Ne bekliyorduk ki?
VEYSEL KARANİ GÜMÜŞDERELİ 01 Ocak 1970
Bir futbol turnuvasından daha boyumuzun ölçüsünü alarak evimize döndük.
Onca imkana rağmen bir arpa boyu yol gidememenin hüznüyle...
Milyonlarca liralık bütçeye, dünya çapındaki yıldız(!)lara ve futbolu çok iyi bilen(!) futbol insanlarına, imparatorlara, ordinaryüslere rağmen hem de...
Oysa yine son anda katıldığımız Avrupa turnuvasında ne büyük laflar ediyorduk sloganlar eşliğinde.
Şampiyon bile olabilirdik!
Sonra ver elini dünya kupası.
Bizi kimse durduramazdı.
Büyük lokma üst turlara gidebilmekti. Ancak biz o lokmayı yiyemedik.
Geriye de büyük laflar kaldı.
Peki, ne bekliyorduk ki!
Bu turnuvaya son anda katılmamış mıydık?
Bütçeleri bizim takımdan çok çok çok daha az takımların arasından nefes nefese sıyrılmamış mıydık?
İlk iki maçtaki kötü futbolun ardından üçüncü maçtaki biraz kıpırdanma birden bire havayı değiştirebilecek bir sıçrama tahtası gibi görünüyordu.
Hatta futbolu çok iyi bilen, en iyi bilen teknik adamımıza göre %80-90 bir üst tura çıkmıştık bile.
Ancak kendilerine bel bağladığımız ülkelerin birer birer duman olmasıyla birlikte o sıçrama tahtası da kırılıverdi.
Hayaller de...
Yaşanan kaos, fırtına, toz- duman arasında bir düşünün lütfen: Futbol milli takımımız da bu ülkenin bir yansıması değil mi?
Büyük bir kibirle “futbolu ben yarattım” havasında dolaşanlar...
Takımlarında bile oynayamayanlar..
Yanlış planlamalar...
Hatalı tercihler...
Su kaynatanlar...
Ve bütün bunların arasında işini yapmaya çalışanlar...
Onlar da azınlık durumundalar.
İyi niyetle gelip bir süre sonra takımdaki genel havaya uyum sağladıklarını görüyoruz maalesef onları da.
Ne kadar tanıdık değil mi?
Toplum olarak bir yansımamız.
Bazen bu tür vak'aları askerlikle kıyaslıyorum.
Neden mi?
Askerlik kesinlikle çok mühim bir kavram.
Özellikle Türkiye gibi ülkelerde.
Hatta bir çok vatandaşımız için kutsal bir görev.
Lakin bazen sistemin getirdiği hatalar yaşanıyor orada da.
Gencecik insanlar tabiri caizse annelerinin kollarından alınıp asker ocaklarına getiriliyorlar.
Ve orada hayatı(!) öğreniyorlar.
Olması gerektiği gibi değil ama.
Sözde işlerin yürümesini sağlayan devrecilik sistemi diye bir şey var.
O sistemde gençler ahlaklı olmayı, vazifesini kutsal olarak görüp doğru dürüst iş yapmayı, dört dörtlük asker olmayı, adam olmayı, askerliğin ruhunu kazanmayı değil de bambaşka enteresan değer(!)ler kazanıyorlar...
Ne öğreniyorlar:
Yan yollara sapmayı..
Mesela tertipçiliği..
Mesela kaytarmayı..
Mesela bir sonraki devreyi ezmeyi...
Ve maalesef bu çarktan Türkiye'deki büyük bir çoğunluk geçiyor. Yeni gelenler de bir üst sisteme geçebilmek için heyecanla bekliyor ki sıra kendisine gelsin.
Sonra ver elini yukarıda saydığım garip durumlar.
Yani sürekli bir kısır döngü!
Ve bana öyle geliyor ki bu kötü hasletler genlere işleniyor.
Gençlerin babalarının da o yoldan geçtiğini düşünün...
Sonra da Türkiye'nin durumu!
“Ne yani hata sadece orada mı” diye sorabilirsiniz tabii.
Maalesef erdemli bir toplum hayalimiz, eğitimden başlayarak bir çok konuda yapılan hatalar sonrasında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Bakın ülkenin kalabalık bir topluluğunun yolsuzlukları, hırsızlıkları dert etmeyişi bunu gösteriyor zaten.
Geri kalanların büyük bir kısmı da aynı yerde olsa belki kendi düşüncesine göre benzer şeyleri yapma hayali kuruyor.
Ve az bir topluluk da, insanlara erdemli olmanın ne kadar mühim olduğunu anlatmaya çalışıyor.
İşte milli takımın görüntüsü de bu.
Türkiye'nin küçük ama bol gürültülü bir yansıması
Yine de bütün kötü oyunlara rağmen bir ümit olur mu diye hayal ediyorduk!
Sebepler dairesinde olmadı!
Belki de olmaması gerekiyordu.
Yeniden sıçrama tahtasına dönebilmek ve titreyip kendimize gelebilmek için!
Gerçi ülke ve toplum olarak bir türlü başaramıyoruz bunu ama neyse!
Bir gün başarırız inşallah!
Ey ruh! Geldiysen üç kere vurmana da gerek yok. Hemen çık karşımıza!
Ümit!
Can çıkmadıkça hayata tutunma kaynağımız.
Hayata tutunmaya da devam edeceğiz.
Düzeltilir her şey.
Hayal kırıklıklarına rağmen gerçekçi olup yolumuza olması gerektiği gibi devam etmek gerekiyor sadece...
Muhabbetle...