İrfan Çetiner
M. Metin Kaplan 01 Ocak 1970
Bursalı veya Bursa mezunu bir ülkücü değilseniz, eminim ki, bu “adam”ı tanımazsınız… Hoş bu vasıfları taşıyanların çoğu da tanımaz ya, o ayrı bir bahis… İtiraf etmeliyim, kendisini ben de çok yakından tanımazdım. Ülkücü olduğunu bilirdim, bir. İki, Yeşilyayla Kitaplığı başkanı olduğunu bilirdim. Üç, Kıbrıs Gazisi olduğunu bilirdim. Dört, Yozgat doğumlu olduğunu bilirdim. Beş, mütevazı bir Türk genci olduğunu bilirdim. Ve altı, “adam gibi bir adam” olduğunu bilirdim. Başka?
Başka, bir şey bilmezdim… Çünkü ben, Ocak’ta görevli iken, o “piyasada” görünen biri değildi. O sıralar, sanırım askerdeydi. Kıbrıs’ı ve Kıbrıs Türklüğünü kurtarmaya çalışmakla meşguldü. Ben 1975’de bir iftira neticesinde cezaevine düştüm. Bir zaman İstanbul DGM’de yargılandım. Tabii o arada, altı ay kadar bir süre, Üsküdar-Paşakapısı Cezaevi’nde kaldım. DGM Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılınca da gerisin geriye Bursa Cezaevi’ne döndüm.
Beş-altı ay kadar bir müddet Bursa’da kaldım ki, o süre içinde de İrfan Çetiner’i tanımadım. Bir cezaevi isyanından ötürü 2 Şubat 77’de Eskişehir Cezaevi’ne sürüldük. Sürüldük, ama Bursa ile irtibatımız kopmadı. En azından ayda bir mahkeme için Bursa’ya gelip gidiyorduk. İşte ilk olarak o günlerde, İrfan Çetiner ismi kulağımıza çalınmaya başladı. Sonra, sonrasını siz de sormayın ben de anlatmayayım… Şu kadarı söyleyeyim ki, “macerâları” Battal Gazi Destanı’nı bir fersâh aşmıştı.
İrfan Çetiner, Kitaplık Başkanı yapılınca resmen tanışmış olduk… Çünkü Bursa’da böyle görevlere getirilen ülküdaşlarımız, hem vazife almadan hem de aldıktan sonra bize mutlaka bir nezâket ziyaretinde bulunurlardı. Bilvesile, İrfan Çetiner’i “cismen” de tanıdım… Ben öyle herkesle iyi diyalog kurabilen, dışadönük biri değilimdir, tanıyanlar bilir. Ama İrfan Çetiner’den çok iyi elektrik almış olacağım ki, aramızda hayli güzel bir dostluk gelişti dersem, herhalde çok da abartmış olmam.
Çok sık ziyarete gelmezdi, zira işleri hayli yoğundu ve vakti azdı. Hem ekmek parasını temin için işte çalışır, hem de Yeşilyayla Kitaplığı’nda başkanlık yapardı… Ama ziyarete geldiğinde bir kenara çekilir, fısır fısır konuşurduk. Üniversite tahsili olmamasına rağmen, Türkiye’nin meseleleri ile çözüm yollarını kariyer yapmış çoğu kimselerden daha da iyi bilirdi… Netice olarak, İrfan Çetiner dört dörtlük bir ülkücüydü. Başka bir söz fazlalık olur.
İrfan Çetiner, özellikle CHP-Bağımsızlar Güneş Motel Hükümeti kurulup da Bülent Ecevit Başbakan olduktan sonra, “zirve” yaptı. – Şimdilerin hızlı ulusalcısı Ecevit, o zamanlar hızlı solcu idi. Ve ağzını açıp her “faşistler” dediğinde, Türkiye’de en az 30 ülkücü şehit edilirdi. Ne garip tecellidir ki, aynı Ecevit’le MHP daha sonra koalisyon ortağı oldu- Çünkü Bursa Eğitim Enstitüsü’ne Ülkü Ocakları ile MHP’nin referansları ile giren “ülkücü geçinenler” birden ya ortadan kaybolunca ya da saf değiştirince “ortam” aniden bozulmuştu. “Ak koyun, kara koyun köprü başında belli olur” denmiştir, işte İrfan Çetiner de böyle bir köprü başında ortaya çıktı ve merdivenleri birer birer tırmanarak zirveye ulaştı, Bursa’ya ağırlığını koydu.
Neyse, lâfı uzatmayayım, sadede geleyim… Nasıl olduysa, nasıl vakit bulabildiyse 29. 8. 1980 günü İrfan Çetiner Eskişehir’e bizi ziyarete geldi. –MHP ile MSP’nin dışarıdan desteklediği AP Azınlık Hükümeti kurulmuş ve “ortam”, en azından psikolojik olarak, rahatlar gibi olmuştu, herhalde bundan istifade etmişti- Yanında, isimlerini şimdi hatırlayamadığım bir-iki arkadaş daha vardı. Biz, yani ben ve Bursa Ülkü Ocakları eski Başkanı Mehmet Kutucu ile birkaç arkadaş daha ziyaret yerine çıktık. Görüştük, hâlleştik, sohbet ettik, yemek yedik. –Hatırlayanlar olacaktır, biz Eskişehir Cezaevi’nde devamlı açık görüş yapardık. Bu, 12 Eylül’den sekiz ay sonrasına kadar devam etti. Efendi Barutçu ile beni Afyon Cezaevi’ne, Mehmet Kutucu’yu da “kısım”a sürünce sona erdi.-
Efendi Barutçu bir rahatsızlığı sebebiyle, Eskişehir Devlet Hastanesi’nde yatıyordu. İrfan Çetiner ile arkadaşları O’nu da ziyaret etmek için, biraz erken kalktılar, vedâlaşıp gittiler. Kalktıklarında, vakit ikindiyi biraz geçiyordu… Akşam haberlerinde, şehit edildiğini öğrendik. Allah rahmet eylesin! Allah bizi de İrfan Çetiner’in şefaatine nail olanlardan eylesin! Âmin.
26 yıl sonra bunları niye yazıyorum? Birinci sebebi, dostum Nurullah Kaplan “Unutmak, tükenmektir” der, tükenmediğimizi ve her şeye rağmen tükenmeyeceğimizi göstermek için yazıyorum. Bu çok önemli, tabii… Ama diğer sebepler inanın daha da mühim… İkincisi, eğer birileriyle paylaşmazsam daha fazla taşıyamayacağım, içimdeki bir yarayı sizlerle bölüşmek için yazıyorum… Siz bilmezsiniz, nereden bileceksiniz ki, ama bize ziyarete geldikten sonra şehit edilen tek kişi değil, İrfan Çetiner. O’ndan önce rahmetli Koca Bekir (Yücel), merhum Ercüment Yahnici ve daha birkaç ülküdaşımız da aynı tezgâha düşürüldüler… Bu, nasıl yapılabiliyordu, hiç bilmiyorum. Ya, bizim ziyaret yerimiz takip ediliyordu veya Cezaevinin gardiyanlarından biri katillere haber veriyordu. Tetikçiler de kardeşlerimizi bir şekilde tuzağa düşürüyorlardı… Ah! Ah! O zamanlar ne kadar da toymuşum, keşke bunu o vakit tespit edebilseydim… Öyle tatlı olurdu ki tadından yenmezdi. Ama neylersin… İşte bunu, sizinle paylaşmak istedim…
Üçüncü sebep ise, bundan da önemli! Yaşayanlar bilir, 12 Eylül tek kelimeyle dehşet bir olaydı… Düşünebiliyor musunuz? Aklınıza gelen herkes, ister sağcı ister solcu ama herkes 12 Eylül de tutuklandı. Türkiye nüfusunun her yedi kişisinden biri, en azından gözaltına alındı… Bunlara öyle müthiş işkenceler yapıldı ki, anlatsam, belki bir yıl boyunca kâbus göreceğiniz için uyku uyuyamazsınız. Onun için burada işkenceleri anlatmayacağım… Ama şu kadarını, yazmadan da geçemeyeceğim. Gözaltı süresi doksan (90) gündü… Anladınız mı? Doksan gün, rakamla 90 gün… Bakın şimdi, hiçbir işkence yapılmasa dahi, doksan gün nezarethânede tutuluyorsunuz… Bunda ne var ki demeyin, hemen. Durun bakın ne var: Bir defa nezarethâne öyle kalabalık ki, nefes almanız mümkün değil. Uyumak için yere bile uzanmanız imkânsız, atlar gibi ayakta uyumak zorundasınız. Uykusuzluk insanı nasıl etkiler bilir misiniz? Bilmezseniz ben size tasvir edemem, bunu. Kendiniz bulun… İkincisi, temizlenemezsiniz. Bırakın yıkanmayı, sabahları yüzünüzü bile yıkayamazsınız… Ve sonunda bitlenirsiniz veya uyuz olursunuz… Üçüncüsü, istediğiniz zaman tuvalete çıkamazsınız. Sıradan bir bekçiye, sizi tuvalete götürmesi için ya yalvarmak veya rüşvet vermek zorunda kalırsınız. İshâl oldunuzsa ki betonda oturmaktan dolayı herkes en az bir kere ishâl olur, altınıza kaçırırsınız… Dördüncüsü, doğru dürüst yani yeteri kadar beslenemediğiniz için hasta olursunuz. Ama doktora muayene olamazsınız, ilâç kullanamazsınız… Ve daha niceleri, neler neler… İnsanları itirafa zorlamak için, işkence yapmaya ne lüzum var? Bunlar yetmez mi? Haa, ne dediniz, tam olarak duyamadım? Evet, evet, doğru! Yeter, hatta bunlar itiraf etmek için çok bile gelir.
Zaten o yüzden, 12 Eylül döneminde herkes, ama herkes kendisine yüklenen suçları itiraf etti! Bunun, istisnası bile yok! Var diyen, bir adım ileri çıksın. Bana e posta göndersin, burada neşretmeyen alçaktır! Yanlış anlama olmasın, bu itiraflardan ötürü hiç kimseyi suçluyor da değilim. Bunları anlatmaktaki maksadım bambaşka… Neyse, hemen oraya geleyim… Bu sebeplerle 12 Eylül döneminde, 12 Eylül öncesinde işlenen her tür suçun faili şu ya da bu şekilde belirlendi. Dosyası kapandı, yani.
Ancak Bursa’da, benim bildiğim en az bir istisnası var bunun! O şartlarda, bu nasıl olur, demeyin? İşte ben de bunu soruyorum, ya! Burada herkesin huzurunda ilân ediyorum; İrfan Çetiner cinayetinin dosyası kapanmadı! İrfan Çetiner cinayetine düzmece de olsa bir fail bulunmadı! Hey! Sayın Basın Savcısı, bu yazdıklarımı okuyorsanız, cevap bekliyorum, sizden. İrfan Çetiner Cinayeti dosyası kapandı mı? Kapandıysa, fail kim? Kapanmadıysa, bugüne kadar neden kapanmadı?
Yoksa, İrfan Çetiner’i şehit edenler, o günlerde söylendiği gibi POL-DER’li polisler miydi? Türkiye, uyuma cevap ver soruma? Türkiye, silkelen, kendine dön! Ses ver!
Not: Bu yazı ilk defa tam hatırlamıyorum, ama belki 8-9 yıl evvel yayınlandı… Şimdi bu furyada belki cevap alır diye yeniden yayınlıyorum… M. M. K.