Dışarıda 'barış', içeride 'savaş' isteyen Türkiye!
İbrahim KARAGÜL 11 Haziran 2008
Önce Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ'un açıklaması: "PKK'ya karşı İran'la koordineli operasyon yapıyoruz. Gerekirse yine yaparız. İran'la istihbarat paylaşımı da yapıldı. Onlar harekata başladığında biz de yapıyoruz. Bilgi de paylaşıyoruz. Sınırın İran tarafında onlar, Türk tarafında da biz operasyon yapıyoruz. Son 1-2 aydır yapmadık ama yine yapabiliriz. Onlar da ciddi mücadele veriyorlar."
Harp Akademileri Komutanlığı'nda düzenlenen "Ortadoğu: Belirsizlikler içindeki Geleceği ve Güvenlik Sorunları" sempozyumu sırasında kullanılan cümleler hemen hemen bu şekilde.
Biz biliyorduk ama ilk kez resmen açıklandı. İlk kez bu kadar net ifade edildi. Türkiye ile İran arasındaki güvenlik işbirliği gereği bilgi paylaşımından operasyonlara "gözlemci gönderme"ye kadar çok yakın bir çalışma söz konusu. Gariptir, hem ABD hem de İran'la aynı anda, aynı amaca yönelik işbirliği mümkün olabiliyor. Bölgeyi iki kampa ayıran ABD-İran dengesi, başkanlık seçimleri öncesi İran'a saldırı senaryolarının alabildiğine tırmandığı bir dönemde devam edebiliyor. Bunu bu bölgede yapabilen tek ülke var: Türkiye.
Aynı şekilde Suriye'ye saldırıya direnen, bu ülkenin tedrici dönüşümüne öncülük eden de Türkiye. İran-Suriye eksenine rağmen Suriye ile İsrail arasında pazarlık sürecini açabilen ülke de Türkiye. Lübnan'da, iç savaş an meselesiyken, Hizbullah'ın daha da güçlenmesini sağlayan ve cumhurbaşkanı seçimi konusunda tarafları ikna edenlerden biri de Türkiye. İran'a yönelik saldırı sürecine, ABD ve İsrail'le bu kadar yakın olmasına rağmen, direnmeye çalışacak ülke yine Türkiye. Irak işgalinin yol açtığı istikrarsızlığı acı şekilde yaşayan ve İran konusunda çok hassas davranan, Suriye'yi korumaya çalışan Türkiye.
Şimdi Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın aynı toplantının açılışında yaptığı konuşmaya bakalım:
"Ortadoğu'yu bu noktaya getiren etnik ve dinsel farklılıklar mı yoksa dış ve büyük güçler mi" sorusunu soran Büyükanıt şunları söylüyor: "Bölgesel ihtilaflarda esas olan dış mihraktır. Şimdi şöyle bir paradoksla karşı karşıyayız. Bazı gerçekleri görüyoruz, telaffuz etmekten çekiniyoruz. Ben telaffuz ediyorum. Yani 'kral çıplak' diyorum. Dış etkenler olmasa, dış mihraklar olmasa yine bazı çatışmalar olabilir mi? Evet, olabilir ama böyle olmaz"
Büyükanıt'a göre Ortadoğu'da söz sahibi olan güçler barış istemiyor. Bu yargıdan sonra şöyle bir yaklaşım kendini hissettiriyor: Bölgesel dinamiklerin harekete geçirilmesi. Bu aşamada Türkiye'siz oyun kurulamayacağı da ortaya çıkıyor. Aynı yaklaşımı, daha önce Başbakan Tayyip Erdoğan'ın sözlerinde gördük. "Bu bölgede artık kimse Türkiye'siz oyun kuramaz" sözü, hem siyasi, hem ekonomik hem de bölgenin geleceğine ilişkin bir gerçeği ifade ediyordu.
ABD Başkanlık seçiminde adaylığı kesinleşen Barack Obama ilk açıklamasını Yahudi lobisine yaptı ve "İran'ı durdurma" güvencesi verdi. İsrail ve ABD aşırı sağı, seçimlerden önce o tehlikeli oyunu oynamak için can atıyor. Ve Türkiye, bu iki ateş arasında bölgesel bir umut olma yarışına girdi.
Dışarıda böyle bir Türkiye var. Peki ya içeride nasıl bir Türkiye var? İşte burada umutlar kırılıyor.
Şimdi: Yakın çevresinde koruyucu bir rol üslenen Türkiye'nin; ABD ve Avrupa'nın yanısıra Rusya ve Asyalı güçlerle de yakınlaşmaya girerken, bölgesel uzlaşma ve diyalog kapılarını açarken, çatışmaları/krizleri önleme/azaltma yolunda inisiyatif almaya girişirken, büyürken, gelişip genişlerken, nüfuz alanını hızla genişletirken kendi içinde çatışma ve gerilimlere yatırım yapması ne anlama geliyor?
Diyelim Türkiye bütün bunları yapma konusunda kararlı bir tutum ve politika izliyor/izleyecek. Şu ana kadarki görüntü ve beklentimiz bu yönde. Peki, içeride iktidar çatışması alabildiğine tırmandırılırken, toplumun bir kesimi ısrarla tehdit olarak algılanırken, sokakları bölünmüş bir ülkenin bu başarıyı sağlaması mümkün mü? Hep birlikte soralım.
Anayasa Mahkemesi, başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin değişikliği iptal etti. Yasak devam edecek. Türkiye'nin çok büyük bir bölümü, bu yasaklarla yaşamaya devam edecek.
Ben başörtüsü yasağını hiçbir zaman özgürlük meselesi olarak algılamadım. Semboller üzerinden geliştirilen Türkiye'ye özgü çatışmacı siyasal dil, onlarca yıldır bu ülkenin kanını emmeye devam ediyor. Bu sembollerden biri de başörtüsü. Çatışma ise, Türkiye'nin bütün enerjisini tüketen siyasi ve ekonomik iktidarın paylaşımı. Bu nedenle, başörtüsü hiçbir zaman temel özgürlük konusu olmadı. Çözümü de siyasi ya da hukuki bir mesele değildir. Mahkemenin gerekçesi ne olursa olsun, yasağın devamı içerideki iktidar çatışmasının daha uzun süre bu ülkenin kanını emmeye devam edeceğine işaret ediyor.
Türkiye Cumhuriyeti, toplumsal uzlaşma adına bugüne kadar hiçbir kalıcı çözüm üretemedi. Etnik gerilimler ortada. Toplumun bir kesimi hâlâ tehdit kategorisinde. Siyasal taleplerini semboller üzerinden dile getirmek zorunda bırakılanlarla ülkeyi sahiplenenler arasındaki güvensizlik birileri için iktidar güvencesi oluşturuyor. O çevreler başörtüsünü ısrarla sınıfsal bir sorun olarak ele alıyor. Böylesine korkunç bir bencillik nasıl hazmedilir? Hiçbir zaman hazmedilmeyecektir.
İçeride bu kör kavgayı devam ettirenler yukarıdaki Türkiye projeksiyonunun önündeki en büyük engel. Türkiye'nin geleceğini karartan gerçek tehlike bu. Yazık!..