Türkiye'm cenaze evine döndü
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Atatürk Havalimanı'nda canlı bombalar patladı; teröristler kalaşnikofla etrafa ateş açtı. Zaten terörün giderek büyük kentlere hâkim olacağı söyleniyordu. Türkiye'nin dünyayla irtibatını kurduğu en önemli merkezlerden biri saldırıya uğradı. 41 kişi hayatını kaybetti; 200'ü aşkın yaralı var.
Tedbir olarak hükümet ne yaptı biliyor musunuz? Hemen yayın yasağı getirdi… İnterneti yavaşlattı… Sosyal medyada haberleşmenin önünü kesti… Sonra hamaset dolu nutuklar… En çok, Başbakan Binali Yıldırım'ın açıklamasına şaşırdım: “Teröristlerin silah bulundurması, olayın vahametinin artmasına yol açmıştır.”
Tabii sizler, terörist diye nitelediğiniz insanların, Kur'an ve Cevşen taşımasına alışmıştınız değil mi? Hemen güvenlik güçlerine teslim olmalarını, Allah'a sığınarak, adliyenin ve cezaevinin yolunu tutmalarını bekliyordunuz.
Sorumluluk tartışması
AK Parti taraftarlarının garip bir tepkisi var. Türkiye'nin başına gelen bütün vahim olaylarda, siyasi iktidarın sorumlu tutulmamasını arzu ediyorlar. Sanki onlar seyirci. Sanki tedbir alması gereken hükümet değil. Sadece terörü lanetleyeceğiz ve o noktada duracağız. Elbette başka ülkelerin başına da bu gibi olaylar geliyor. Ama Türkiye kadar acı çeken var mı? Bir yandan PKK, bir yandan IŞİD… Bu sonuçta, Türkiye'nin son yıllarda benimsediği iç ve dış politikanın hiç mi rolü yok?
PDY/FETÖ ilk hedef
Elimize ulaşan gizli ibareli İl Emniyet Müdürleri toplantısına ilişkin bir belgeyi paylaşmak istiyorum. Şöyle yazıyor: “Toplantı bir gün sürecektir. Toplantıda, PDY/FETÖ terör örgütüyle mücadele, arama ve yol kontrolleri, turizm tedbirleri, canlı bomba eylemleri ve eylemcileri, risk analiz çalışma grupları, raylı sistemler, deniz, otoyol, havalimanı, AVM'ler, önem arz eden cadde ve sokaklarda alınan tedbirler gibi konular konuşulacaktır. Bunun yanı sıra, uzman köpek kullanımı, bina ve önemli şahısların korunması, zırhlı araçlar, terör eylemlerine müdahale ve özel güvenlik personeli eğitimi hususlarında da çalışmalar yapılacaktır.”
Dikkat ederseniz, Emniyet Genel Müdürü Celalettin Lekesiz'in imzasına açılan bu belgede, bir tek terör örgütünün adı var. O da, “Paralel Devlet Yapılanması / FETÖ.” Canlı bomba eylemleri ve eylemcileri, hangi örgütle irtibatlı olabilir? Tek satır bahsedilmiyor bile… Hükümet, Türkiye'nin başına bela olan gerçek tehditleri görmezden gelip, gücünün önemli bir kısmını “terör örgütü” diye nitelendirdiği, ama, bu konuda yandaşları hariç hiç kimseyi ikna edemediği Cemaat'e ayırıyor. “Atatürk Havalimanında patlayan bombaların sorumlusu, iktidarın aymazlığı” derken haksız mıyız?
İstihbarat
Polis kadrolarını darmadağın ettiler. Tecrübeli güvenlik güçleri sürgün edildi; emekliye ayrıldı; cezaevine gönderildi; kısacası saf dışı bırakıldı.
Ayrıca, terörle mücadelede olay anında müdahaleden ziyade, istihbarat önem taşıyor. Kişileri önceden belirleyeceksiniz, irtibatlarını ortaya çıkaracaksınız, adım adım izleyeceksiniz. Henüz harekete geçmeden, baskınla, etkisiz hale getireceksiniz. Türkiye'de istihbari dinleme, neredeyse suç sayılıyor. Hem İstihbarat Dairesi'nin kıymetli elemanları cezaevinde, hem de, bazı davalarda teknik takip kararı veren hâkimler, “terör örgütü üyesi” ve “darbecilikle” suçlanıyor. İstihbari faaliyetin beli kırıldı. Bu da bir başka önemli sorun.
Birinci tehdit IŞİD
IŞİD'e gelince… Hâlâ, adını bile telaffuz edemiyorsunuz. “DEAŞ, DAİŞ” arası bir isim söylüyorsunuz. Amerika, Rusya ve bütün Batı, en büyük tehdidin IŞİD olduğunu belirtiyor, bu kanlı terör örgütünü alt etmek amacıyla güçlerini birleştiriyor. Sınır ötesinde, Türkiye'nin birinci sorunu ise, PKK ile irtibatı olduğu için PYD görünüyor.
PKK'nın, PYD vasıtasıyla, Türkiye'nin güneyinde kesintisiz bir koridor elde etmesi, stratejik olarak ülkemize yönelik bir tehdit sayılabilir. Bununla mücadelenin yolu, gene barış masasını kurmak ve PKK'yı tehdit olmaktan çıkarmaktır. Zaten er geç buna mecburuz. Zira, PKK'yı destekleyen bir halk tabanı var. Onlar bizim vatandaşlarımız. “8000 PKK'lı terörist etkisiz hale getirildi” diyorsunuz. Oysa daha önce istihbarat birimlerinin verdiği bilgiye göre, Kandil ve Türkiye içinde toplam 3500 PKK'lı vardı. Demek, dağa çıkışlar devam ediyor. PKK, büyük kayıplar verse dahi, yeni elemanlarla kendisini takviye ediyor.
Kolombiya örneği
Kolombiya'da yaklaşık 3 yıldır süren barış görüşmeleri, olumlu bir süreç takip etti ve devlet ile terör örgütü FARC arasında ateşkes imzalandı. Gerillalar, 180 gün içinde silah bırakacak; örgütün tüm silahlarını Birleşmiş Milletler gözlemcileri teslim alacak; kapsamlı bir barış anlaşmasının nasıl imzalanacağı hususunda müzakereler devam edecek. Bizde de, PKK ile belirli bir noktaya kadar gelinmişti. Ama, “Seni Başkan yaptırmayacağız” sözü, masanın devrilmesine yetti.
Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Fakat ilk şart, memleket menfaatlerine, şahsi çıkarlardan önce yer vermek. İlişkileri, Başkanlık hesabına göre tanzim etmemek.
Sorumlu kim?
Türkiye, Avrupa Birliği üyesi olmayı başarabilseydi, genel bir demokratikleşme ikliminde, hem terör problemini daha kolay halleder, hem de, bütünlüğünü teminat altına alırdı. “Bizim iyi niyetimize rağmen AB bizi istemiyor” gerekçesi, hiçbir ciddiyet taşımıyor. Basın özgürlüğü yerlerde sürünen, teşebbüs hürriyeti kayyım atamalarıyla yok edilen, otoriter bir yönetim, elbette Avrupa Birliği'nde kendisine yer bulamaz. Sorumluluğu başkalarında arayacağımıza, iğnenin ucunu kendimize batıralım.
Neden Türkiye bir cenaze evine döndü? Bunun sorumlusu yabancı devletler mi? Yoksa, yanlış tercihler yapan siyasi iktidar mı? Barış masasını devir, terör örgütü diye eline silah almamış bir cemaati hedef göster, özürlükleri kısarak, Avrupa Birliği'nden kop, yetişmiş güvenlik kadrolarını dağıt, istihbaratı sıfırla, dış politikada yanlış tercihlerle ülkemizi şiddet eylemlerine açık haline getir… Sonra da, durmadan terörü lanetle…
Bakalım, Atatürk Havalimanı saldırısından sonra, Emniyet Müdürü, İçişleri Bakanı, Başbakan istifa edecek mi? Yoksa koltuklarına biraz daha yapışarak, AK Parti hükümetinin sorumluluğunu dile getirenleri “hain” diye suçlamakla mı yetinecekler?