Önceliğiniz değilse önleyemezsiniz!
SEDAT LAÇİNER 01 Ocak 1970
Bu yılın Nisan ayında Emniyet Genel Müdürü Celalettin Lekesiz, 81 ilin emniyet müdürlerine bir yazı gönderdi. Bu yazıda patlama ve bombalı saldırı olayları sonrasında ilk 30 dakikada yapılacak işlemler sıralanıyordu. Emniyet Genel Müdürü’nün öncelik listesinde ilk sırada “olayla ilgili ilk bilgilerin alınması”, daha sonra “üst makamlara bilgi sunulması” ve üçüncü olarak “yayın yasağı kararı alınması” talimatı vardı. “Olay yerine ambulans gönderilmesi” ise listede ancak altıncı sırada yer bulabiliyordu. “Olay yerine itfaiye gönderilmesi” yedinci sırada… “Olaya gidecek ilk ekibin yeni patlama ve saldırılara karşı tedbirli olması” ise yayın yasağı kararının alınmasından sonra geliyordu.
Ambulans ve itfaiye göndermeyi altıncı ve yedinci sırada öncelikli gören bir anlayışın dünyada eşi ve benzeri yoktur. Evrensel kuraldır, her şey ambülans ve itfaiyeden sonra gelir.
Bu liste Emniyet’in önceliklerinin ne kadar yanlış olduğunu, bu tür durumlarda uygulanacak kriz protokollerinin bile uzman kişilerce hazırlanmadığını gösteriyor…
Büyük çaplı bombalı saldırılarda her kurumun yapacakları önceden belirlenmelidir. Emniyet, Jandarma, MİT, Sağlık Bakanlığı ve diğer bakanlıklar saldırı olmadan bu tür hazırlıkları yapmalı ve kurumlar arası uyum da mükemmel bir şekilde sağlanmalıdır. Oysa son dönemde saldırı olduktan sonra ciddi bir panik havası ve karmaşa göze çarpıyor. Bunun en önemli nedeni siyasi iradenin öncelikleri aslında.
Polis de diğer kurumlar da Hükümeti, daha doğrusu Saray’ı mutlu etmeye çalışıyorlar. Bunun yolunu ise olayı ‘saklamak’ta görüyorlar. Atatürk Havaalanı’ndaki gibi saldırıları ‘yayın yasağı’ ile saklamaya çalışmak ise gerçek dışı bir girişim. Yapılması gerekenleri yapmayıp, bilgi akışını sağlamayıp, sadece yayın yasağı getirdiğiniz zaman toplumda korku daha bir büyüyor, dedikodu kanalıyla yayılan sağlıksız bilgi toplumu sarıp sarmalıyor. Bu da teröristlerin işine yarıyor…
ÖNCELİKLER LİSTESİNDE CANLI BOMBA YOK
Biz Nisan ayında yayınlanan listenin şokunu daha üzerimizden atamadan birkaç gün önce internete Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ait olduğu anlaşılan bir belge düştü. Bu belgede tüm İl Emniyet mensuplarına verilecek öncelikli bilgi ve emirler listesi yer alıyordu. İşte bu listenin tepesinde ne PKK ne de IŞİD vardı. Listenin tepesinde, Hükümetin paranoya düzeyinde önem verdiği, PDY/FETÖ ile mücadele yani Cemaat’le mücadele vardı… Listede ‘uzman köpek kullanımı’ ve ‘bilgi notu standartları’ gibi son derece tali konular bile olmasına rağmen, canlı bomba, IŞİD’le mücadele, PKK’ya karşı önlemler gibi başlıklar bir satır olarak bile yer almıyordu.
Basit kuraldır; eğer bir tehdit öncelik listenizde yoksa, onu durdurmazsınız…
Şu anda tüm devlet ‘paralel paranoyası’ ile aklını yitirmiş gibi davranıyor. Sular kesilse paralel, şimşek düşse paralel… PKK’yı da paralele bağlıyorlar, DHKP-C’yi de. Normal zamanda sizinle alay edildiğini sanacağınız cümleleri koca koca insanlar gerçek bir analizmiş gibi kamuoyuna açıklayabiliyorlar… Sonuçta insan aradığını bulur. Paralel arıyorsanız her yerde paralel bulursunuz; canlı bomba aramazsanız yanı başınızda dolaşan canlı bombaları bile fark edemezsiniz…
BU EMNİYET’LE ZOR
Son 2 yılda Emniyet’te 107 binden fazla idari soruşturma açılmış… Türkiye’de 244 bin polis memuru olduğunu düşünecek olur isek Emniyet Genel Müdürlüğü, kendi personelinin büyük bir kısmına karşı soruşturma açmış. 500’e yakın polis ihraç edilirken, binlerce polis emekliliğe zorlanmış. Hakkında 95 soruşturma açılmış polis bile var… Pek çok polisin yeri sadece bir yılda defalarca değiştirilmiş. Yani güvenliğimizi sağlamaları beklenen polisler oradan oraya savruluyorlar…
Emniyet, psikolojik baskı, mobing ve ayrımcılık iddialarıyla çalkalanıyor. Söylenene göre Emniyet, 1970’li yıllarda bile bu kadar politize olmamıştı…
İddialara göre, polisler arasındaki ayrışma toplumsal kutuplaşmanın bile önünde gidiyor…
Bu durum sadece soruşturma açılan personeli değil, herkesi etkiliyor. Emniyet’te yüzler gülmüyor, personel çok gergin. Bugün yaşanan cadı avının yarın da başka gruplara dönük olarak devam edeceğini biliyorlar. Bu nedenle meslek aşkı, iş yapma zevki sönmüş.
En kötüsü Teşkilat’ın hafızası kaybolmuş durumda. Bundan en kötü etkilenen birimler ise uzmanlık gerektiren istihbarat, terör, organize suçlar, uyuşturucu ile mücadele, asayiş ve özel harekât. Tecrübeli ve uzman personel oradan oraya savurulurken geçmiş birikimleri bugüne taşıyacak bir sistem hala kurulamamış. Kimsenin derdi sistem kurmak da değil zaten, tek sorun var o da hükümeti memnun etmek. Hükümet ise bir tek şeye bakıyor: paralel de paralel…
Kim ne derse desin, canlı bomba saldırılarını, terörü önlemede en önemli aktör polistir. Bu alandaki en önemli istihbaratı son 20 yıldır hep polis üretiyordu. Eğer Emniyet bu haldeyse Türkiye’nin emniyette olmasını bekleyemezsiniz.
Hükümetin paralel paronayasını tasvip etmiyorum. Ancak tasvip etseniz dahi paralel gerekçesiyle Emniyet Teşkilatı’nı bu halde bırakmak tam anlamıyla bir intihardır. Emniyet’in hızla toparlanması ve yeniden bir sistem oturtması gerekiyor. Bu ise Emniyet içindeki cadı avının cadı avı olmaktan çıkmak mantıklı bir mücadele şekline dönmesiyle mümkün.
İSTANBUL SALDIRISI
Dediğim gibi, öncelikleriniz arasında yoksa bir saldırıyı engelleyemezsiniz. IŞİD ise maalesef Türkiye’de yeterince üzerinde düşülmemiş, yeterince mücadele edilmemiş bir terör örgütü.
Kaç yıl önce yazdım, çizdim; “yapmayın” dedim, “bu örgüt Türkiye için de tehdit. Bugün size saldırmıyor olması yarın saldırmayacağı anlamına gelmez”.
Ancak sözümüzü dinletemedik.
IŞİD, bu vurdumduymazlık neticesinde Türkiye’de hücrelerini tamamladı, kendisine kör inançla bağlı birçok militan yetiştirdi. İstanbul’un ortasında silah talimi yaptılar, Türkiye’yi ele geçirmek için yeminler ettiler, Ankara’da devşirme merkezleri oluşturdular, Doğu ve Güneydoğu’da uyuyan militan kadrolar oluşturdular vs. Ve bunlar hepimizin gözü önünde oldu. New York’tan gelen gazeteciler haber yaptılar, IŞİD’lilerin fotoğraflarını çektiler, ancak tüm bunları görmesi gerekenler IŞİD’e yeterince odaklanamadılar. Ve sonuç ortada, IŞİD güçlendi ve rutin olarak Türkiye’de eylem yapabilecek güce ulaştı.
Saldırıya dönecek olursak, bu saldırıda ihmal veya zaaf olmadığını yönündeki açıklamalar artık herkesi baydı. İnsanlar her saldırıdan sonra duydukları açıklamaları duymak istemiyorlar. Neredeyse her ay yaşadıkları büyük bombalı saldırıların hiç kimsenin hatası olmadığını duymak vatandaşa inandırıcı gelmiyor. Hep söylediğimiz gibi, bir yerde büyük bir saldırı gerçekleşmişse orada mutlaka hata ve sorumlular vardır. Akıllı devletler hatalarını tespit eder, tekrar etmemesi için önlemler alır. Sorumlular ise sorumluluk derecelerine göre ya istifa ederler, ya da görev yerleri değiştirilir.
İstanbul saldırısında istihbarat eksikliği veya alınan istihbaratın değerlendirilememesi sorunu olduğu anlaşılıyor. En az 7 kişi olduğu belirtilen saldırganların silah ve bomba ile Atatürk Havalimanı Dış Hatlar kapısına kadar gelebilmeleri düşündürücü. Normal şartlar altında istihbarat birimlerinin bu kişileri İstanbul’a gelmeden tespit etmeleri gerekirdi. Demek ki tespitleri yapılamamış.
İkinci olarak saldırganların Havalimanı dış giriş kapısında kameralara veya polislere takılmadığı anlaşılıyor. Demek ki ya etkili kamera sistemleri mevcut değil veya kameraların başında etkili sistemler ve tecrübeli görevliler oluşturulmamış.
Üçüncü önemli nokta saldırı mıntıkasında olaya müdahale edecek ekiplerin eksik oluşu. Havaalanı iç ve dış hat giriş kapılarında ağırlıklı olarak özel güvenlikçiler bulunuyor. Polis sayısı yeterli değil. Oysaki kapılardan sızabilecek şüpheli kişileri özel güvenlikçilerin tespiti kolay değil. Hemen her ay bomba patlayan bir ülkede güvenlik önlemlerinin daha sıkı olması beklenirdi.
Sonuç olarak hata ve eksikler listesini uzatabiliriz, ancak mesele bundan daha derinlerde. Türkiye, güvenlik anlayışını ve güvenlik kurumlarını kökten değiştirmek zorunda. Canlı bomba saldırılarının Emniyet’in öncelikler listesine giremediği bir ülkede biz hangi hatayı analiz etsek işe yaramaz. Ayrıca, güvende olmak istiyorsanız düşmanlarını azaltacaksınız, belaları üzerinize çekmeyeceksiniz. Mevcut siyaset anlayışı ise bunu imkânsız kılıyor. Türkiye, bir yandan tüm terör yuvalarına çomak sokuyor, onları üzerine çekiyor; diğer taraftan ise içeride birlik ve beraberliği bozucu adımlar atıyor. Tüm bunların üzerine dış siyasette terör karşı işbirliğini engelleyen adımlar atılıyor. Böyle bir tabloda kolluk güçleri kendisini toparlasa ve terör karşı mükemmel çalışsa bile saldırıları önleyebilmesi çok zordur.