Kelepçeli ibret
Servet Avcı 01 Ocak 1970
Gazi Üniversitesi Rektörü Süleyman Büyükberber'in gözaltına alındığı haberini duyunca birden aklıma Yeniçağ'daki ilk yazılarımdan birisi geldi... Sonra eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün darbe gecesi yaptığı ateşli konuşmayı düşündüm ve "İbret bu" dedim kendi kendime...
2012'de Gazi Üniversitesi'nde rektörlük seçimi yapılıyor... Sandık açıldığında Süleyman Büyükberber'in 5. sırada olduğu görülüyor... Sonuçlar şöyle: Ayşe Dursun 511, Derviş Yılmaz 495, Peyami Cinaz 254, Aydın Karapınar 194, Süleyman Büyükberber 188...
Dönemin YÖK'ü Abdullah Gül'ün önüne 3 isim göndermek durumundaydı... İlginç, bu 3 ismin arasında 5. sırada çıkan Büyükberber'in ismi de var... Bu işkillenmeye yeterli bir gerekçeydi... 4 yıl sonra o üniversiteden kelepçelenerek çıkarılacak olan bu kişi dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından rektör olarak atanacaktı...
Darbe akşamı Gül'ün telefon bağlantısıyla yaptığı o yüksek ateşli konuşmayla, Büyükberber'in bu kelepçeli sonunu yan yana getirdiğimizde acı ve alaylı bir gülümseme kalıyor geriye...
***
"Adamına göre vardiya sistemiyle çalışan bir adâlet değil, herkesin eşit muamele gördüğü bir adâlet arıyoruz" diyerek Abdullah Gül'e bu köşeden 'açık mektup' yazmıştım 8 Temmuz 2012'de...
Şimdi tam zamanı olduğu için o mektubun bazı bölümlerini aktarmak istiyorum:
"Sayın Abdullah Gül, hocanın her Cuma okuduğu "Muhakkak ki Allah, adâleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar" şeklindeki sözlerin rutin bir Cuma tekerlemesi değil, âyet-i kerime olduğunu biliyorsunuzdur şüphesiz... Ve bu ayette ilk sırada emredilen 'adâlet'in ne anlama geldiğini de elbette...
10 öğretim üyesinin tekinin bile oyunu alamayan, oylamada 5. olan birisinden söz ediyoruz... YÖK'ün gönderdiği 3 kişilik listeye 3. olarak sokuşturulmasından, bu şahıs lehine bir takım 'danışıklı' şeylerin döndürüldüğü hissediliyordu aslında... Bütün bu olup biteni, 'Müslüman Cumhurbaşkanı' olarak, Allah'ın emrettiği 'adâlet' kavramının neresine sıkıştırdığınızı merak ediyorum doğrusu...
Çağrı filmini mutlaka seyretmişsinizdir... Bir sahnede, Mekke'deki eziyet ve zulümden dolayı Habeşistan'a göçen Müslümanlar ve onların izini süren müşrikler Kral Necaşi'nin huzurundadırlar...
Müslümanlar bir yandan kendilerini anlatmaya çalışırken, diğer yandan müşrikler de Necaşi'yi tahrik etmektedirler... Necaşi, Müslümanları bir süre dinledikten sonra "Sizi yeterince dinledim, anlattıklarınız saçma" der ve adamlarına yaptığı bir el hareketiyle, onların zincire vurulmalarını emreder...
Müslümanların sözcüsü son bir hamleyle, Necaşi'ye doğru "Mekke'de cezalandırılıp, bize eziyet edildiği zaman Hz. Muhammed bize Habeşistan'a gidin dedi" diye seslenir ve Resulullah'ın ağzından şu tarihî sözü aktarır: "Orası âdil kralın ülkesidir. Orada kimseye haksızlık yapılmaz..."
Akan suyun durduğu andır o an... Âdil kral, müşriklerin bütün karşı ısrarlarına rağmen Müslümanları dinler, İslâm hakkında bilgiler alır, sorduğu sorulara aldığı cevaplar kendisini tatmin eder... Habeşistan'ın Hıristiyan kralı Necaşi, müşriklere dönerek, Müslümanların ülkesinde diledikleri kadar kalabileceklerini, önüne altından dağlar yığılsa bile onları kendilerine teslim etmeyeceklerini söyler...
Habeşistan'ın Hıristiyan kralıyla, günümüz Türkiye'sinin 'Müslüman Cumhurbaşkanı' arasında 'âdillik' mukayesesi yapmak değil niyetim... Bu örneğin oturduğunuz yüksek rakımlı tepede, vicdanınızda bir muhakemeye yol açıp açmayacağını merak ettim sadece...
Eziyet ve zulümden kurtulmak için, Resulullah'ın emriyle hiç bilmedikleri topraklara, Habeşistan'a göçerek adaletle muamele gören Müslümanların bu hikâyesini aktardıktan sonra şu cümlelerle devam etmiştim: Rejimlerin niteliği veya yönetenlerin dinî referansları ne olursa olsun, 'âdil' olması çok daha önemli değil mi? Hele bu yaşanmış sahneyi, "Dünya küfr ile durur, zulüm ile durmaz" düsturuyla birlikte düşündüğümüzde, 'adâlet' kavramının 'dindaş'lıktan bile önce geldiği gerçeğine teslim olmamak mümkün mü?
Zaten bu konuda biraz tereddüde düşülse, "Bir kavme olan düşmanlığınız, sizi onlar üzerinde adaletsizliğe sevk etmesin" ilahî ikazı yakanıza yapışıyor... İdeal olan, kimselere haksızlığın yapılmadığı, adil kralların(yöneticilerin) ülkesidir...
Bizim milletçe, hayatın her alanında, her kurumunda adil krallara(yöneticilere) ihtiyacımız var... Sadece zulümden değil, zulmolunmaktan da insanların hesaba çekileceğini bildiren bir inanç sistemi, adâletsizliği meşrûlaştıran yapıyı hoş göremez...
Sayın Gül, vatandaş olarak bir görevim de, sorumluluğu benden çok daha fazla olan yönetici sınıfına Allah'ı, onun adâletini ve ölümü hatırlatmaksa, şunu bilin ki, Necaşi'nin kalbini bir anda yumuşatan "Orada adil bir kral var" mesajını hem beyninize, hem de yüreğinize işinize gelse de gelmese de kazımak mecburiyetindesiniz...
Ölümü bilen 'akledenler'den olduğunuza göre, 'hiçbir şeyin gizli kalmayacağı' o güne olan inançla soruyorum: Haksız mıyım, 'Müslüman Cumhurbaşkanı'm?"
***
O yüksek rakımda 'okunmayan mektup'tu bizimki, tıpkı 'uyulmayan adalet' gibi... Bugünkü binlerce onbinlerce ibretten biri budur işte...