Megri Megri'den, Ölürüm Türkiyem'e...
Adnan İslamoğulları 01 Ocak 1970
Türk devletinin canına od tıkamaya and içmiş, gözü dönmüş, kandırılmış değil inandırılmış, bir ihânet tesviyesinde hainliğin tüm zihnî ve aklî unsurlarıyla donatılmış, ihânete adanmış ve adına bu ülkede uzun yıllardır "cemaat.." denilen bir örgütün 15 Temmuz günü akşamında denediği eşkıyâ kalkışmasının taşları yerinden oynatıp oynatmadığını önümüzdeki aylarda göreceğiz...
Bu hain kalkışmanın taşları yerinden oynatmasını umut ediyoruz ve ülkeyi yönetenlerin bu yerinden oynayan taşların sesine kulak vermelerini de...
'Lozan Hezimet mi, Zafer mi' isimli kitapla büyüyen bir siyâsî geleneğin, bugün "Lozan bu ülkenin tapusudur" noktasına gelmesi...
Diyarbakır'da 'Megri Megri' türküsüne eşlik eden bir Güneydoğu politikasının, bugün meydanlarda hançereleri yırtılırcasına 'Ölürüm Türkiyem'i söylemeleri...
Bürokrasisinin bir kısmı resmî toplantılarda bile İstiklâl Marşı okunurken ayağa kalkmayan bir antipatinin, felâket ânında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde İstiklâl Marşı'nı tekmili birden on kıta okuması...
Siyâsî hayatları boyunca 'Bu millet' diyerek işâret sıfatıyla adlandırdıkları milletin adının Türk milleti, büyük Türk milleti, kahraman Türk milleti, aziz Türk milleti olduğunu hatırlamaları...
Devletin resmî tabelâlarından soda şişelerine kadar sildikleri T.C. ibâresinin aslında bu devletin doğum evrâkı yani kimlik kartı olduğunu fark etmeleri...
Devletin bir miras gibi paylaşılamayacağını, hükümranlığın paylaşılamayacağını, bir şehirde iki şehriyâr olamayacağını, devletin ortak kabul etmeyeceğini görmeleri...
İddiaları ve isminin önündeki sıfatları ne olursa olsun, ister dinî ister seküler hiçbir sıfatın hiç ama hiç kimseyi mâsum kılmayacağı...
Sınav sorularının çalınmasının ne kadar büyük bir adâletsizliğin ve tehlikenin rahmi olduğunu, hilesiz sınavların bir tabii seleksiyon olduğunu, çalınmış sınav sorularıyla geleceğe ne denli büyük bir tehlikenin tohumlarının atıldığını ve buradan devletin en önemli ve asla vazgeçemeyeceği, asla taviz veremeyeceği değerin 'âdalet' olduğunun çok acı bir tecrübe ile öğrenmek zorunda kalınması...
Seçilmiş irâdenin, seçildiği ândan itibaren, yani devlet oldukları ândan itibaren yalnızca kendisini seçenlerin değil, hatta tam tersine öncelikle kendisini seçmeyenlerin devleti olduklarını, devlet oldukları ândan itibaren evvelen siyâsî değil, devlet aklıyla yönetmeleri gerektiği...
Bütün bunları herkesin, bilhassa ülkeyi yönetenlerin anladığını gelecek adına bir umut kabul etmek istiyoruz...
Haydi fıkhî tâbirle söyleyelim, bu umudu istinbat ve istihraç etmek istiyoruz, yani derin bir kuyudan su çıkarır gibi umut çıkarmalıyız milletçe...
"Ümit en son terk olunan şeydir" diyordu ya şâir...
Ümidi terk edemeyiz... Ümit-vâr olmak zorundayız...
1923'te küllerinden doğan Türk devleti ve milleti bu felâketten de çıkacaktır...
Sanırım artık daha seküler bir devleti konuşmalıyız...
Merkezindeki biricik değeri 'adâlet' olan bir devleti... Hizmet dağıtırken biricik değeri 'adâlet' olan bir devleti...
Dini ve kültürel aidiyetlerin devlet katında hiçbir anlamının olmayacağı bir devleti...
Devletin hükümranlığını bir başka grup, cemaat veya baskı grubu ile paylaşmayan bir siyâsî irâdenin yönettiği devleti...
Siyâsi irâdenin üzerinde sallanan hiçbir kılıcın olmayacağı bir demokrasiyi konuşmalıyız artık...
15 Temmuz'un belki de en önemli neticelerinden birisi de, darbe heveslilerinin geçmiş yıllarda hiç ama hiç hesaba katmadığı milletin bir darbenin önünde nasıl canını hiçe sayarcasına dimdik durduğudur. Darbe heveslileri bunu asla unutamayacaklardır. Askerî birliklerin önüne elinde vileda sopasıyla giden kadınlar ve topyekûn millet göstermiştir ki, Türk milleti artık bu ülkede darbelere izin vermeyecektir...
28 Şubat'ın muhasebesini yapmayan 'millî görüş' kadrolarının, 15 Temmuz'un muhasebesini âcilen yapması gerekmektedir....
Sorulacak soru: "Ne istediler de vermedim?" sorusu değildir, Müsavat Dervişoğlu'nun güzel tespitiyle, "En son seni istediler"...
Bu gerçekten hareketle sorulacak soru "Hatalardan nasıl döneriz?" sorusudur ve bu muhasebe samimiyetle yapılarak, politik getirilerinden veya götürülerinden azâde olarak tüm vatanseverlerce geniş bir konsensüste yapılmalıdır...
Not: Bir tarihî mahcubiyetimi de yazmalıyım kendi adıma... 12 Eylül Darbesinde bile hiç rastlamadığımız bir etik dışı jurnal ahlâksızlığını yaşıyoruz sosyal medya üzerinden câmiamızda... Merâl Akşener'e sosyal medyada açıktan veya ima ve telmih yoluyla yapılan iftirâlar hakikaten mahcup olacağımız raddede... Ayıptır, günahtır... Parti içi bir muhalefeti, durumdan vazife çıkararak saf dışı bırakma gayreti ülkücülere yakışmıyor... Hakikaten mahcup oluyoruz bu yapılanlardan ülkücülüğümüz adına...