« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

03 Haz

2008

Kritik dönemeç

Avni ÖZGÜREL 03 Haziran 2008

Anayasa Mahkemesi’nin muhtemelen önümüzdeki hafta açıklayacağı kararla düğüm çözülecek. Karar, Anayasa’nın 10 ve 42. maddelerindeki değişikliğin iptali olursa AKP’ye açılan davanın sonucuna dair tartışma ve merak gündemden düşer. Mahkeme, değişiklikleri sadece şekil yönünden inceleme yetkisi bulunduğunu belirterek iptal talebini reddederse, ülkenin önünde cumhuriyet tarihinin belki en radikal ama en demokratik dönüşüm sürecinin önü açılmış olacak.

Şunu hemen ifade edeyim; bu iki dava üniversitelerde türban yasak olsun- olmasın veya AKP kapatılsın- kapatılmasın meselesi olmaktan çıktı. Ne okullarda türbanın serbest bırakılıp bırakılmamasını inancın olmazsa olmaz şartı, ne de başına gelenlerin hepsine müstehak AKP tabelası vazgeçilmez. Derdest iki davanın arkasında tek bir soru var: Türkiye’yi kim, nasıl yönetecek! Yargıtay Başkanlar Kurulu bildirisi yayınlanana kadar, kaygılı olduğum kadar ümitliydim de... Ancak, bildiriden sonra, perşembenin gelişi çarşambadan belli diye düşünmeye başladım.

Gayet açık: Anayasa Mahkemesi bu kez siyasetin, basının ya da askeriyenin vs. değil, doğrudan parçası olduğu yargı erkinin, adalet, hukuk, yetki, teamül endişesini bir yana bırakıp ‘Yaptım uydu’ anlayışıyla sergilediği kuşatma mantığının baskısı altında.

Anayasa Mahkemesi’nin elbette müstakil bir kurumsal kimliği var. Ancak heyetin Yargıtay bildirisini hukuk, adalet ve yetki açısından nasıl değerlendirirse değerlendirsin, büsbütün gözardı edebileceğine, bunun doğuracağı sonuçları düşünmeksizin karar vereceğine inanır mısınız? Bu tabloya rağmen ümit ışığı yok mu derseniz ona cevabım: ‘Var!’

Ümitvarım, zira kurumların olumsuz sezgi ve refleksleri olduğu gibi olumlu, ülkenin önünü açan kararlar üretebildiğini, üstelik bunu en kritik dönemeçlerde en beklenmedik zamanda gerçekleştirebildiklerini biliyorum. Örnekleri mevcut. Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye geldiği dönemi hatırlayın. Mahkemenin vereceği cezanın ne olacağı konusunda kimsenin zihninde tereddüt bulunmadığı ve idam cezasının infazını neredeyse siyasetinin ekseni haline getirmiş MHP’nin koalisyon ortağı olarak hükümet ettiği dönemde önümüze gelmişti o ‘karar anı’... Yargı sürecini ve ardından yaşanan gelişmeleri unutmuş olamazsınız. Tabii sonuçta Türkiye’nin bütün kurumlarının mutabakatıyla o badireden kırılma yaşamadan kurtulmayı başardığını da... Aynı şekilde bir dizi emrivakiyle önümüze koyulan Irak savaşı belasından ‘tezkere reddi’ kararıyla nasıl sıyrıldığımızı hatırlayın. Hükümet biraz ayak direyip tezkereyi Meclis’e sevk ettikten sonra hangimiz ‘TBMM’de reddedilir bu talep’ diyorduk? Ama reddedildi... Asker ‘Biz Amerika’nın yanında bu savaşa dahil olmak, Irak’a girmek istiyoruz, hem terörle mücadelede elimizi rahatlatacak hem de beki Lozan’da halledemediğimiz meseleyi çözme imkanını verecek’ dese ne yapabilirdi siyaset sanıyorsunuz?... Siyasetin orduya rağmen ret kararı verdiğini düşünmek akla ziyan... Sonuçta epey acı çektirdi ABD Ankara’ya ama neticede o kararın bedelini ödeyen Türkiye’nin bugün İslam dünyasında işgal ettiği mevkinin ve stratejik derinliğin önü açılmış oldu...

Dolayısıyla Türkiye’de yaşıyoruz ve ‘Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz’ deyişini akıldan çıkartmamayı gerektiren, hepimizi zaman zaman korku tüneli duygusu uyandırarak ürküten, ya da kimi zaman lunapark aynaları arasında yürüdüğümüz hissi veren sürprizlerle dolu bir koridorda yürüyerek bugüne geldiğimizi biliyoruz... Geçtiğimiz sene tam da bu günlerde mahiyet olarak beş aşağı beş yukarı Yargıtay bildirisiyle aynı özellikleri taşıyan ‘e-muhtıra’yı tartıştığımızı unutmuş olamazsınız... Ne oldu sonuç?

Ziyaret -> Toplam : 125,58 M - Bugn : 10182

ulkucudunya@ulkucudunya.com