« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

23 Oca

2008

Ahmet Hamdi Tanpınar öyküsünde zaman-bilinç-bilinçaltı çatışması

Aysu Erden / Tuba Sarıbaş 01 Ocak 1970

I. Giriş

21. yüzyılın eşiğinde, öykücülüğün Türk Edebiyatı içinde oturmuş bir tür olduğunu ve diğer yerleşik yazınsal türler gibi belli bir devinim yaşadığını söyleyebiliriz. Bu devinimin pay sahipleri de, kuşkusuz, kendilerine özgün bakış açıları, anlatım özellikleri ve toplumun değişik kesimlerini gerçekçi ve coşkulu bir biçimde yansıtmalarıyla öykülerin yaratıcılarıdır.

Özgün bir bakış açısı ve anlatının temel çıkış noktası ise dil kullanımıdır. Bağlam ya da durumla şekillenen özgün dil kullanımı bir metnin ve o metnin yazarının biçemini sunar bize çünkü yazar/öykücü dilin günlük kullanımlarının ötesine geçerek kendisine değişik anlatı yolları arayıp bulur.

Yazınsal ve dilbilimsel eleştiriyi aynı çatı altında birleştirerek bir metne nesnel yaklaşmayı amaç edinen Biçembilim yazınsal metinlerdeki bu ayırt edici dil kullanımlarını ve yapılarını ortaya çıkararak metinlerin anlam ve değerini ortaya koyar.

Bu çalışmada Türk Öykücülüğünde kendine özgü biçemi ile daha sonraki kuşaklara örnek olan ahmet Hamdi Tanpınar'ın önce öykücülük anlayışı daha sonra da bunların ışığında Tanpınar biçemini oluşturan bu dil kullanımı 'Yaz Gecesi' adlı öyküde örneklenecektir.

II.Ahmet Hamdi Tanpınar: Edebi kişiliği ve öykücülüğü

Ahmet Hamdi Tanpınar, altmış bir senelik yaşamında, okurlarının karşısına şair, roman ve öykü yazarı kimlikleriyle çıkmıştır. II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet Dönemleriyle beslenen yaşamsal zenginliği O'nu Cumhuriyet Dönemi'nin önemli isimlerinden biri yapmıştır. Ayrıca, bu zenginlik O'na "Doğu ile Batı, geçmiş ile gelecek arasında bir köprü kurma, hem Doğu hem de Batı kültürünün etkilerini yansıtan yapıtlar" üretme olanağı tanımıştır (Ana Britanica 382). Buradan yola çıkarak Tanpınar öykücülüğünün altında yatan felsefeyi şu şekilde açıklayabiliriz: yazar, iki ayrı kültürü sentezleyerek bunu eserlerindeki kurgu üzerine oturtmuştur.Yinede bu sentez içinde , yazarın düşünce akışının durağan kalıplar içinde kaldığını söylemek pek de mümkün olmaz. Diğer bir deyişle, "Tanpınar, Türk mantık ve ahlakçılığından Batılı akılcılığa geçer. Kesin sonuçlara varıp katılaşmaktansa, aramayı, düşünmeyi, sezmeyi seven çok renkli bir yazardır" (Karaalioğlu 537).

Tanpınar'ı değerlendirirken Türk öykücülüğüne hangi yönden katkıda bulunduğu, yaşam felsefesi doğrultusunda geliştirmiş olduğu tekniği, ve içinde varolduğu zaman göz önüne alındığında Doğu-Batı ikilemine nasıl yaklaştığı, bu yaklaşımı eserlerinde ve dil kullanımında nasıl yansıttığı sorgulanabilir.

Selim İleri'ye göre Tanpınar'ın öykücülüğünü iki evrede incelemek mümkündür: i) 1943'te yayınlanan Abdullah Efendi'nin Rüyaları ilk evreyi oluşturur. Bu ilk öykü kitabıyla Tanpınar "öykücülügümüzde kişisel kargaşanın, kişilik yanılsamalarının, yaşamı gerçekligi dışında da algılamanın çok başarılı örneklerini verir." (Ileri 15). Bu kitaptaki öyküler güç öykülerdir aslında; genel çizgiyi, kişilerin duygusal çöküntüleri ve kendi benliklerine sığınarak yaşamdan belki de kaçmaları oluşturmaktadır. Tanpınar'ın ilk öyküleri göz önüne alındığında, öykülerin Türk öykücülüğüne kazandırdığı yapı ve konu özelliklerine hem olumlu hem de olumsuz eleştiride bulunmak mümkün olmaktadır. Öncelikle denilebilir ki bu öyküler, bir öykücü olarak Tanpınar'in "dünyaya bakışında ilerici bir tutumu savunmaz, kişisel kalmanın savunmasına girişir." (Ileri 15). Yinede, Ileri'nin sözleriyle aktarırsak, diyebiliriz ki "öykü okurunu köklü bir ekin birikimiyle donatır." (Ileri 15).Tanpınar'ın öykücülük yaşamının ikinci evresini oluşturan Yaz Yağmuru kitabı ise "Tanpınar'ın ilk yapıtında belirsiz bıraktığı ruhsal çatışmaları daha somut düzeyde işler." (İleri 15). Bu aşamada öyküler yine güç ve gizemlidir ama okuyucu gizemli olanı somut gerçeklikle bütünleştirebilir. Sonuç olarak Tanpınar'ın ikinci aşamasında dili, kurguyu ve içeriği daha bütünlüklü bir şekilde toplamayı başarıp okuyucusuna sunduğunu söyleyebiliriz.

Tanpınar öykücülüğünü belirgin kılan özellikleri "dili, öykü konuları ve öykü kişileri" olarak üç ana grupta toplamak mümkündür.

Yazar, öykülerinde "seçkin, çeşitli mecazlarla, düşüncelerle, soyut sözcüklere geniş yer veren kendine özgü zengin bir cümle yapısı" kullanmaktadir; "şiir dili ile nesir dili arasında kesin bir ayrılık görülmemektedir" (Karaalioglu 537). Bunun yanı sıra, Tanpınar dil anlayışını da şu sözlerle dile getirmektedir: "dil ve dille üretilen eserler dilin içinde geliştiği milliyet ruhuyla yakın alakalıdır" (Karaalioglu 537).

Tanpınar'ın öykülerinde yoğun olarak işlenen kavramlardan biri de 'zaman' dır. 'Zaman' ı değişik boyutlarıyla kavrama ve bunu kurgu yoluyla açıklama arzusu öykülerin genelinde sezilmektedir. Bunu Tanpınar'ın genel bir özelliği olarak yorumlayan Gürsel Aytaç ise şöyle demektedir:

"Bursa'da Zaman" şairi ve "Huzur" romanının yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar, 20. yy. Avrupa Edebiyatı'nın ortak problemi sayılan "zaman" kavramıyla hem konu hem de anlatım tekniği bakımından ilgilendiğini göstermiştir. "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" (1954) adlı romanda modern çağın, insanı saate tutsak eden yaşama temposu başta olmak üzere toplum mekanizmasının çeşitli unsurlarını hicivci bir bakış açısından ele alır (142)
O'na göre zaman bir bütün değildir; bilinçle bilinçaltının çatışmasıdır yalnızca (İleri 15). İşte bu yüzden Tanpınar'ın kimi öykülerinde, "sanrının, karabasancıl bir dünyanın ağırlığını" duyarız (İleri 15).

Zaman temasını irdelerken Tanpınar'ın bilinç-bilinçaltı çatışmasını ince bir duyarlılıkla işlediğini belirtmiştik. Bununla yakın bağlantılı olarak, bu çatışmaların öznesi olan öykü kişilerinin "geçmişlerindeki kimi olayların etkisiyle us güçleri dış dünya ile uyumlarını yitirmiş, yaşamları karabasanların, korkulu düşlerin kuyularına yuvarlanan" insanlar olduğunu rahatlıkla gözlemleyebiliriz (Kurdakul 629).

Yirminci yüzyılda Uşaklıgil'in "usta hikaye örnekleriyle" başlayıp devam eden modern ve çağdaş Türk hikayeciliğinin çok geniş bir yelpazeye sahip olduğunu görürüz: Anadolu gerçeklerini yansıtan Kurtuluş Savaşı hikayeleri, yurt sorunlarıyla insanları keşfe çıkan Yeni Gerçekçi hikayeleri, masalsı hikayeler, vb. Bunların arasında, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "psikolojik derinliklere, mariz kişilerin iç dünyalarına önem veren hikayeleri azınlıkta" kalmaktadır (Mutluay 532-533). Yinede Tanpınar'ı bu geniş yelpazede özgün bir yere koyabiliriz. Fakat bunun için yazarın, öykülerini nasıl kurguladığını ve Tanpınar biçemini ortaya çıkaran dili nasıl kullandığını incelememiz gerekir.

III. Öykü Özeti:

"Yaz Gecesi" öyküsünün kurgusu bir ana iki alt öyküden oluşmaktadır:

I. Ana Öykü Kurgusu: Kurguyu, öykünün baş kişisi olan ve anlatı boyunca "adam" olarak anılan kişinin, Zeynep ve Zehra'nın daveti üzerine, bu iki eski arkadaşının köşküne gelmesi; birlikte akşam yemeği yemeleri; köşkle ilgili konuşmaları ve bu esnada köşkün geçmişiyle ilgili iki kadının adama bilgi vermeleri oluşturuyor. Bu kurgu bir gecede geçiyor.

II. Birinci Alt Öykü Kurgusu: Adamın zihninden geçenler aracılığı ile birinci alt öyküye ulaşıyoruz. Bu öykü adamın, ana öykü kurgusunda misafir olarak geldiği köşkün semtinde, Göztepe'de, geçen çocukluğundan başlayıp gençliğinde yaşadığı "garip tecrübe" ile devam ediyor ve öykü anına kadar ulaşıyor. Bu kurgu ise 50 senelik bir zaman dilimini kaplıyor.

III. İkinci Alt Öykü Kurgusu: Adamın, öykünün iki kadın kahramanından genç olan Zeynep ile ilişkisini anlatıyor; ilişki Zehra'nın ve Zeynep'in bakışaçısıyla yansıtılıyor. Bu kurguda da yirmi senelik bir zaman diliminde eski bir arkadaşlık ilişkisinin iniş çıkışları anlatılıyor.
Bu üç öykü kurgusu paralellik taşımıyor; iki alt kurgu ana öyküyü anlamca tamamlıyor. Diğer bir deyişle, öykü karakterlerinin zihinlerinde yaptıkları yolculuklar geçmişle şimdiki zamanı bağlayarak bilgi boşluklarını tamamlıyor. Bu durumla bağıntılı olarak üç öyküdeki ortak özelliğin bilgi kopuklugu oldugunu söyleyebiliriz.

Bilgi kopukluğu öykünün teknik yapısına da yansır. Öyküye bakıldığında kronolojik zamanın alt kurgulardaki geriye dönüşlerle kesintilere uğratıldığını görüyoruz. Buna içerik -bilgi- düzeyinde olduğu gibi kurgu düzeyinde de bir sapma diyebiliriz

Belirtilmesi gereken diğer bir özellik de, öyküdeki başkişi ve diğer kişilerin (Zehra ve Zeynep dışında) öykü boyunca 3. kişi adıllarıyla anılması. Bu özellik öykü baş kişisinin kim olduğundan çok başına neler geldiği ve bunun bu günüyle nasıl ilintili olduğu üzerine odaklanıldığını gösteriyor okuyucuya.

Kısacası, bu üç öykü kurgusu arasında sebep sonuç ilişkisi kurulduğunda toplam bir anlam çıkarabilmek ve olaylar zincirini böylece özetlemek olası.

IV. İnceleme Yöntemi:

Öykünün çözümlenmesi üç aşamalı eklektik bir yöntemden oluşuyor. Birinci kısımda, Jan Renkema'nin metinselligi oluşturan ölçütlerle ilgili önerdiği yedi ölçütten ilki olan "bağlaşıklık" ölçütü kullanılarak, metindeki sebep-sonuç ilişkisi yorumlanıyor; Ikinci aşamada öykünün en ilgi çekici özelliklerinden biri olan soru-yanıt bölümü, Paul Grice'in işbirligi ilkesi ışığında inceleniyor ve açıklanıyor. Son aşamada ise öyküdeki içsel konuşmaların kurgudaki bilgi boşluklarını nasıl tamamladığını ve Tanpınar'ın ayırdedici bir özelliği olan kişilerin ruhsal derinliğini bakış açısıyla nasıl yansıttığı ortaya çıkarılıyor.

Sonuç olarak yöntem şu sırayı takip ediyor:

I.Öykü metninde bağlaşıklık olgusu (Renkema)
II.Öykü metninde İşbirliği ilkesinin kullanımı (Grice)
III.Öykü metninde İçsel Konuşma (Interior Monologue)'ların yorumlanması,

I. Jan Renkema: Metinselliği oluşturan ölçütlerden ilki- bağlaşıklık

"Yaz Gecesi" öyküsünde yazar bütünü oluşturan bilgileri kopuk kopuk ve ayrı ayrı alt kurgularda verdiği için tümceler arasında nedensellik ilişkisi kurmak ve gönderimsel ilişkiler gibi bağlantı noktalarını bulmak, öykü incelemesinde olaylar zincirini açığa çıkaracaktır. Bunun için üç ayrı öykü kurgusundan seçilen kısımlar aşağıda örneklenmiştir:

Ana Öykü Kurgusu geleneksel öykülere özgü giriş-gelişme ve sonuç örgüsüne sahiptir.

Giriş:

Örnek 1.
"Niçin beni buraya çağırdılar, sanki?" Fakat asıl kızdığı şey, kendisinin bu daveti kabuluydu (Tanpınar 148)

Gelişme:

Örnek 2:
Genç kadın onun içinden geçenlerden habersiz, biraz evvel sofrada başladığı hikayeye devam ediyordu (150)

Örnek 3:
"- Ceviz ağacını siz mi kestiniz?
- Nereden biliyorsunuz burada bir ceviz ağacı olduğunu?...
-Biz gelmeden evvel kurumuş. Evin sahibi öldüğü sene... (152-153)

Örnek 4:
"- Hastalığı ne imiş abla?
- Felç...mahalleli "günahını ödüyor..." diyormuş. (154-155)

Sonuç:

Örnek 5:
-Haydi kalk abla! dedi. Bu adamın uykusu var. Esneyip duruyor..."Ve elleriyle kendi ağzını kapattı.
Yeniden ayağa kalktı. Alnını, sildi. Sonra kadınlara yalvardı:
-Ne olur, biraz daha oturun! Hiç uykum yok... (156-157)

Örneklere bakıldığında, adamın ziyaret ettiği köşkle ilgili kendinde sakladığı ama köşkteki kadınlara, Zehra ile Zeynep'e, bir türlü anlatmak istemediği bilgiler olduğu ortaya çıkmaktadır. Zaman zaman sorduğu, o an için konuyla ilgili görünmeyen sorular adamın köşke ait bilgilere ve yaşantıya sahip olduğunun göstergesidir. Fakat, adam bu durumdan huzursuzdur; düşünce ve anılarıyla baş başa kalmak istemez.

1. Alt Öykü Kurgusu: Bu kurguda da giriş-gelişme ve sonuç bölümlerinin varliği öykü içinden çıkarılabılır.

Giriş:

Örnek 6:
Adamın zihninden geçenler:
"Hasta bu odada yatıyordu. Sekiz sene bu odada yattı. Sekiz sene onun sesini buradan dinledik." (148)

Örnek 7:
"Beni çocukluğumun en acayip tarafına misafir ettiklerini acaba biliyorlar mı?" (149)

Gelişme:

Örnek 8:
"Bu odada 35 sene evvel iki başka kadın daha tanımıştı. Birbirleriyle böyle kardeş değildiler. Birbirlerini sevmiyorlardı. Daha ziyade düşmandılar. Fakat hastanın başı ucunda birleşiyorlardı. Evlatlıkla hastanın karısı. Birisi yuvarlak, ayakları sargı içinde. Ihtiyar ve biçare. Öbürü genç, güzel ve galiba yarı deli..." (151)

Örnek 9:
"Vücudu baştan aşağı, otuz beş sene evvel taşlıkta, kuyunun başında, ne oldugunu lâyikiyla bilmeden tattığı hazzın ürpertileri içinde idi (154).

Örnek 10:
"Evet, mahalleli öyle diyordu... İlk önce ne olduğunu hakikaten anlamamıştım. Fakat sakın kimseye söyleme, dediği için söylemedim. Kendime sakladım." Ve garip bir zevkle kadının sözlerini hatırlıyordu. "Sakın kimseye söyleme... Ben seni fırsat düştükçe bulurum... Sen de canın istediği zaman eve uğra..." Hakikaten dediği gibi yapmışlardı. Fırsat buldukça buluşmuşlardı (155)

Sonuç:

Örnek 11:
"Ceviz ağacının dibine çömelmişti. Kapıdan girer girmez onu gördüm...Elinde bir taş, taze cevizleri kırıp yiyordu. Beni görünce birdenbire sevindi. Gözlerinde o gün taşlıkta ilk defa gördüğüm parıltı peydahlandı. O günkü gibi sesi birdenbire kısıldı. Fakat ben onu dinlemiyordum. Ben elindeki cevizlere bakıyordum... Neden sonra anladı. Cevizleri elinden fırlattı. Ve kaçıp içeriye girdi. Bir daha mahallede görmedik. Ve ben bir daha, bir daha hiçbir kadınla." (156-157).

Bu kurguda, öyküyü anlamca tamamlamak amacıyla, "adam"ın psikolojik derinlikleri sunuluyor. Çocukluk dönemi sonrasında yaşadığı "cinsel" çağrışımları olan ve kendisini derinden etkileyen eski bir olayın varlığını öğreniyoruz. Bu aşamada dikkat edilmesi gereken nokta, bu deneyimin okuyucuya doğrudan bir anlatımla değil, dolaylı bir dille anlatılmış olmasıdır. Diğer bir deyişle, Tanpınar biz okuyuculara öyküdeki başkişinin, çok küçük yaşlarda, belli bir süre, akli dengesi pek de yerinde olmayan bir kadınla, hayatının geri kalan bölümünde ruh halini derinden etkileyecek bir cinsel deneyim yaşadığını açıkça söylemez. Bu deneyimi okuyucu, Örnek 9'da olduğu gibi, yazarın dolaylı anlatımından çıkarır.

2. Alt Öykü Kurgusu: Bu kurgunun da, giriş-gelişme ve sonuç bölümleri öykünün genelinden çıkarılabilir.

Giriş:

Örnek12:
Zeynep'in zihninden geçenler: "Yirmi sene oldu. Tanışalı yirmi sene oldu. Genç kızlığımda nasıl dostsa şimdi de öyle. Hayırhah tarafsızlık gibi bir şey...Ne garip! Yine vazgeçemiyorum! Niçin buraya getirdim sanki." (151)

Gelişme:

Örnek 13:
"Zehra, belki yüzüncü defa aynı suali sordu: "Acaba sevişiyorlar mi? Hiç seviştiler mi? Evvelce onu sevdiğini sanıyordum. Zeynep'in rahatı bozulacak, diye korkuyordum. Eskişehir'de bizi gelip ziyaret ettiği gün kendi rahatımdan korkmaya başladım." (152).

Örnek 14:
Zehra'nın zihninden geçenler:
"Bekar erkek...İşte manasını çözemediğim garip kelimelerden biri daha... Hayat kendisinde bitiyor, Birdenbire bir insan, devam edecek, etmesi lazım gelen bir şey kendisinde bitiyor. Elli yaşındayım, dedi. Acaba şimdi ömrüne nasıl bakıyor? Çünkü onun ömrüne bakması, onu seyretmesi lazım." (153)

Sonuç:

Örnek 15:
Zeynep'in zihninden geçenler: "Acaba kimseyi sevdi mi? Çok kadın tanıdığını biliyorum. Fakat hakikaten sevdi mi?. Ona elimdeki çiçekleri vermiştim. Ayrılırken bana iade etti. Belki saklamak istersiniz? dedim. Beni mahrum etmek istemediğini söyledi." (155)

Bu kurgu için diğer ikisinin bilgi olarak tamamlayanı olduğunu söyleyebiliriz. Gönderimsel ilişkiler tamamlandığında, 1. alt kurgu ile 2. alt kurgu arasındaki bağlantı noktası ortaya çıkıyor. 1. alt kurguda, adamın yaşadığı "içini ürperten" olayın sonucu olarak, 2. kurguda Zeynep'le 20 senedir duygusal bir ilişki yaşıyor olmasına rağmen, ona cinsel anlamda yaklaşamadığını öğreniyoruz. Zeynep'le, Zeynep evlenmeden önce görüştüklerini, buna ek olarak, Zehra'nın bile onların yakınlaşıp yakınlaşmadıklarıyla ilgili kuşkuları olduğunu görüyoruz (Örnek 13). Sonuç olarak ise adamın Zeynep'in ilişki beklentisini geri çevirdiğini öğreniyoruz (Örnek 15).

II.Grice İşbirliği ilkesi

Amerikalı bir felsefeci olan Paul Grice "edimbilimin'in babası" olarak da bilinir. Grice insanların iletişim kurarken doğaları gereği birbirlerine yardımcı olduklarını ve bu yüzden iletişimin çok sağlıklı olduğu görüşündedir. Diğer bir deyişle, insanların arasındaki diyalog aslında bir işbirliği davranışı olarak da yorumlanabilir. Grice'a göre bu konuşmaların mantıksal dizgesinin altında dört ana ilke vardır.

Bunlar sırasıyla:

i) Nicelik İlkesi (Maxim of Quantity): Bu ilkeye göre konuşan kişi doğru miktarda ve gerektiği kadar bilgi vermelidir,
ii) Nitelik İlkesi (Maxim of Quality): Bu ilkeye göre konuşan kişi doğruları söylemeli ve doğru cevaplar vermelidir,
iii) Bağıntı ilkesi (Maxim of Relevance): Bu ilkeye göre konuşmacının söylediklerinin ya da cevaplarının konuyla bağıntılı olması gerekir.
iv) Tarz ilkesi (Maxim of Manner): Bu ilkeye göre konuşmacının belli bir düzen ve açıklıkta konuşması gerekir (Aitchison 93-94).
"Yaz Gecesi" öyküsündeki konuşmaları ve konuşmaların içinde geçen soru-yanıt bölümlerini iki alt bölümde incelemek olası: i) Adamın köşkü ziyareti süresince, adam, Zeynep ve Zehra arasında geçen konuşmalar; ii) Bu üç kişinin kendi zihinlerinde canlanan olaylar sonucu ortaya çıkan içsel konuşmalar.

Her iki bölümdeki konuşmaların, soru ve yanıtların ortak noktası iletişimde işbirliğini, dolayısıyla sağlıklı iletişimi sağlayan ilkeleri ihlal etmeleridir. Buna rağmen dikkat edilmesi gereken diğer bir noktada aslında soruların yanıtsız kalmadığı, ya da konuşmalardaki mantık dizgesinin bir şekilde tamamlandığıdır. Bunun gerçekleşmesi için Tanpınar, bir kurguda ortaya atılan bir soruya başka bir karakterin zihninden geçen olay ya da deneyimlerin anlatılmasıyla cevap vermiştir. Bu da sorunun, sorulduğu anda hem bağlamla hem de tarzı itibariyle o anla çatışmasını, aynı zamanda nitelik ve nicelik ilkelerini ihlal ettiğini ortaya çıkarmıştır. Tanpınar'ın sağlıklı bir soru-cevap dizgesi yerine böyle bir kurguyu, öykünün genelinde kullanmasının ana sebebinin, teknik anlamda öykülerin vazgeçilmez ögesi olan merak ya da heyecanı öykünün geneline yayarak okuyucuyu metnin içine çekmek oldugunu söyleyebiliriz. Bu özellikleri öyküden seçilen aşağıdaki örneklerde görebiliriz.

Örnek 16:
Adam:
"-Ceviz ağacını siz mi kestiniz?....
Genç kadın, "hangi ceviz ağacı" diye sordu. Sonra birdenbire hatırladı ve mübağalı bir hayretle ablasına baktı:
-Ben, demedim mi sana büyücüdür, diye?...Vallahi büyücüdür.
Sonra ona döndü:
-Nereden biliyorsunuz burada bir ceviz ağacı olduğunu?...
Ne cevap vereceğini bilmiyordu, en iyisi susmak, bu münasebetsiz suali unutturmaktı.
-Biz gelmeden evvel kurumuş. Evin sahibi öldügü sene..."(152-153)

Öyküde adamın sorduğu sorudan önceki bağlam genç kadının kaynanası ve kaynatasının alışkanlıklarının anlatıldığı ve kadının özellikle onların ölüm üzerine yaptıkları konuşmalardan şikayetçi olduğu bölümdür. Bunun arkasından sorulan soru bağlamla çelişmektedir; çünkü sorunun yanıtı gelmemiş, genç kadın işbirliği ilkesini ihlal ederek soruyu daha anlaşılır hale getirmek için söz konusu soruya başka bir soruyla karşılık vermiştir. Genç kadın bunun ardından, sorduğu sorunun yanıtını almadan iki soru daha sormuş, en son sorduğu soruya ise adamdan yanıt gelmemiştir. Bu durumda ise adam, tarz ilkesini, aynı zamanda nicelik ve nitelik ilkelerini de çiğneyerek kadınlara gerçeği iletmemiştir. Yukarıdaki alıntının sonunda verilen yanıt ise en başta sorulan sorunun yanıtı olmamakla beraber fazla bilgi verildiği için nicelik ilkesini çiğneyen bir açıklama olmuştur. Diyalogda biri biriyle bağıntısız gibi görülen konuşma, soru-yanıt, adamın geçmişinin okuyucuya yansıtılmasıyla tamamlanır ve açıklık kazanır.

III.İçsel Konuşma (Interior Monologue) 'ların yorumlanması:

İçsel konuşmalar zihinde canlanan imajların, sıkça "bilinç akışı anlatısı" olarak da adlandırılan çağrışımcı anlatıların, duygu ve düşüncelerin bir toplamıdır. İçsel konuşmalar kişilerin iç dünyasını ya da ruh yapısını okuyucuya en açık şekilde sunan; bir bakıma okuyucu ile öykü kişilerini yakınlaştıran bir tekniktir (Sherer, Stenberg 16).

Bununla beraber içsel konuşmaların bir diğer fonksiyonu da okuyucuya içinde yaşanan dünyanın ne kadar karmaşık olduğunu ve tamamıyla anlaşılamayacağını hatırlatmasıdır (Sherer, Stenberg 22).

"Yaz Gecesi" öyküsünde, adam üzerinde odaklanan ve onun çocukluğunu, gençliğini, duygusal hayatını, yaşadığı iniş çıkışları, şu anını yansıtan değişik bakış açıları vardır ve bunların toplamı aslında adamın 50 senelik yaşamının öyküsüdür.

Örnek 17:
"Beni çocukluğumun en acayip tarafına misafir ettiklerini acaba biliyorlar mı?" (149)

Örnek 18:
"Bu odada otuz beş sene evvel iki başka kadın daha tanımıştı." (151)

Örnek 19:
"Zehra'nın adama bakarken zihninden geçenler:
Fakat ne düşünüyor? Ne diye bu kadar rahatsız...Acaba midesinde bir şey mi var. "(152)
"Bekar erkek...İşte manasını çözemediğim garip kelimelerden biri daha...Hayat kendisinde bitiyor. Birdenbire bir insan, devam edecek, etmesi lazım gelen bir şey kendisinde bitiyor. Elli yaşındayım, dedi. Acaba şimdi ömrüne nasıl bakıyor? Çünkü onun ömrüne bakması, onu seyretmesi lazım." (153)

Örnek 20:
"Evet, mahalleli öyle diyordu...İlk önce ne olduğunu hakikaten anlamamıştım. Fakat sakın kimseye söyleme, dediği için söylemedim. Kendime sakladım." Ve garip bir zevkle kadının sözlerini hatırlıyordu. "Sakın kimseye söyleme...Ben seni fırsat düştükçe bulurum...Sen de canın istediği zaman eve uğra..."
Hakikaten dediği gibi yapmışlardı. Fırsat buldukça buluşmuşlardı (155)

Örnek 21:
Zeynep'in zihninden geçenler: "Acaba kimseyi sevdi mi? Çok kadın tanıdığını biliyorum. Fakat hakikaten sevdi mi?. Ona elimdeki çiçekleri vermiştim. Ayrılırken bana iade etti. Belki saklamak istersiniz? dedim. Beni mahrum etmek istemediğini söyledi." (155)

Örnek 22:
Ve ben bir daha, bir daha hiçbir kadınla." (157).

Öykünün tamamı gözden geçirildiğinde, öykü kişilerinin birbirleriyle çok az konuştukları görülebilir. Tanpınar, kurguyu yoğun bir şekilde kişilerin kendileri ya da birbirleri ile ilgili düşüncelerinden oluşturmuştur. Dolayısıyla, bakış açıları önem kazanmıştır. 12. Örnekte Zeynep'in adama karşı hala dostça duygular taşıdığını ya da ona karşı tarafsız olmadığını öğreniyoruz; 13. Örnekte ise, Zeynep-adam ilişkisinin Zehra tarafından nasıl algılandığını ve Zehra'nın onlarla ilgili hala daha kuşkuları olduğunu görüyoruz

Bulgular:

Tanpınar dil kullanımında soyut ve yan anlamlar çağrıştıran sözcüklere yer vermiştir. Bu özellik, çözümleme kısmında sıralanan örneklerde de görüldüğü gibi, Tanpınar'ın dolaylı bir dil anlatımı kullandığının göstergesidir. Bu da öykü boyunca heyecanı ve gizemi üst düzeyde tutmuştur.
Öyküdeki baskın konunun zaman ve bilinç-bilinçaltı çatışması olduğu söylenebilir. Tanpınar, yukarıda da belirtilen özenli dil kullanımı ile bilinç-bilinçaltı çatışmasını bütünleştirerek, bunu çeşitli bakışaçılarından oluşan kurguya oturtmuştur.
Öykü kişileri gerçekçi bir şekilde yaratılmış, içsel çatışmaları modern yöntemlerle, çeşitli bakışaçılarıyla okuyucuya sunulmuştur; dolayısıyla da öykü kurgusuna ve konusuna uyumlu olarak, kişilerin de öykü boyunca, yaratılan gizemi devam ettirdikleri söylenebilir.
Sonuç olarak, öykü konusu ve Tanpınar'ın öykü kişilerine yaklaşımı gözönüne alındığında, Türk öykücülüğünde Tanpınar'ın çağdaş ve modern bir biçemi olduğunu; bununla beraber bu çağdaş biçemin günümüz öykücülüğünde de yadsınamaz bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz.
Kaynakça

Aitchison, Jean (1992) Teach Yourself Linguistics. 4th ed. London: Hodder& Stoughton.
Mutluay, Rauf (1973) 50 Yılın Türk Edebiyatı . İstanbul:İş Bankası Kültür Yayınları.
Aytaç, Gürsel (1990) Çağdaş Türk Romanları Üzerine İncelemeler. Ankara: Gündoğan.
İleri, Selim (1975) "Türk Öykücülüğünün Genel Çizgileri" Türk Dili (Aylık Dil ve Yazın Dergisi) , sayı:286, cilt:32, SS: 2-29.
Karaalioğlu, Seyit Kemal Resimli Türk Edebiyatçılar Sözlüğü. İstanbul: İnkılap ve Aka.
Ana Britanica (Genel Kültür Ansiklopedisi) (1990) Edt. Philip W. Goetz ve diğerleri. İstanbul: Ana Yayıncılık.
Kurdakul, Şükran (1999) Şairler ve Yazarlar Sözlügü. Yeniden düzenlenmiş ve genişletilmiş 6. Baskı. Istanbul: Inkilap.
Sherer, Peter, Joseph Stenberg. (1988). Narrative Style: Shart Essays on Point of View.Iowa: Kendall/Hunt Publishing Company
Çalışmanın Bütüncesini Oluşturan Kitap:

Tanpınar, Ahmet Hamdi (1991) Hikayeler: Yaz Yağmuru- Abdullah Efendi'nin Rüyaları-Kitaplaşmamış Hikayeler.İstanbul: Dergah Yayınları.
Bu yazı daha önce Üçüncü Öyküler dergisinde (kış-bahar 2001) yayınlanmıştır

Ziyaret -> Toplam : 125,25 M - Bugn : 7990

ulkucudunya@ulkucudunya.com