« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

22 Ağu

2016

KEFEVÎ HÜSEYİN EFENDİ (ö. 1010/1601)

Cemil Akpınar 01 Ocak 1970

Osmanlı kadısı, müderris ve edip.

Kırım’ın liman şehri Kefe’de doğup büyüdüğünden Kefevî nisbesiyle tanındı. Babasının adı İbrâhim olup Bağdatlı İsmâil Paşa’nın Rüstem olarak kaydetmesi yanlıştır. Risâle fî tefsîri kavlihî te?âlâ “yevme ye?tî âyâtü rabbike” adını taşıyan bir risâlenin (Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 185, vr. 153-165) yazarı olan İbrâhim b. Yûsuf b. Mustafa el-Kefevî ile aynı şahıs olup olmadığını tayin etmek güçtür.

İlk tahsilini Kefe’de yaptığı anlaşılan Hüseyin Efendi eserlerinde çeşitli vesilelerle kendi hayatının önemli safhalarından bahseder: Kefe’de emlâk sahibi tanınmış bir tâcir iken dünyadan el çekip ilim tahsili için İstanbul’a gitmiş (Sevânihu’t-tefe’ül, vr. 20b-21a; Râznâme II, vr. 8a), Kanûnî Sultan Süleyman devrinin sonlarında İstanbul’daki medreselerde dinî ve aklî ilimleri okumuştur. Mülâzemetini Karadâvudzâde Mustafa Efendi’den tamamladıktan sonra II. Selim zamanında Miftah Medresesi’ne müderris olmuştur. Hocası Sahn-ı Semân müderrisi iken 974 Cemâziyelâhirinde (Ocak 1567) Medine kadısı olduğuna göre Kefevî bu tarihten önce mülâzemetini tamamlamış olmalıdır. 977’de (1569) döndüğü Kefe’de şehrin kadısı Mahmud Çelebi’den riyâziyyât ve mûsiki öğrenmiş (Sevânihu’t-tefe’ül, vr. 158a-b), ayrıca Nakşibendî şeyhi Hâce Ahmed Sâdık Taşkendî’ye intisap ederek tasavvuf terbiyesi almıştır (Râznâme II, vr. 27b).

Kefevî 985 (1577) yılında 40 akçeli bir medreseye tayinini istemiş (a.g.e., vr. 90b-91a), bu isteği gerçekleşmeyince bir müddet sıkıntı çekmiş ve memleketine dönmek zorunda kalmıştır (Sevânihu’t-tefe’ül, vr. 14a-b, 130a). Bu sırada tamamladığı Sevânihu’t-tefe’ül adlı eserini Bahçesaray’da ziyaret ettiği Kırım Hanı II. Gazi Giray’a ithaf etmiştir (a.g.e., dîbâce). Onun Gazi Giray’la yakınlığının devamlı olduğu, 1003’te (1594) Tuna boylarındaki seferlere ve Yanık Kalesi fethine katılan hanın bu seferleri anlattığı bir mektubu Kefevî’ye göndermesinden anlaşılmaktadır. 985 (1577) yılı sonlarında annesiyle birlikte İstanbul’a dönen Hüseyin Kefevî’nin (Râznâme II, vr. 41b-42a) tekrar müderrisliğe başlayıncaya kadar ne yaptığı bilinmemektedir. Atâî’ye göre 990’da (1582) derecesi 40 akçeliye indirilen Fâtıma Sultan Medresesi’ne müderris tayin edilmiş, 993 Saferinde (Şubat 1585) 50 akçeli Şah Hûban Medresesi’ne nakledilmiştir.

25 Cemâziyelevvel 999’da (21 Mart 1591) Dursunzâde Abdülbâki Efendi’den boşalan Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Medresesi’nde görevlendirilen Kefevî 1002 Ramazanında (Haziran 1594) Sahn-ı Semân müderrisi oldu. Yavuz Selim (Cemâziyelevvel 1003 / Ocak 1595) ve Süleymaniye Dârülhadis (Muharrem 1004 / Eylül 1595) medreselerindeki hizmetinden sonra 1007 yılı Şâban ayında (Mart 1599) mahreç mevleviyetlerinden Kudüs kadılığına tayin edildi. Buradan 1008 Şevvalinde (Nisan 1600) Mekke kadılığına gönderildi. 27 Safer 1010’da (27 Ağustos 1601) Mekke’de vefat etti (Hasîbî, vr. 5b). Ölümünün, bazı kaynaklarda yer aldığı gibi bu yılın şâban ayında (Atâî, s. 455) kadılıktan ayrılmış olduğu Kudüs’te (Sicill-i Osmânî, II, 185) veya 1012 (1603) yılında Mekke’de (Keşfü’z-zunûn, I, 554; II, 1504; Rızâ, s. 27) gösterilmesine itibar etmek güçtür. Mekke’de defnedilmiş olması (Hasîbî, vr. 5b; Kâtib Çelebi, s. 178) daha doğru görünen Kefevî’nin müderris olarak Edirne’ye döndükten sonra orada vefat edip Zehrimâr Camii hazîresine gömüldüğünü bildiren Ahmed Bâdî Efendi’nin bu kanaati de (Riyâz-ı Belde-i Edirne, II, 234) hayatı hakkında bilinenlerle uyuşmamaktadır.

Zeki, güzel sesli, güzel ahlâklı, kültürlü, hoşsohbet ve nüktedan bir kişi olan Hüseyin Kefevî Arapça ve Farsça’yı edebiyatlarıyla öğrenmiş, hadis, tefsir, fıkıh ve diğer dinî ilimlerle birlikte matematik, astronomi ve mûsikiye de vâkıf olmuştur. Tahsil hayatı yanında daha sonraları katıldığı ilmî ve edebî sohbetlerde kendisine gösterilen sevgi ve saygıyı eserlerinde dile getirdiği gibi çağdaşları ve yakın dostları olan Kınalızâde Hasan Çelebi, Selânikî Mustafa Efendi, Rüstem Paşazâde Hüseyin Çelebi ve Nev‘îzâde Atâî de onun ilim ve irfanından övgüyle söz ederler.

Kefevî üç dilde şiir söylemiştir. Türkçe şiirlerinde kelime ve deyimler üzerinde oynayarak mecaz, tevriye ve cinaslarla edebî sanat yapmada ve nazîrede usta bir şair kabul edilmiştir. Kınalızâde Hasan Çelebi, onun Edirneli Emrî’nin bir beytine yaptığı nazîreyi mâna zenginliği bakımından nazîrelerin en iyisi olarak tanıtır (Çavuşoğlu, s. 34). Bazı şiirleri atasözü gibi dillerde dolaşan Kefevî, eserleri içerisine serpiştirdiği parçalarla diğer şiirlerini bir divan halinde toplayamamıştır.

Atâî ve Riyâzî gibi kaynaklarda Türk mûsikisinde eser telif edecek kadar bilgi sahibi olduğu kaydedilen Kefevî devrin mûsikişinaslarından Altuncuzâde ile de yakın arkadaştı (Sevânihu’t-tefe’ül, vr. 34b-35b). Kefe’de güzel sesli gençlerin kendisinden mûsiki dersleri alıp bestelerinden istifade ettikleri (a.g.e., vr. 161b) ve birçok şiirinin bestelendiği bilinmektedir (Kâtib Çelebi, s. 178; Riyâzî, vr. 56a).

Eserleri. 1. Şerh-i Gülistân. Sa‘dî-i Şîrâzî’nin Gülistân adlı eserinin Türkçe tercüme ve şerhidir. Kefevî, Gülistân’ın önceki şârihleri Sürûrî ve Şem‘î’yi tenkit ettiği (Atâî, s. 455) bu son kitabının ferâğ kaydında eserini Mekke’de kadı iken 16 Şevval 1009’da (20 Nisan 1601) tamamladığını bildirir. Bıraktığı müsveddeyi dostu ve Medine kadısı olan Rüstem Paşazâde Hüseyin Çelebi temize çekip dîbâcesine müellifin tercüme-i hâlini de yazarak esere Bostânefrûz-i Cinân der Şerh-i Gülistân adını vermiştir (Keşfü’z-zunûn, II, 1504). Bu nüsha Süleymaniye Kütüphanesi’nde kayıtlı olup (Hamidiye, nr. 1159, vr. 1b-5a [Dîbâce-i Şerh-i Gülistân]) aynı kütüphanede iki (Hasan Hüsnü Paşa, nr. 955; Hacı Mahmud Efendi, nr. 5044), Beyazıt Devlet (nr. 5562), Âtıf Efendi (nr. 2180) ve İstanbul Üniversitesi (Nâdir Eserler, TY, nr. 3243) kütüphanelerinde birer nüshası daha bulunmaktadır. 2. Sevânihu’t-tefe’ül ve levâihu’t-tevekkül. Müellif, Osmanlı toplumunda yaygın bir şekilde görülen, bir kitaba bakarak tefe’ül etme konusunda çeşitli meclislerde Mushaf-ı Şerif, Mesnevî-i Ma?nevî, Hâfız-ı Şîrâzî ve Abdurrahman-ı Câmî’nin divanları ile bazı mev‘iza kitaplarında çıkan ve duruma uygun düşen ifade ve hikâyeleri toplayarak bu Türkçe eserini kaleme almıştır. İlk defa 985 (1577) yılında Kefe’de temize çekip II. Gazi Giray’a ithaf ettiği eserin kendi el yazısıyla olan bu nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde kayıtlı olup (Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr. 821) 139 hikâyeyi ihtiva etmektedir. Kitapta zikredilen olaylar tarihî, içtimaî, siyasî, ilmî, edebî, biyografik ve otobiyografik nitelikte olduğu için eser aynı zamanda bir tarih özeti ve o devrin aynası durumundadır. Falnâme (Îzâhu’l-meknûn, II, 153) ve Tefe’ülât-ı Kefevî diye de anılan kitabın ikinci bir nüshası İzmir Millî Kütüphanesi’ndedir (nr. 1748). 3. Râznâme. Sevânihu’t-tefe’ül’ün İstanbul’da bazı yeni olay ve hâtıralar ilâvesiyle 192 hikâyeye çıkarılmış şeklidir. Birincisini görmediği anlaşılan Kâtib Çelebi bu eseri tanıtabilmiştir (Keşfü’z-zunûn, I, 830). Müellifin 993 (1585) yılında Şah Bânû Hatun Medresesi’nde müderris iken kendi hattıyla yazıp III. Murad’a ithaf ettiği nüsha İstanbul’da Millet Kütüphanesi’nde (Ali Emîrî Efendi, Şer‘iyye, nr. 1086), aynı padişaha ithaf edilmiş 996 (1588) tarihli diğer bir nüsha Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Lâleli, nr. 1677) kayıtlıdır. Kefevî, eseri daha sonra bazı ilâveler yapıp telif düzenini “fâl-i ...” başlıklarıyla vererek III. Mehmed’e sunmuştur. Râznâme II diye adlandırılabilecek olan bu eserden Süleymaniye Kütüphanesi’nde biri müellif hattıyla olmak üzere altı (Fâtih, nr. 3892; Lala İsmâil, nr. 505; Hekimoğlu Ali Paşa, nr. 539; Hacı Mahmud Efendi, nr. 5011, 5394; Yazma Bağışlar, nr. 2287), İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde beş (Nâdir Eserler, TY, nr. 493, 1847, 3044, 3716, 4098), Topkapı Sarayı Müzesi (Emanet Hazinesi, nr. 1197) ve Çorum İl Halk kütüphanelerinde birer nüsha bulunmaktadır. Müellif bu nüshalardaki bir tefe’ül kaydını 998 (1590) yılında yazdığını belirtir (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 3892, vr. 73a). Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi’nde (Hüseyin Çelebi, nr. 813) Târîhu’l-Kefevî adıyla ve Arapça bir eser diye kaydedilen yazma da Râznâme nüshalarından biri olmalıdır; çünkü Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki (Emanet Hazinesi, nr. 1467) bir münşeât mecmuasında bulunan birinci beratın (vr. 1b) tanıtımında da görüldüğü gibi eseri Târîh-i Kefevî olarak tanıyanlar da vardır (Karatay, I, 439). 4. Şerhu Lâmiyyeti’l-?Acem. Tuğrâî’nin meşhur kasidesinin önceki şârihleri Selâhaddin es-Safedî, Bedreddin ed-Demâmînî ve Kadı Celâleddin el-Hadramî’nin eserlerinden derlenerek meydana getirilmiş bir şerhtir (Keşfü’z-zunûn, II, 1538). Bursalı Mehmed Tâhir’in de zikrettiği (Osmanlılar Zamanında Yetişen Kırım Müellifleri, s. 15; Osmanlı Müellifleri, I, 276), Demâmînî’yi isim vererek eleştiren bu şerhin nüshası tesbit edilememiştir. 5. el-Cevâb ?an i?tirâzâti’l-Mevlâ Ahmed el-Ensârî ?alâ mevâzi?a min Tefsîri’l-?allâme Ebi’s-Su?ûd el-?İmâdî. Devrin müderrislerinden Şemseddin Ahmed el-Ensârî (Atâî, s. 440-442) Ebüssuûd Efendi’nin meşhur tefsirindeki bazı görüşlerini tenkit etmiş, Hüseyin Kefevî de bu Arapça risâleyi yazarak Ebüssuûd’u savunmuştur. Eserin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (Hekimoğlu Ali Paşa, nr. 98/1). 6. Ta?lîkat ?alâ Sahîhi’l-Buhârî. Kefevî’nin Süleymaniye Dârülhadis Medresesi’nde Sahîh-i Buhârî okuttuğu sırada yazdığı sanılan bu açıklayıcı notlar (Keşfü’z-zunûn, I, 554; Müstakimzâde, vr. 369a) gusül hadislerine kadar gelmektedir. 7. Ta?lîkat ?alâ Sahîhi Müslim. Müellifin Sahîh-i Müslim üzerine yazdığı notlarını eserin yarısına kadar getirdiği kaydedilmişse de (Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlılar Zamanında, s. 15; Osmanlı Müellifleri, I, 276) bu iki eserin nüshalarına rastlanmamıştır. 8. Risâle ?alâ mevâzi?a min Miftâhi’l-?ulûm ve şerhihî li’s-Seyyid eş-Şerîf ve nübez mimmâ yete?allaku bi-sıfati’s-salâti min Şerhi’l-Vikaye. Sekkâkî’nin Miftâhu’l-?ulûm’u ve buna Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin yazdığı şerhin bazı yerleri ve ayrıca Sadrüşşerîa es-Sânî’nin Şerhu’l-Vikaye adlı eserinden namazın kılınış şekline dair meseleler üzerine Kefevî’nin Arapça olarak yazdığı notlarıdır. Müellif nüshasından naklen 1047’de (1637) istinsah edilmiş bir nüsha Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir (Yenicami, nr. 1182/6). 9. Şerhu evâ?ili bâbi’l-vekâle bi’l-bey? ve’ş-şirâ? mine’l-Hidâye. Hanefî fakihi Burhâneddin el-Merginânî’nin el-Hidâye fî Şerhi’l-Bidâye adlı eserinden alışverişte vekâlet babının başlangıcını açıklayan Arapça bir risâle olup bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Yenicami, nr. 1182/7). 10. Makale fî Mevlânâ Muzaffer. Kâtib Çelebi’nin Makaletü Hüseyin el-Kefevî fî Mevlânâ Muzaffer el-Müderris bi-Medreseti Ebî Eyyûb el-Ensârî başlığı ile tanıttığı eserin Türkçe olduğu sanılmaktadır. Kefevî’nin Ebû Eyyûb el-Ensârî Medresesi’nde müderris olan Mevlânâ Muzaffer’i, muîdi Şücâüddin’in dilinden bir müderrisin öğrencisi ve okuyucusuyla yaptığı bir sohbet üslûbunda tanıttığı bu eserin de (Keşfü’z-zunûn, II, 1782) nüshası tesbit edilememiştir.

Süleymaniye Kütüphanesi’nde kayıtlı (Çelebi Abdullah Efendi, nr. 305) baş tarafı eksik bir Şerh-i Dîvân-ı Hâfız nüshası Kefevî’ye nisbet edilmekte (Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlılar Zamanında, s. 15; Osmanlı Müellifleri, I, 276), ancak Kâtib Çelebi onun yalnızca Tefe’ülât-ı Dîvân-ı Hâfız adlı bir eserini kaydetmektedir. Ayrıca kaynaklarda, Kefevî’nin devrin âlimlerinden Niksârîzâde Mahmud Efendi ile ilmî münazaralarına dair bir makalesinden söz edilmekteyse de (Atâî, s. 586; Kâtib Çelebi, s. 178, 381) bunun da nüshasına rastlanmamıştır.

Ziyaret -> Toplam : 125,17 M - Bugn : 49537

ulkucudunya@ulkucudunya.com