Ahmak mıydınız, ortak mıydınız?
Aydın Engin 01 Ocak 1970
Cumhuriyet’in Haber Merkezi’nden Yazıişleri masasına “rakam” yağıyor. Püskürtülen darbe girişimi sonrasında kamudan uzaklaştırılan, açığa alınan üniformalı, üniformasız memurların; gözaltına alınan, tutuklanan askerlerin, yargıçların, memurların, akademisyenlerin sayılarını gösteren rakamlar...
Her rakam bir insan.
Darbe girişimine aktif olarak katılmışsa hiçbir (bir daha: Hiçbir) itirazım yok.
Kişisel tercihleri, ideolojik seçmesi seçilmiş iktidardan farklı, hatta taban tabana zıt olabilir. Demokrasilerde bu bir sakınca değil bir “hak”tır.
Ancaaaaak...
Seçilmiş, dolayısıyla bir seçimde değiştirilebilir bir iktidardan değil de bir başka “merkez”den buyruk alıyor ve önceliği o “merkez”in buyruklarına tanıyor, işini, görevini bu çizgide yürütüyorsa onların tasfiyesine de itirazım yok.
Peki, sayıları 50 bini geçen “tasfiye edilmiş ve edilecekler”in tümü bir üst paragraftaki ölçütlere uyar mı?
Bu mümkün mü?
Bu toz duman arasında bu soruya kesin bir cevabım yok.
Darbe girişiminden üç beş gün önce sorulsaydı Gülen Cemaati’nin devletin kılcal damarlarına sızmak, kadro yerleştirmek gibi bir hedefi olduğunu kolayca söylerdim.
Siyasal İslamın bütün kesimlerinin böyle bir hedefleri olduğuna meslek yaşamım boyunca çok tanık oldum.
Ancak seçilmiş bir hükümeti devirmek, Meclis’i dağıtmak üzere bir askeri darbeye kalkışacaklarını, daha darbenin ilk adımlarını atarken acımasızca kan dökmeye yeminli bir eyleme girişeceklerini söyleselerdi, “Zayıf bir olasılık” derdim. Hele hele bir darbeyi hedefine ulaştırmak üzere kan davalı olduklarını bildiğim, demokrasi düşmanlıkları tescilli, ideolojilerini “Kemalist” olarak tanımlama hakkını kendilerinde gören bazı askeri çetelerle; rütbelerinde yükselmek hırsı gözlerini kör etmiş yüksek rütbeli subaylarla “Darbe ittifak”ı kuracaklarını “daha da zayıf bir olasılık” olarak değerlendirir, “Biri kabul etse, karşısındaki böyle bir ittifakı reddeder zaten” filan derdim...
Annem Adalet Hanım’ın diline pelesenk olmuş o cümlenin tam yeridir: Kişinin basireti bağlanmaya görsün... (Gençler için basiret: Girişilen bir eylem ya da davranışın doğurabileceği sonuçları önceden görme, sezme yetisi)
Sözü anneme bırakmasaydım “Bu kadar ahmaklık ancak tahsil ile mümkündür” der çıkardım...
***
Peki, başta AKP’nin kurucu babalarından Bülent Arınç’ın “Bunları önceden göremediğim için bana ahmak diyebilirsiniz” cümlesini not edelim. Ardından daha 17/25 Aralık sürecinde Cemaat damgasını görüp “Kandırıldık” deyip buna inanmamızı isteyenleri de not edelim. Ardından 17 Aralık 2013’ten bu yana, yani 31 aydır “İnlerine gireceğiz” diye her fırsatta naralanıldığını da not edelim.
Ve soralım:
Sahiden yargıda gözaltına alınan, 1366’sı tutuklanan 2 bin 14 savcı ve yargıç, kamudan uzaklaştırılan 44 bin 530 personel, sayıları 2 bini aşan akademisyen, onlarca üniversite rektörü, yüzlerce dekan, darbe girişiminde aktif görev almamış binlerce asker ve subay, Milli Eğitim’de görevli binlerce öğretmen var. Bunların bir bölümü herhalde Cemaat üyesi değildir. Ama besbelli ki büyük bölümü Cemaatçi olarak kabul ediliyor.
Peki, bu kişilerin 14 yıllık (yazıyla on dört yıllık) iktidarları döneminde, AKP yöneticileri “aldatıldıkları” ya da Arınç gibi “ahmaklığı” kabul edip haberleri olmadığı için devletin en kritik kadrolarına kadar yerleştirildiğine mi inanmamız isteniyor?
Bu mümkün mü?
“Ahmak mıydınız, ortak mıydınız” diye sorsam OHAL koşullarında suç işlemiş ilan mı olurum?