« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

29 Ağu

2016

ANKARAVÎ, İsmâil Rusûhî (ö. 1041/1631)

Erhan Yetik 01 Ocak 1970

Mevlevî şeyhi ve Mesnevî şârihi.

XVI. yüzyılın ikinci yarısında Ankara’da doğdu. Doğum tarihi belli değildir. İlk öğrenimine Ankara’da başladı. Tasavvuf yoluna girmeden önce şer‘î ilimleri tahsil etti. Arapça ve Farsça bilgisini, bu dillerde eser verecek ve şiir yazacak derecede ilerletti. Daha sonra Ankara ve çevresinde yaygın olan Bayramiyye tarikatına intisap ederek şeyhlik makamına kadar yükseldi. Bu arada Halvetiyye tarikatından da icâzet aldı. Bayramî şeyhi olarak irşad vazifesine devam ederken gözlerinden rahatsızlandı. Tedavi maksadıyla gittiği Konya’da Mevlevî dergâhı şeyhlerinden Bostan Çelebi ile tanışarak onun teşvikiyle Mevleviyye tarikatına girdi. Mevlevîliğin usul, âdâb ve erkânını kısa sürede öğrenip sülûk*ünü tamamladı. Daha sonra İstanbul’a gitti. Devrin ilim ve fikir hareketleriyle yakından ilgilenerek bilgisini genişletti. Kısa sürede ilim ve tasavvuf çevrelerinin saygı duyduğu önemli bir şahsiyet haline geldi. 1610 yılında Galata Mevlevîhanesi şeyhi oldu ve ölümüne kadar yirmi bir yıl bu makamda kaldı. Mezarı adı geçen mevlevîhanenin hazîresindedir. Ölümüne “hitâm” ve “irtihâl-i irfân” (1041) kelimeleri tarih düşürülmüştür.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevî’sine yazdığı şerhle meşhur olan ve bundan dolayı “Hazret-i Şârih” diye de anılan Ankaravî, çağındaki ilim ve fikir hayatına hâkim olan şerhçiliğin tesiriyle Herevî, İbnü’l-Arabî, İbnü’l-Fârız ve Mevlânâ gibi büyük mutasavvıfların eserlerini şerhetti. Çok geniş tasavvuf kültürü sayesinde meselelere getirdiği yorumlar bakımından eserleri şerh ve hâşiyenin de ötesinde bir değer taşır. Özellikle Mesnevî şârihliği alanında büyük bir otorite olarak kabul edilir.

Ankaravî, Mevlevîliğin esaslarına sadık, mutedil ve Ehl-i sünnet ilkelerine bağlı bir mutasavvıftır. Sohbet*i halvet*e tercih eder, hizmeti inzivâdan daha önemli sayardı. Bu anlayış ve tutumunun bir sonucu olarak hem şeriatın zâhirî hükümlerine önem vermeyen mutasavvıflara karşı cephe almış, hem de tasavvufu tamamen veya geniş ölçüde bid‘at sayan zâhir ulemâsına ve medrese mensuplarına reddiyeler yazmıştır. Bu çalışmalarının yanı sıra Türkçe, Arapça ve Farsça şiirleri de vardır. Galata Mevlevîhanesi’nin inşa tarihini (897/1491-92) gösteren “er-Rusûh” kelimesini Rusûhî şeklinde mahlas olarak kullanmıştır.

Eserleri. Sade bir dille kaleme aldığı ve çoğu Türkçe, bir kısmı da Arapça olan eserleri orta seviyedeki okuyucular için faydalı olmuş, bilhassa ilk ve ana kaynaklarla olan bağın koptuğu sonraki dönemlerde sürekli olarak tesirini göstermiştir. Eserlerini şu şekilde tasnif etmek mümkündür:

a) Mesnevî ile İlgili Eserleri. 1. Mecmûatü’l-letâif ve ma‘mûretü’l-maârif. “Mesnevî Şerhi” adıyla bilinen ve kendisine “Hazret-i Şârih” unvanını kazandıran bu eser, gerek ilmî kudretini göstermesi gerekse bıraktığı tesirler bakımından Ankaravî’nin eserleri içinde en dikkate değer olanıdır. Ankaravî bu eserinde bir yandan Mevlânâ’nın fikirlerini açıklarken diğer yandan tasavvufun umumi kaidelerini sade bir ifadeyle ortaya koymuştur. Mesnevî’yi şerhederken geniş ölçüde İbnü’l-Arabî’nin tesirinde kalması, Mesnevî’nin ve Mevlânâ’nın olduğundan farklı bir şekilde anlaşılmasına yol açmıştır. Aslında bu iki mutasavvıf birçok noktada birleşmiş gibi görünseler de bazı esaslarda birbirinden ayrılırlar. Vahdet-i vücûd* nazariyesini temellendiren İbnü’l-Arabî’nin tasavvuf anlayışı irfan* ve mârifet*e dayanan nazarî ve felsefî bir tasavvuftur; Mevlânâ’da ise asıl olan aşk, cezbe ve vecd gibi hallerdir. Mevlânâ’yı ve Mesnevî’yi İbnü’l-Arabî’nin tasavvuf telakkilerine göre anlama ve yorumlama temayülü daha önce başlamış, ancak Ankaravî buna son şeklini vermiştir. Bu yorum tarzı fazla değişikliğe uğramadan sonraki yüzyıllarda da devam etmiştir. Ankaravî’nin, aslında Mesnevî’nin Mevlânâ’ya ait olmayan yedinci cildini onun sanarak şerhetmesi birtakım tenkitlere yol açmıştır. Ancak bu hatayı öne sürerek onu aşırı derecede eleştirmek de doğru değildir. Ankaravî’den sonra gelen Mesnevî şârih ve mütercimleri onun inceleme ve yorumlarından geniş ölçüde faydalanmışlardır. Mesnevî okutacak kişilere verilen icâzetnâmelerde, “...şârih Ankaravî’nin tahkikatına uyarak” şeklinde bir kaydın bulunması, Ankaravî’nin Mevlevî tekkelerindeki tesirini göstermesi bakımından son derece önemlidir. Başta Nicholson olmak üzere Batı’da Mevlânâ ve Mesnevî üzerinde çalışanlar en çok Ankaravî’den faydalanmışlardır. Birçok defa basılan (Mısır 1221, 1242, 1251; İstanbul 1257, 1289) Mesnevî şerhlerinde yedinci cilde yer verilmemiştir. Ankaravî’nin eseri Cengî Yûsuf Dede (ö. 1080/1669) tarafından kısaltılarak Menhecü’l-kavî (Mısır 1289) adıyla Arapça’ya, İsmet Tasarzâde tarafından da Şerh-i Kebîr-i Ankaravî ber Mesnevî-i Ma‘nevî-i Mevlevî (Tahran 1348) adıyla Farsça’ya tercüme edilmiştir. 2. Fâtihu’l-ebyât. Mesnevî’nin ilk on sekiz beytini ve anlaşılması güç diğer bazı kelimelerini şerheden bu risâle, “Mesnevî Şerhi”nin 1257 ve 1289 basımlarının baş tarafında yayımlanmıştır. 3. Câmiu’l-âyât. Mesnevî’deki âyet ve hadislerle Arapça beyitlerin ve anlaşılması güç bazı terimlerin şerhidir (Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 2551/1; Antalya Tekelioğlu, nr. 390). 4. Hall-i Müşkilât-ı Mesnevî. Mesnevî’deki hikâyeleri açıklayan eserin tesbit edilebilen tek yazma nüshası Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndedir (Veliyyüddin Efendi, nr. 1672). 5. Tuhfetü’l-berere. Mesnevî’den seçilen bazı beyitlerin şerhi olup içinde Ankaravî’nin şiirleri de vardır. Eserin yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Hacı Hüsnü, nr. 736). 6. Simâtü’l-mûkınîn. Mesnevî’nin dîbâcesini şerheden Arapça bir risâledir (Topkapı Sarayı Müzesi Ktp., Revan Köşkü, nr. 451; Süleymaniye Ktp., Hacı Hüsnü, nr. 659).

b) İbnü’l-Fârız Şerhleri. Ankaravî, İbnü’l-Fârız’ın “Tâ’iyye” kasidesini el-Mekasıdü’l-âliyye fî şerhi’t-Tâiyye (Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 220, 221/1), “Mîmiyye” ve “Hamriyye” kasidelerini de Şerh-i Kasîdeti’l-Mîmiyye ve’l-Hamriyye (Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb, nr. 1182; Hâlet Efendi, nr. 727/2) adlarıyla şerhetmiştir.

c) Diğer Tasavvufî Eserleri. 1. Minhâcü’l-fukarâ* (Bulak 1256; İstanbul 1286). Ankaravî’nin “Mesnevî Şerhi”nden sonra en meşhur eseridir. Müellif tasavvufî konuları genel hatlarıyla işlediği bu eserinde Herevî’nin Menâzilü’s-sâ’irîn’ini örnek almış, ancak eserin daha önceki şerhlerinden faydalanmayıp İbnü’l-Arabî’nin el-Fütûhât’ından ve Mevlânâ’nın şiirlerinden nakiller yapmayı tercih etmiştir. Herevî’nin eseri gibi Minhâcü’l-fukarâ da on bölümden meydana gelir. Bunların her biri de kendi içinde yine on bölüme ayrılır. Ankaravî, Derecâtü’s-sâlikîn (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi nr. 2674) ile Şeyhülislâm Yahyâ Efendi’nin isteği üzerine yazdığı Nisâb-ı Mevlevî (Süleymaniye Ktp., Serez, nr. 1524; Lala İsmâil, nr. 231) adlı eserlerinde Minhâcü’l-fukarâ’daki konuları tekrarlamıştır. 2. Zübdetü’l-fuhûs fî nakşi’l-Fusûs (İstanbul 1328). İbnü’l-Arabî Fusûsü’l-hikem adlı eserini yine kendisi Nakdü’n-nusûs adıyla kısaltmış, daha sonra Câmî bu eseri Şerh-i Nakş-ı Fusûs, adıyla Farsça’ya çevirerek şerhetmiştir. Ankaravî’nin Zübdetü’l-fuhûs’u bu şerhin Türkçe tercümesidir. 3. Îzâhu’l-hikem. Sühreverdî-i Maktûl’ün Heyâkilü’n-nûr adlı eserinin Türkçe tercümesi ve şerhidir (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1747, 2749/6).

d) Semâ ile İlgili Eserleri. 1. Semâ Risâlesi. Minhâcü’l-fukarâ’nın sonunda basılmıştır (Bulak 1256; İstanbul 1286). 2. er-Risâletü’t-tenzîhiyye fî şe’ni’l-Mevleviyye. Semâın meşrû ve câiz olduğunu ileri sürerek Mevlevîler’e yöneltilen tenkit ve itirazları reddeden Arapça bir eserdir (Leiden 1892). 3. Hadîs-i Erbaîn Şerhi. Semâ, raks ve teganni ile ilgili hadisleri şerheden bir eserdir (Süleymaniye Ktp., Nâfiz Paşa, nr. 184; Reîsülküttâb, nr. 1182). Bu üç risâlede dinî mûsikiyi savunan Ankaravî din dışı mûsikiyi ve raksı yeri geldikçe tenkit etmiştir.

e) Tefsire Dair Eserleri. Fütûhât-ı Ayniyye (İstanbul 1328) Fâtiha sûresinin, Misbâhu’l-esrâr (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2872/4; Düğümlü Baba, nr. 10) ise Nûr sûresinin 35. âyetinin tefsiridir. Bu iki eser de tasavvufî mâhiyettedir.

f) Diğer Eserleri. el-Hikemü’l-münderice fî şerhi’l-Münferice, Ebü’l-Fazl Yûsuf b. Muhammed’in “el-Münferice” adıyla bilinen kasidesinin tercüme ve şerhi olan bu eser iki defa basılmıştır (Bulak 1300; İstanbul 1327). Risâle-i Uyûn-i İsnâ Aşere. On iki tasavvufî manzumeden ibaret olan bu eserin tesbit edilebilen tek nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndedir (TY, nr. 6394). Cenâhu’l-ervâh. İnsanları tevhid inancına yöneltmek maksadıyla kaleme alınmıştır (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2558; Reîsülküttâb, nr. 1182/4). Ankaravî’nin bunlardan başka Risâle-i Usûl-i Tarîkat-ı Mevlânâ ve Sülûknâme-i Şeyh İsmâil (İÜ Ktp., TY, nr. 6394) gibi birkaç sayfalık risâleleri de vardır. Ankaravî’ye nisbet edilen divan (bk. Mehmed Tevfik, vr. 32ª; Sâkıb Dede, s. 39; Osmanlı Müellifleri, I, 25) elde mevcut değildir. Kazvînî’nin Telhîsü’l-Miftâh’ı ile Muhammed b. Muhammed Gîlânî’nin Menâzırü’l-inşâ’ adlı eserlerini esas alarak yazdığı Miftâhu’l-belâga ve misbâhu’l-fesâha (İstanbul 1284) lisana dair bir eser olup Osmanlı Türkçesi bakımından önemlidir. İsmâil Hakkı Bursevî’nin Kitâbü’l-Hitâb ile Tuhfe-i Hâssakiyye adlı eserleri yanlışlıkla Ankaravî’ye nisbet edilmiştir (bk. Brockelmann, II, 662; Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 209/10, 211/2).

Ziyaret -> Toplam : 125,66 M - Bugn : 98709

ulkucudunya@ulkucudunya.com