« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

27 Haz

2016

İki radikalizm arasında

Ali Bulaç 01 Ocak 1970

Çoğu kimsenin zannettiğinin aksine, Batı siyaset tarihinde köklü değişimler vuku bulmuş olsa da, köklerden radikal kopuş olmamıştır. Dikkatli ve analitik bir gözlem, bize temeli “dini olan”ın belli bir alana çekildiğini veya sekülerleşip devam ettiğini göstermektedir.

Batı’nın yaşadığı tecrübenin siyaseten geldiği nokta, üzerinde imal-i fikr etmeye değer. Batı tecrübesi sadece ibret verici beşeri bir hâsıla değil, sert veya yumuşak yollarla dünyanın geneline mümkün olan tek model olarak da takdim edilmektedir. Bizde neredeyse iki yüz senedir elitler söz konusu tecrübenin hâsılasını iktibas etmeye çalışıyorlar. Fakat söz konusu iktibas ameliyesi İslam dünyasının sorunlarını çözemiyor. Geçen yüzyılda Cumhuriyet’i kuran kadro, şu veya bu Avrupa ülkesinden tercüme ettiği yasalar ve anayasalar ne kadar sadra şifa olduysa, sosyo-politik sistem iktibası da o kadar şifa olur! Kaldı ki, Batı tecrübesi derken, akla sadece liberal demokrasinin gelmesi büyük yanlışlık. Faşizm ve komünizm de bu tecrübenin içinden çıkmış otoriter ve totaliter sistemlerdir. Neticede denecek şu ki, ne faşizm ve komünizm, ne liberalizm veya sosyal demokrasi bir şablon olarak toplumlarımıza uyarlandığında umduğumuz iyi sonucu verir. Vermediği de deneysel olarak ortada.

Bunun anlaşılır sebepleri var. İlkin iki dünyanın yaşadığı tarihsel tecrübeler birbirinden hayli farklıdır. İnsanlığın genel gidişi üzerinde kafa yoran sorumluluk sahibi fikir adamları ve filozoflar, tarihin her döneminde çeşitli düşünceler geliştirmişlerdir. Batı’da siyasi modelleri şekillendiren sadece filozoflar değildir; yaşanan tecrübeye ve ortaya çıkan ihtiyaçlara verilen cevaplar da buna eşlik etmektedir.

Toplumsal havzaları birbirinden ayıran farklılıklar önemlidir ama Batı’nın bunca tecrübeden sonra bazı temel ilkelerde karar kılmış olması bizim için de öğretici olmalı. Mesela hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, ifade özgürlüğü ve muhalefet hakkının yasaların teminatı altına alınması gibi. Biz, Batılı toplumların 850 sene kan dökerek, mücadele ederek vardığı “sosyo-politik sistemin ma’rufları” diyebiliriz. “Li tearafu” (49-13) emrinde onlarca da ma’ruf olanı paylaşın, yaygınlaştırın demekse, bu prensiplerin bizce de sistemin parçası olarak kullanılması mümkündür, yerine göre gereklidir. Tembel kopyacı ve sahte taklitçi olmadığımız sürece ma’rufu yeryüzünün bütün örflerinde arayabiliriz. Neyi nereden ve hangi dil üzerinden alabileceğimizi bilemiyoruz.

Diğer bir nokta, Batılı siyasetin şekillenmesinde kültür kaynakları önemli rol oynamıştır. Grek felsefesi, Roma idare sistemi, Hıristiyanlık ve Aydınlanma temel belirleyenler hükmünde sistemin teşekkülünde yerlerini almışlardır. Bizde ise belirleyen İslamiyet ve bundan doğru veya yanlış türetilen çeşitli mezhepler, Örfi hukuk ve saltanat rejimleridir. Bu açıdan Hıristiyanlığın siyaset ve devletle ilişkisini olduğu gibi Müslüman dünyaya uyarlamak mümkün değildir. İslam için “birey” oluşturma peşindeyseniz, Grek felsefesini, mutlakiyetçi idareyi ve Aydınlanma’yı 1400 yıllık tarihte arayıp bulmanız lazım. Tevhid’in esası olan “Allah’a kulluğu” nasıl “Ne Tanrı, ne efendi!” diyen bireyle telif edeceksiniz.

Çoğu kimsenin zannettiğinin aksine, Batı siyaset tarihinde köklü değişimler vuku bulmuş olsa da, köklerden radikal kopuş olmamıştır. Dikkatli ve analitik bir gözlem, bize temeli “dini olan”ın belli bir alana çekildiğini veya sekülerleşip devam ettiğini göstermektedir. Bu modern ve postmodern gelenektir. Aydınlarımız, Batı siyaset düşüncesini ve kurumlarını ya olduğu gibi iktibas etmemizi veya dinin kendini Batı’daki gibi sekülerleştirmesini talep ediyorlar, ama toplumsal zihniyet ve geleneğin nasıl olur da algı sistemimizin ve teamüllerimizin bir anda dışına çıkabileceği konusunda bize bir şey söylemiyorlar. Bu yıkıcı radikalizmdir, radikalizmin yıkıcılığı sadece Siyasal İslamcılara hasredilemez. En yıkıcı radikalizm İslam dünyasının referanslarını ve geleneğini virane yapının enkazıymış gibi bir anda arazi üzerinden temizlemeye kalkışan Batıcı iktibasçılardır. İslami radikalizm, Batıcı radikalizme bir tepki veya alternatif olarak doğdu. İslam, bu iki radikalizm arasında sıkışıp kalmış bulunuyor.

Ziyaret -> Toplam : 125,20 M - Bugn : 81301

ulkucudunya@ulkucudunya.com