve önceliklerine göre ikna edilseydi müsadere yasası da, yargıdaki tasfiye de, hatta başkanlık sistemi bile sonbahar gelmeden hayat bulabilirdi. Fazladan MHP tüzük kurultayını gerçekleştiremezdi. Saray iktidarının fiilî yetkilerinin kaynağı, yani sandık meşruiyeti Davutoğlu’nun gidişi ile kurumuş oldu.
İş başında sandıktan çıkmış, halk iradesini temsil eden bir hükümet ve o hükümetin kadroları yok. Her iktidar enerjisini, yaptırım gücünü ve kamu-özel fark etmez farklı sektörlerdeki etkisini meşruiyetinden alır, henüz tamamlanmamış otokrasiler de.
Türkiye’de 2012’nin ilk aylarında inşasına başlanan dikta rejimini tamamlanamadı ve kendi girdisi ve çıktısı ile işleyen bir sisteme dönüşemedi. En önemli sebep elbette 17/25 Aralık soruşturmaları. Bugün çatır çatır sallanıyor, can havliyle ileri hamlelere girişiyor. Müsadere yasası, bu ileri hamlelerden en iddialısıydı. Bugüne kadar Saray tarafından atanan kayyımları, “bize dokunmuyor” diye sessizce izleyen büyük sermayenin, artık aklı başına gelmiş olmalı.
Kör-topal sağa-sola zarar vermekle meşgul dikta rejimi artık sallanıyor; gölgesine sığınanlar çil yavrusu gibi dağılıyor. Nasıl olsa eski inanmış dava arkadaşları da tasfiye edildiler.