« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

27 Haz

2016

Siyasetin fıkhî değeri

Ali Bulaç 01 Ocak 1970

İtikatta yanılma, zanni görüş olmaz; imanın esasları bellidir, apaçıktır. Fıkhın alanı ise hayli geniştir, değişkendir, yanılmaya, farklı görüş ve içtihatlara açıktır. Fıkhi görüş itikad gibi telakki edilip mutlaklaştırıldı mı, bundan zorunlu olarak dinileştirilmiş otoriter ve totaliter rejim türer.

Siyasi alanda faaliyet gösteren Müslümanlar, siyasi faaliyetlerini İslam’a hizmet olarak görürlerken, siyasi görüşlerini de İslami hükümlerin ta kendisi, itikadın esası veya parçası olarak görürler. Oysa siyasi faaliyette İslami hizmet gayesi ve İslami hükümlerin referans alınması gerekli ve hatta zorunlu iken, söz konusu hükümlere dayalı siyasi görüşler itikadın konusu değil, fıkhın konusudur. İtikatta yanılma, zanni görüş olmaz; imanın esasları bellidir, apaçıktır. Fıkhın alanı ise hayli geniştir, değişkendir, yanılmaya, farklı görüş ve içtihatlara açıktır. Fıkhi görüş itikad gibi telakki edilip mutlaklaştırıldı mı, bundan zorunlu olarak dinileştirilmiş otoriter ve totaliter rejim türer.

Bu hayli ciddi mahzurla ilgili Hz. Peygamber (s.a.) sıkı tembihlerde bulunmuştur. Şöyle ki: Hz. Peygamber, savaşa gönderdiği askeri birlik komutanına, düşmanla karşı karşıya geldiğinde şu üç teklifte bulunmasını emrederdi: Müslüman olmak, cizye vergisi vermeyi kabul etmek veya savaş. Belirtmek gerekir ki, bu uygulama anlaşmalı olan gayrimüslim topluluklar için değil, kendileriyle savaşın dışında hiçbir seçeneğin kalmadığı muharip topluluklar için geçerlidir. İslamiyet, durup dururken kimseyi ya İslam, ya cizye veya savaş durumuyla karşı karşıya bırakmaz. Hz. Peygamber, anlaşma, konuşma, barış içinde yaşama imkânlarının tamamen kalktığı topluluklar için yine de söz konusu teklifin yapılmasını emrettikten sonra, şöyle buyurmuştur: “Bir kale halkını kuşattığında senden kendilerine, Allah’ın hükmünü uygulamanı isterlerse (bunu) onlara uygulama. Çünkü siz Allah’ın onlar hakkındaki hükmünün ne olduğunu bilemezsiniz. Yalnız onlara kendi hükmünüzü uygulayınız. Sonra onlar hakkında dilediğiniz hükmü veriniz.” (Müslim, cihad 3; Tirmizi, siyer 47; İbn Mâce, 38; Darimi, siyer 8; Ahmed b. Hanbel, V, 352.)

Bu son derece önemlidir. Çünkü insanlar kendi hükümlerini Allah’ın hükmü olarak takdim ederlerse kendi zulüm ve haksızlıklarını Allah’a, dine, İslamiyet’e fatura etmiş olurlar. Oysa doğru, adil ve hakkaniyete dayalı hüküm koyma sadece Allah’a mahsustur. Hz. Peygamber “sünnet” dairesinde hüküm koyma yetkisine sahip ise de bu, Allah’ın ona verdiği bir yetkidir ve Allah’ın ona “gösterip bildirdiği, öğrettiği gibi” hükmetmek durumundadır. Bu çerçevede Hz. Peygamber’in hükümleri kuvvet, açıklık ve kesinlik bakımından, gözün gördüğü şeyler gibidir, yani berrak ve adildir. Hz. Ömer “Hiç kimse ‘Allah’ın bana gösterdiği gibi hükmettim’ demesin, böyle bir iddiada bulunmasın. Çünkü yüce Allah, bu vasfı sadece Peygamber’ine vermiştir. Bizden birinin görüşü kesin bilgi değil, zan ifade eder” demiştir.

Buna rağmen, Hz. Peygamber (s.a.) insanlar arasındaki ihtilaflara baktığı zaman gerekli uyarıyı yapma lüzumunu hissetmiştir: “Ben de sizin gibi bir insanım. Bana davalar gelir. Belki kiminiz diğerinden daha güzel (etkileyici) konuşur, ben de onun doğru söylediğini sanıp lehine karar verebilirim. Kime bir Müslüman’ın hakkı (geçecek şekilde) hükmetmiş isem, bilsin ki o ateşten bir parçadır. İsteyen alsın, isteyen bıraksın” (Buhari, Şehadet, 27; Müslim, Akziya, 4.) (Daha geniş bilgi için bkz. Kur’an Dersleri, II, 481.)

Geleneksel İslam toplumlarında Cebriye’nin kültürde devam eden etkisiyle Müslümanlar maruz kaldıkları baskı ve zulümleri kaderleri ve Allah’ın hükmü olarak telakki ederlerdi; modern zamanlarda mutlakiyetçi yönetim felsefelerini İslam’a tercüme edenler siyasi görüş, ideoloji, dava ve parti/örgüt programlarını itikadın bir parçası haline getirip siyasi itikada boyun eğmeyenlerin tekfir edilebileceğine hükmettiler. Böylelikle isabetli veya hatalı politika İslam itikadı oldu. Yanlış politika itikad olunca buna tepki verenler İslam itikadının da dışına çıkmış oluyor.

Bunun çaresi çifte gerçeklik hatasına düşülmeden itikad ile fıkıh arasındaki ilişkiyi doğru belirlemek ve siyaseti bu zemin üzerinde yeniden inşa etmektir.

Ziyaret -> Toplam : 125,20 M - Bugn : 81848

ulkucudunya@ulkucudunya.com