Kimler İslamcılardan korkar?
Ali Bulaç 01 Ocak 1970
Siyasette çoğulcu katılıma karşı olan Siyasal İslamcılardan sadece laikler korkmaz, bunlara itaat itmeyen dindarlar ve istibdada karşı olan İslamcılar da korkar!
Bir dünya görüşü, bir siyaset felsefesi, sosyo-politik ve ekonomik tasavvur olarak İslamiyet’i referans alan akımlar ile laik/seküler akımlar arasında görüş ayrılığı olduğu bir gerçek. Bu mülahaza ile laik kesimlerin İslamcı akımlara karşı bir tutum içinde olmaları anlaşılır şey. Ortada şiddet ve baskıya dayalı tutumlar olmadıkça çoğul bir ortamda akımlar ve gruplar arasında siyasi rekabet sadece gerekli değil, zorunludur da. Gannuşi, “Siyasal İslam’dan demokratik İslam’a geçiyoruz” derken, başka görüş ve siyaset temsilcilerinin de hem varlıklarını hem rekabetlerini “kanuni” kabul ettiğini söylemektedir. Bu demektir ki Gannuşi ve başkalarının algısına göre “Siyasal İslam” başka görüş ve grupların ne varlığını meşru görüyor ne de rekabetlerine hak tanıyor.
Ama acaba öyle mi? Gannuşi’nin yaptığı “Siyasal İslam” ve “Demokratik İslam” ayrımında ortak nokta “İslam”, ayrılık noktası ise “demokratlık”tır. Bu durumda şöyle sorabiliriz: İki ayrımda ortak nokta İslam ise İslam, kendisini yani İslamiyet’i siyasette referans almayan başka siyasi akım ve grupları “meşru” görmüyor mu? Eğer meşru görmüyorsa, bu konuda baskıcı İslamcıların elinde sağlam deliller varsa otoriter, totaliter veya otokrat tutumlarında mazurdurlar, çünkü İslamiyet, başkalarının kendilerini siyasette temsil etmelerine ve siyasi rekabete katılmalarına izin vermiyor. Ama eğer “meşru” görüyorsa, bu durumda “demokratik İslam”, İslam’ın ruhuna, Şeriat’ın maksatlarına uygun olarak çoğulcu bir siyaseti ve rekabeti mümkün görüp tam da bu noktada Siyasal İslamcılardan ayrılıyor demektir.
“Siyasal İslam”ı kendi içinde homojen, yekpâre bir siyaset şeklinde görmek mümkün değildir. Çünkü “Siyasal İslam”da anahtar terim siyasettir. İslamiyet’in siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel ve devletlerarası politikaların tespit ve tesisinde referans alınması ihtiyarî değil, mecburîdir. Aksi düşünülemez, bu, “Ben Müslümanım ama İslam’a göre düşünmüyor ve amel etmiyorum” demek gibi bir şeydir. Kaldı ki İslamcı akımların bir bölümü gayrimüslim veya başka siyasi doktrinleri savunanları meşru görür, bir bölümü meşru görmezler. Kişisel olarak hayatım boyunca Müslümanların dinlerine ve hayat haklarına saygı gösteren, onları dinlerinden dolayı baskı altına almayan, yurtlarından sürmeye ve düşmanlarıyla işbirliğine kalkışmayan gayrimüslim dini, mezhebi, siyasi grupları “muahid” kabul ettiğimden, bunlarla her türden “velayet” ilişkisine girilebileceğini, bunlarla siyasi ortaklık kurulabileceğini savundum. Kendileriyle hiçbir şeklide ortaklık kurulmayacak olanlar “muharipler”dir. (Bkz. 60/8-9; Kur’an Dersleri, VII, 41 vd.) Ve bu görüşte olan çok sayıda Müslüman mütefekkir ve irili ufaklı İslami/İslamcı akım söz konusudur. Bu durumda Siyasal İslamcıların tümünün, başkaları üzerinde tahakküm kurma peşinde kimseler olduklarını söylemek hem doğru değildir, hem haksızlıktır. Siyasette çoğulcu katılımdan yana olanların ayrıca kendilerini “Müslüman demokrat” olarak takdim etmeleri de gerekmez. Zira demokratlığı bir tutum, siyasi bir sıfat olarak ele alacak olursak -ki elbette felsefi ve doktriner boyutunu görmezlikten gelmiyoruz- bu çizgide olan her İslamcı tanım gereği ve tabiatı icabı “demokrat”tır.
Ama açıktan demokrasiye karşı olan veya “demokrat görünüp ya da demokrasinin imkân ve avantajlarını kullananlar” da yok değil. Siyasette “dinin istismarcıları” olduğu gibi “demokrasinin veya laikliğin de istismarcıları” olur; istismarcı her değeri ve imkânı istismar eder. Bu grupta yer alanlar, iktidar olduklarında kendilerinden başka bilumum siyasi görüş sahiplerini ve grupları baskı altına almaya kalkışırlar; seçimle iktidara gelirler ama iktidardan gitmemek için ya seçim sistemini işlemez hale getirirler veya manipüle ederler.
Siyasette çoğulcu katılıma karşı olan Siyasal İslamcılardan sadece laikler korkmaz, bunlara itaat itmeyen dindarlar ve istibdada karşı olan İslamcılar da korkar!