Cumhuriyetçilere `biat` ettirilemez!
UFUK SÖYLEMEZ 11 Haziran 2008
TÜRKİYE son yedi yıldır giderek koyulaşan bir karartma hali yaşıyordu. Anayasa Mahkememizin, Cumhuriyetimizin temel kurucu değerlerini yerle bir etmekten başka hiçbir anlam taşımayan anayasa değişikliklerini iptal etmesi, bu karartmanın içinde yanan ilk ışık olmuştur. Bu, tarihi önem taşıyan bir olaydır. Ve ilk ışığın yaydığı aydınlık gerektiği gibi değerlendirildiği takdirde, sadece cumhuriyetçi kurucu değerleri ve ruhu savunanlar için değil, 22 Temmuz 2007'de karartmanın bütün gerçekleri bakışlardan gizlediği anda seçmen olarak tercihini AKP'den yana kullanmış insanlarımız da dahil, bütün Türk Milleti için bir dönüm noktası olarak tarihe geçecektir. Büyük cumhuriyetçi milli yenilenmenin, Türk Milleti'nin haysiyetli varoluş mücadelesinde yeni zaferinin başlangıcını teşkil edecektir. En önemli sonucu da, Türkiye'nin 2023'ü, yani Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıldönümünü Cumhuriyetçi kurucu değerlerin ve ruhun sürekli yenileyici ve özgürleştirici projeleri etrafında bütünleşmiş, iktidardaki zihniyetin taşeronlarından biri olduğu tüm uğursuz planları boşa çıkarmış gerçek anlamda gelişmiş bir ülke olarak karşılamasını sağlaması olacaktır. Ancak bunun olabilmesinin en önemli koşulu, korkunç karartmanın içinde yanan ışığın yaydığı aydınlıktan istifade ederek, karartılan gerçekleri Türk insanına aktarmayı başarmaktır.
Karartma, 2002 Seçimleri
öncesinde başlatıldı
TÜRKİYE'DEKİ büyük karartma, yakın siyasi tarihimizi tarafsız bir şekilde kaleme alacak yeni tarihçilerimizin ortaya koyacakları gibi, AKP'nin yedi yıl önce iktidara gelmesinin şartlarını yaratan ve hâlâ yürütülmekte olan operasyonun ilk aşamasının sonucudur. Operasyonu yürütenler, tıpkı son derece zeki bir suçlunun kafaları karıştırmak için delilleri karartması gibi, işbirliği yapacağı kesimleri masum göstermek için gerçekleri saptırmıştır. Onlara Türk insanını kandırmaları için kendilerini olduklarından farklı göstermeleri tavsiye edilmiştir. Bu tavsiyeleri alanlar da, mensup oldukları zihniyetin takiyye diye bilinen ve amaçlarını gerçekleştirmelerini sağlayacak güce ulaşıncaya kadar asıl niyetlerini gizlemeye, dolayısıyla kendilerini olduklarından farklı göstermek anlamına gelen geleneğine dayanarak, bu tavsiyeyi mükemmelen yerine getirmişlerdir.
Medyanın rolü
BU arada bu tavsiyeyi yerine getirmeleriyle ilgili uygulamalar, medyaya hakim kadroların büyük bölümü tarafından Türk insanına AKP çekirdek kadrolarının değişmesi ve merkeze yerleşmesi olarak sunulmuştur. Başka bir deyişle, Türk insanı medyaya hakim olanların önemli bir bölümü tarafından AKP'nin mensup olduğu zihniyetin değiştiğine inandırılmaya çalışılmış, bu son derece sistematik ve yoğun bombardıman sonucunda bunda önemli başarılar elde edilmiştir. AKP zihniyetinin 22 Temmuz 2007 Genel Seçimlerinde elde ettiği başarı, bu zihniyetin kökleriyle uzaktan yakından alakası olmayan önemli bir seçmen kesiminin cumhuriyetin hiçbir döneminde bu kadar tek sesli hale gelmemiş medya güçleri tarafından AKP zihniyetinin değiştirildiğine ikna edilmiş olmasının eseridir.
Hesaplarını boşa çıkardılar
ANAYASA Mahkemesi'nin verdiği kararın aydınlığı gökyüzünü olanca ışıltısıyla aydınlatırken soralım: Operasyonu yürütenlerin aynı anda medya hakimlerini ve AKP zihniyetini partner olarak seçmesinin nedenleri neydi? Bunun yanıtı basittir: Operasyonu yürütenler, Türkiye'nin içinde yer aldığı bölgenin yeniden haritalandırmasına yönelik projelerinin, Cumhuriyetin kurucu ruhunu ve değerlerini savunanlar tarafından asla onaylanmayacağını ve buna var güçleriyle karşı çıkacaklarını biliyorlardı. Çünkü Cumhuriyetin kurucu ruhunu ve değerlerini savunanların, tıpkı onların kendi ulus-devletlerine bağlı olmaları gibi, Türkiye Cumhuriyeti ulus-devletine bağlı olduklarını, kendileri gibi ulusal çıkarları ve milli onuru çok önemsediklerini görüyorlardı. Kendi tarihlerinin en önemli özgürleşme çizgisini var eden sekülerleşmenin, yani bireysel laikleşmenin kazandırdığı modern ve bağımsız davranma gücünün bu kesimlerde olduğunun farkındaydılar. Kısaca onları ılımlı İslam adı altında pazarlayacakları bir projeye değil biat ettirmeleri, ortak olmaları dahi söz konusu olamazdı.
Buna karşılık AKP zihniyetinin mirasçısı olduğu zihniyetin kurucu ruhtan ve değerlerden ne kadar nefret ettiklerini, onların savunucularından, koruyucusu ve kollayıcısı kurumlardan rövanşı almak için nasıl bir öç duygusu içinde yanıp tutuştuklarını çok iyi görmüşlerdi. Aynı şekilde, kendi marjinal pozisyonlarını Türk insanına asla kabul ettiremeyecek, medyada her nasılsa hakim hale gelmiş solcu eskisi, kendilerine liberal sıfatını takıp, uzaktan yakından ilgileri bulunmayan bu değer sistemini kirletenlerin de bu projede rol almaya can attıklarını anlamışlardı. Bundan bu iki kesimin bir araya gelebileceği, dolayısıyla bu kirli işbirliğinin doğuracağı kin sinerjisiyle amaçlarına ulaşabilecekleri sonucunu çıkarmışlardı veya böyle bir hesap yapmışlardı.
Şüphesiz ne çıkardıkları sonuçlar, ne de yaptıkları hesaplar yanlış değildi. Ama hesaplarını boşa çıkaran şey, takiyyecilerin rövanş arzularını planlanandan önce dışa vurmaları oldu. Türkiye'nin kurucu ruhuna ve değerlerine duyulan nefret, keskin hesaplaşma arzusu "velev ki siyasi simge olsun" diye başlayan bir cümlede tevil götürmez bir açıklıkla dışa vuruldu. Takiyyeci zihniyet, bir ülkeyi, kendisini milli irade sayma küstahlığıyla kendisine ram ettirirken, adını kerhen telâffuz ettiği Türk Milleti'ni Cumhuriyetin önüne sıfat koyanlara biat ettirmeye yönelik projelerin nasıl ucuz bir aracı haline getirmeyi hedeflediğini ortaya koydu: Yeter ki, unsurlarına ayrıştırıp hepsini seçimlerden seçimlere dağıtacakları sadakalara mahkum çok çocuklu yoksullardan müteşekkil kimliksiz, kişiliksiz ve hurafelerle nereye isterlerse oraya yönlendirecekleri amorf bir cemaatler yığın haline getirmeyi başarsınlar.
Cumhuriyetçi kurucu ruhun gücünü hesaplayamadılar
ANAYASA Mahkemesi'nin kararının Türkiye'yi bir yargıçlar iktidarına götürdüğünü ileri sürenler, Türkiye'nin ve Türk insanının Cumhuriyetin önüne "ılımlı İslam" sıfatının konulmasına asla izin vermeyecek olan, bu tür projelere asla biat edilmeyeceğini olabilecek en gür sesle ifade eden Cumhuriyetçi kurucu ruhun ve değerlerin koruyucusu kurumların görevlerini yapmış olmasından rahatsız olanlardır. Onların bu rahatsızlıklarını büyük değerlere dayandırarak dile getirmeleri artık Türk insanını etkilemeyecektir. Çünkü gerçeklerin; demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi kavramlar kullanılarak karartılması dönemi Anayasa Mahkemesi'nin yaktığı ışıkla sona ermiştir. Bunu başka ışıklar takip edecek; Cumhuriyetçiler, bu karanlık zihniyete "ram" olmayacak ve asla "biat" etmeyeceklerdir.