Kafanızı karıştırmayın
Soner Yalçın 01 Ocak 1970
Önce bir tespit:
Tarih: 26 Ocak 1699.
Osmanlı kuruluşundan itibaren en ağır koşulları kabul eden Karlofça Antlaşması'nı imzalamak zorunda kaldı.
Bu antlaşma; Batı'da büyük çapta toprak kaybettiği ilk antlaşmaydı. Orta Avrupa'daki egemenliği büyük ölçüde sona erdi.
Bu antlaşma; Avrupalıların Türkleri Avrupa'dan atmaumutlarını artırdı.
Osmanlı askeri tarihi hakkında kitaplar yazanların ortak görüşü şudur:
“Hükümleri açısından tam bir felaket olan Karlofça
Antlaşması bile Osmanlı İmparatorluğu'nun askeri sistemini yıkamamıştır. Önemli eyaletler, hudut
savunma hatları ve her şeyden önemlisi tecrübeli askeri kadroların kaybedilmesine rağmen, ordu kendini yeniden yapılandırarak iki asır daha imparatorluğun kalan topraklarını savunabilmiştir. Kendinden daha güçlü rakipleri değişen dünya koşullarına ayak uyduramayıp yıkılırken, Osmanlı Ordusu varlığını koruyabilmiştir.” (Osmanlı Askeri Tarihi, M.Uyar-E.J. Erickson)
Ve…
Türk Ordusu daha zorunu Milli Mücadele döneminde gösterdi. Rusya, Almanya, Avusturya orduları paramparça olup iç savaş yaşarken; askerlerinin terhis edilmesine ve silahlarına işgal otoritelerinin el koymasına rağmen Osmanlı Ordusu, Anadolu'da disiplinini ve kurumsal kimliğini bozmadan Mustafa Kemal önderliğinde emperyalizme karşı büyük mücadeleye başladı.
Yani…
Arkadaş, bu toprakların yiğit ordusuna güvenmeye devam et; emperyalizmin maşaları FETÖ, PKK, IŞİD onun bileğini bükemez.
Ne demişti büyük Atatürk:
“Sizin gibi kumandanları, subayları ve erleri olan bir millet için yâd elleri altında köle olmak mümkün değildir…”
Bu tespit ardından konumuza girebiliriz…
Kayıp ülke!
Sınırımızda ne oluyor?
Yok Cerablus… Yok Afrin… Yok Menbiç…
Yok Suriye Ordusu YPG ile ateşkes antlaşması yaptı.
Yok Türk Ordusu Cerablus'a girdi; askeri operasyona “Fırat Kalkanı” adı verildi.
Vs. Vs.
Gazetelerde-ekranlarda sürekli hangi bölge kimin kontrolünde renkli haritalar yayınlanıyor-gösteriliyor. Kafalar sürekli karıştırılıyor.
Ekranlarda bolca uzman var. Ellerindeki çubuklar harita üzerinde dolaşıp duruyor; bolca stratejilerden bahsediyorlar.Takip etmek imkansız hale geliyor; örgüt isimleri-yer adları birbirine karışıyor.
Sahi neler oluyor?
Meseleye, mikro-küçük değil, makro-büyük açıdanbakarsak ancak işin aslını kavrayabiliriz.
O halde, önce şu gerçeğin altını çizelim:
Suriye meselesinde ABD var, Rusya var, İran var, Türkiye var, Fransa var, İngiltere var, Katar var, Ürdün var, Lübnan var, Suudi Arabistan var, Irak var, var oğlu var.
Hizbullah var, Hamas var, Müslüman Kardeşler var, El Kaide var, IŞİD var, Nusra var, PKK var, Barzani bile var.
Kim yok?
Kimin adı, küresel medyada hiç geçmiyor/geçirilmiyor? (Dış haberler; bu yayın merkezlerinden tercüme edilenlere dayandırıldığı için bizim medyada da yok!)
Kim bu ülke?..
Suriye'nin komşusu!
Üstelik Suriye ile yıllardır arası bozuk; kimi dönem savaş bile yaptılar.
Bildiniz, İsrail!..
Yok Cerablus… Yok Afrin… Yok Menbiç… Kafanızı bunlarla karıştırmayınız!
İsrail'in adı Suriye iç savaşında niye hiç geçmiyor bunu düşününüz! Örneğin…
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer öncülüğündeTürkiye-Suriye ilişkileri geliştirilirken İsrail tedirgin olmuştu.
Demek ki Suriye meselesi İsrail için çok önemliydi.
Yani… Küresel medya merkezleri (örneğin, Suriye Ordusu'nun konumunu uydularıyla tespit edip muhaliflere vermesi gibi faaliyetlerde bulunan) İsrail'i; gözlerden-kulaklardan saklasa da savaşın merkezinde bu ülke var!
Peki… Gelelim can alıcı soruya:
İsrail, Suriye'de neyin peşinde?
İlk amaçları
Farkındasınız…
Suriye iç savaşını mezhep temelli göstermek istiyorlar; Alevi, Sünni, Dürzi…
Suriye iç savaşını dinsel temelli göstermek istiyorlar; Müslüman, Hıristiyan…
Suriye iç savaşını etnik temelli göstermek istiyorlar; Arap, Kürt, Türkmen…
Yahudi bu işin neresinde?
Yahudi yok mu? Yok! Oysa…
Tevrat/Tekvin'e göre; Yahudilere -vaat edilmiş topraklar- “Arz-ı Mev'ud” verildi.
Burası…
İsrail, Filistin, Lübnan toprakları ile Ürdün, Mısır ve Suriye'nin kıyı bölgeleridir! Keza… İsrailoğulları “Kenan Ülkesi” denen bu yerleri yaklaşık olarak 500 yıl (M.Ö. 1500-M.Ö. 1000 yılları arasında) yönetti.
Siyonist Yahudiler bu bölgeleri tekrar ele geçirme isteklerinden hiç vazgeçmedi.
İsrail'in Suriye ile bitmez tükenmez savaşının kaynağıdır bu bilgiler.
Şimdi şu soruları sorabiliriz:
Suriye iç savaşı neden ülkenin kuzeyine sıkıştı kaldı?
İç savaştan önce Suriye'de hiç gücü olmayan ve parçalı bulunan Kürt örgütlerini kimler, nasıl, neden bir araya getirdi?
PKK-YPG nasıl oldu da Irak ve Suriye ordularını yenen IŞİD'e karşı ardı ardına zafer kazanıp topraklarını sürekli genişletti?
Ve neden PKK-YPG Akdeniz'e ulaşmayı en büyük davası haline getirdi?
Tüm bunlara sesini çıkarmaması ve sınırında olanlara müdahalede bulunmaması için kimler Türkiye'de, sürekli terör eylemi düzenletti; darbe girişimi planladı?
Soru aslında yanıttır:
İlk hedefleri; “Kürt Yahudi Devleti”ni kurdurmaktır.
Sonraki aşama “Büyük İsrail”dir!
Yok Cerablus… Yok Afrin… Yok Menbiç…
Diye kafanızı hiç karıştırmayınız…
Avast logo
This email has been checked for viruses by Avast antivirus software.
www.avast.com
M.Metin Kaplan
23:22 (9 saat önce)
Alıcı: bana
O soruyu yanıtlayayım / Soner Yalçın
Sıklıkla soruyor okuyucular:
ABD, Gülen'i verir mi, vermez mi?
Yazayım:
“Cem Sultan” ya da “Şehzade Cem” diye bilinen Fatih Sultan Mehmet'in oğlunu bilirsiniz.
Denir ki; Fatih makamını Şehzade Cem'e bırakmak istiyordu. Bir dizi taht kavgası sonucu Şehzade Beyazıt “Sultan II. Beyazıt” adıyla tahta çıktı.
“Hükümdarlar arasında akrabalık yoktur” anlayışıyla iki kardeş taht savaşı yaptı. Cem Sultan yenildi; yurt dışına kaçtı. İktidar kavgasını bırakmadı…
II. Beyazıt, kardeşine bütün masraflarının karşılanması şartıyla Kudüs'te ikamet etmesini teklif etti. Yetmedi.
Padişahlıktan vazgeçtiği takdirde kendisine bir milyon akçeödemeyi taahhüt etti.
Cem Sultan hiçbirini kabul etmedi.
Bu sırada Rodos şövalyelerinden Pierre d'Aubusson, onu Rodos'a davet etti. Amaçları, Cem Sultan'dan yararlanarakoluşturacakları haçlı ordusu ile Osmanlı'yı Avrupa'dan çıkarmaktı.
II. Beyazıt, şövalyeleri her yıl -döneminin en değerli parası- 45 bin duka altın vererek bu sorunu çözdü.
Şövalyeler, Osmanlı'nın saldırıp almaması için bu kıymetli rehineyi Fransa'ya götürdüler. II. Beyazıt, Fransa'ya bir elçi göndererek Cem Sultan'ın -kuşkusuz para karşılığı- bu ülkede tutulmasını istedi. Bu arada…
Herkes Cem Sultan'ın peşine düştü; sonuçta Cem SultanPapa VIII. Innocentius'a teslim edildi. Papa'nın niyeti de, Cem Sultan'ı yanına alarak Osmanlılara karşı haçlı seferi düzenlenmekti. Başarılı olamadı. Çünkü…
Tarih: 31 Mart 1492.
II. Ferdinald, Elhamra Kararnamesi'yle İspanya'da yaşayan Yahudilerin ülkeden kovulması kararını verdi.
II. Beyazıt, donanmasını göndererek -zulüm altındaki Müslümanları değil- Yahudileri Osmanlı topraklarına getirdi!
İddia o ki; II. Beyazıt Fransa ile anlaştı; Cem Sultan'a karşılık İspanya Yahudilerini Osmanlı alacaktı. Bu anlaşmada; Hıristiyanlara yasak olduğu için Batı Avrupa'daki para ticaretini elinde tutan Yahudilerin Fransa'ya maddi katkısı vardı kuşkusuz! Neyse…
Yahudiler Osmanlı topraklarına geldi; ve üç yıl sonra Cem Sultan zehirlenerek öldürüldü.
Ne diyorsunuz:
ABD, Fethullah Gülen'i verir mi vermez mi?..
“ŞEKİLCİ” POLİTİKALAR
Bu iktidarın “görme” ve itibariyle “kavrama” sorunu olduğunu hep yazıyorum.
“Taşra politikacı” kıvamı kurnazlığıyla sorunları çözeceklerini sanıyorlar!
Anımsayınız; liboş döneklere kanarak yıllarca “Milli Güvenlik Kurulu”ndaki asker sivil sayısını büyük sorun bellediler! Yasa değiştirip; sivil bakan sayısı, asker komutansayısını geçince rahatladılar!
Sandılar ki, artık askeri darbeler dönemi bitti.
Sandılar ki, -içeriğini hiç bilmedikleri- askeri vesayet dönemi kapandı.
15 Temmuz'da tepelerine bomba yağınca bu kez neyi kafaya taktılar:
Yüksek Askeri Şura'daki asker sayısı!..
Neymiş… Yüksek Askeri Şura'da asker sayısı çokmuş; ve hemen sivil bakan sayısını artırmak gerekiyormuş!
Kararname çıkardılar; Yüksek Askeri Şura'daki sivil bakan sayısı, asker komutan sayısını geçti. Yine rahatladılar!
Evet. Temel sorunumuz bu; hâlâ “şekilcilikle” uğraşıyorlar!
Bu nedenle…
Askeri çevrelerde alay konusu olan emekli asker Adnan Tanrıverdi'yi “baş danışman” yapıyorlar! (Yetmez, yardımcısı emekli asker Korkmaz Tağma'yı da görevlendirin de millet kahkaha atsın!)
Eh! Bir başka alay konusu Kadir Mısıroğlu akıl hocası olana ne denir?
Bakınız…
TekeTek programında Fatih Erbakan'ı seyrettim. Söylediklerine şaşırdım; kendini fersah fersah aşan konulardan bahsetti.
İçimden dedim ki; “Fatih Erbakan'a bunları ezberleten kişi muhtemelen Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'nde çalışmış üst düzey bir emekli asker olabilir!”
Yoksa, mümkünü yok bu derece -yok Manavgat suyu, yok NED vs.- bilebilir! Görünen, Fatih Erbakan'ın “askeri danışmanı”, Cumhurbaşkanı'nın danışmanından daha nitelikli donanıma sahip!
Yani şunu demek istiyorum:
II. Beyazıt örneği gösteriyor ki, “Osmanlı diplomasisi” bu tür yüzeysel işlerle-danışmanlarla yapılamaz!..
Davutoğlu'nun tatili
İktidar “şekilcilik” ile uğraşırken…
Herkesin alay ettiği emekli askerler “baş danışman” yapılırken…
Perde arkasında kimler, ne tür yeni stratejiler belirliyor?
Örneğin…
Okuyucum “belki ilginizi çeker” diye şu maili gönderdi:
“Yunanistan Patmos adası Chora şehrindeki Pantheon lokantasında 2 Ağustos 2016 günü Barzani (genç olanı) simsiyah kıyafetiyle, kadınlı-erkekli yedi-sekiz kişi İngilizler ile oturuyorlardı. (Resimleri de var.) Herhalde okul arkadaşları bir araya gelmişler dedik.
Ülkemize dönünce gazetelerde Ahmet Davutoğlu'nun aynı dönemde aynı adaya bağlı Arkhi'de çekilmiş fotoğraflarını görünce şaşırdım.
Aynı adada, aynı tarihlerde Davutoğlu'nun, Barzani'nin ve İngilizlerin (muhtemelen ajanlardı) bulunması tesadüf mü?
Türkiye o günlerde darbe tehlikesiyle uğraşırken Davutoğlu'nun ne tatili bu?
Kabul edersiniz ki, artık nelerin mümkün olup olmayacağını anlayamadığımız bir devir yaşıyoruz. Bu tamamen bir komplo teorisidir; ancak olur mu olur! Sizinle paylaşmak istedim…”
Yani…
Bugünlerde herkesin uyanık olması gereken günlerden geçiyoruz.
Kimin eli, kimlerle tokalaşıyor belli değil!
II. Beyazıt-Cem Sultan kavgasından çıkaracağımız çok ders var!
Sonuçta:
Osmanlı'yı referans alırken şekilci yaklaşımlardan uzak durmak şart; aksi takdirde son yıllarda yaşanılan oyunlardan hiç ders çıkarmamış olursunuz.