Koridor ihaneti: İşe Kobani ile başlamak
İbrahim Karagül 01 Ocak 1970
15 Temmuz darbe girişiminden başlayarak, geriye doğru, son beş yılda Suriye meselesinde atılan bütün adımlar yeniden değerlendirilmeli. Siyasetten çok, güvenlik eksenli girişimler, operasyonlar, bu operasyonların siyasete yansıtılış biçimi, bölgede görev yapan ekiplerin niteliği ciddi biçimde sorgulanmalı.
Türkiye, siyaseten doğru yerde durmuş olabilir. Suriye'nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesi bakımından ahlaki bir pozisyon almış olabilir. Bu pozisyonun doğruluğuna inanıyorum. Ancak, o pozisyon, olayların gidişatına nasıl yansıtıldı, bölgeye yönelik politikalar ne kadar “milli” oldu, ABD'nin politikaları “milli” politika olarak mı Ankara'ya dayatıldı, bölgede görev yapanlar daha çok kimlerle iş tuttu ve kimlerin politik hesaplarını önceledi, sorgulanmalı.
Bu operasyonların hepsinde şaibe var
Askeri-güvenlik perspektifinden yola çıkılarak, özellikle Kuzey Suriye'deki gelişmelerin tamamı, istisnasız incelenmeli. Sınır boyunun tamamen FETÖ subaylarına emanet edildiği düşünülürse,onların imza attığı her gelişme, operasyon ciddi soru işaretleri taşıyor demektir.
Ayrıca ABD ile Suriye'de yapılan bütün “ortaklı”klar, her proje, ortak operasyon aynı şekilde incelenip sorgulanmalı. Sadece Rus uçağının düşürülmesi değil, Kuzey Suriye Koridoru'nu oluşturmaya dönük planlarda da Türkiye'de kim, kimler, hangi çevreler rol almış, destek vermiş, ortam hazırlamış, siyaseti bu yönde yönlendirmiş, belirlenmeli. O harita taslağının Türkiye ayağı, bütün örtülü planları açık edecek derecede önemlidir. İşin kör noktasıorasıdır.
Kimse neden tek kelime etmiyor?
15 Temmuz'u FETÖ üzerinden servis edenler, 7 Haziran seçimi sonrasıGüneydoğu ilçelerini Türkiye'den koparmaya dönük saldırı dalgasını PKK üzerinden, Kuzey Suriye Koridoru'nu PKK/PYD üzerinden servis etti. Şimdi görüyoruz ki, bu üç müdahale biçimi arasında tam bir koordinasyon var. Üç müdahale de tek bir merkezden planlanmış ve yönetilmiş. Tetikçileri, taşeronları farklı gibi görünse de, hepsi Türkiye'ye karşı savaşa sürülmüşler.
Darbe girişimi, terör, Suriye'deki ihanet gibi meseleler üzerinde konuşabiliyoruz. Herkes konuşuyor. Terör konusunda, PKK-PYDkonusunda da öyle. Suriye'nin kuzeyine yönelik operasyonlarda da öyle. Ama dış bağlantıları ve onların içerideki “tanımlanmamış” bağlantıları üzerinde henüz kimse tek kelime söylemiyor. Belki de hiç söylemeyecek.
ABD planları için çalışmışız
Özellikle son üç yıldır, Suriye'de olan biten ve bizim dahil olduğumuz her şeyin aslında Türkiye'ye kurulan tuzağın bir parçası olduğu ortaya çıktı. Ülkeyi parçalamak için haritalar çoktan çizilmiş, ne türdevletçikler kurulacağı belirlenmiş, hazırlık dönemi bitmiş, uygulama dönemi başlamış.
İşte uygulama döneminde Türkiye'nin güvenlik birimleri ABD planlarının parçası olmuş. Oradaki bütün faaliyetler ABD'nin parçalama planı çerçevesinde yapılmış. Türkiye'nin askeri ve lojistik gücü ABD çıkarları için harekete geçirilmiş. Vahamet bununla da bitmiyor; ortaklık doğrudan Türkiye'ye çevrelemeye dönük bir plan dahilinde yapılmış. Türkiye'nin güvenlik unsurları Türkiye'yi çevreleme, kuşatma amacıyla kullanılmış.
Vatana ihanet sadece 15 Temmuz'la sınırlı değil. Vatan haini askerler kendi ülkesine, insanlarımıza sadece 15 Temmuz'da kurşun sıkmamış, son üç yıldır Güney'den de Türkiye'yi vurmuşlar. En sinsi kuşatma ile karşı karşıya kalmışız.
Türkiye ve ABD: En ağır güven bunalımı
Bu aşamadan sonra Türkiye Batı ile, ABD ile, Avrupa Birliği ile, Batılı kurumlar ile ilişkilerini de sorgulamak, daha rasyonel zemine oturtmak zorunda. Atlantik merkezli bütün güvenlik stratejileri masaya yatırılmalı. Türkiye'nin milli çıkarlarına ne kadar uygun, derinlemesine sorgulanmalı. Türkiye, buradan hareketlebölgesel ve küresel ilişkileri, perspektifi yeniden tanımlamalı. Bunları yaparken önkabullerden, ezberlerden ve önyargılardan uzak durmalı.
O kadar vahim tehditlerle yüzleştik, o kadar büyük tehlikeler atlattık ki, bunları yapamazsak, aynı tehditleri bir daha yaşama ihtimalimizçok yüksek. Siyasi akıl, o emanet akıllara ihtiyaç duymadanbütün bunlara müdahale edebilmeli.
Türkiye ile ABD ve AB arasında, siyasi tarihimizin görmediği ölçüde bir güven bunalımı yaşanıyor. Çünkü siyasi tarihimizde görmediğimiz ölçüde tehditlerle yüzleşiyoruz ve bu tehditlerin neredeyse tamamı Batı başkentlerinden geliyor. Kimse, bu tespitleri “Batı karşıtlığı” palavrasına indirgeyerek boşa çıkarmaya çalışmasın. Böyle bir söyleme ihtiyacımız yok. Ama müttefik saldırılarını da allayıp pullayıp milletimize pazarlayacak, ona makul gerekçeler üretecek durumumuz da yok.
Çok kutuplu dünyada vesayete teslim olmak
Çok kutuplu, çok başkentli, çok bloklu bir dünyada Türkiye'yi kayıtsız şartsız tek bir bloka bağımlı kılmak, artık bu ülke için ihanete varan bir yanlışlığın adıdır. Bizim “vesayet” dediğimiz şey işte budur. Vesayetle mücadele ediyorsak, yüz yıl sonra ilk kez kendi ayaklarımızın üstünde durmayı kafaya koymuşsak, bütün bu ilişkileri ve ortaklıkları sorgulamak zorundayız. Belki 15 Temmuz olmasaydı, bu aşırı bir talep olabilirdi.
Ama 15 Temmuz'da da, Kuzey Suriye'de de, Güneydoğu'da da bu güçlerin açık saldırılarına maruz kaldık. Bundan sonra bu ülkeyi, siyasi aklı, güvenlik stratejilerini, Türkiye tasavvurumuzu, terör örgütlerini ülkemize saldırtan iradeye teslim edemeyiz. Edersek intiharetmiş oluruz.
Kobani bir tuzaktı
Son bir haftada ABD'nin aldığı pozisyona bakın. PKK/PYD üzerinden Türkiye'ye tehditler savuruyor, Fırat Kalkanı operasyonunu boşa çıkarmaya çalışıyor. Müttefiki olan bir ülkeye karşı açıkça terör örgütleriyle ortak oluyor. Türkiye'ye ABD saldırıları aslında tam gaz devam ediyor.
Bu saldırıların önünü almak için, Kuzey Suriye'deki alçakça planı boşa çıkaracak operasyon devam etmeli. Sınırın Suriye tarafı tamamen terör örgütlerinden ve ABD denetiminden kurtarılmalı. Bütün Suriye sınırı boyunca son üç yıldır dönen dolaplar bir bir ortaya çıkarılmalı. 15 Temmuz saldırısını geri püskürtülmesi kadar hayati bir konudan söz ediyorum.
Bence işe Kobani (Ayn el Arab) olaylarından başlamalı. Türkiye'yi orada nasıl oyuna getirildi, kim getirdi? Tuzağın büyüğü orada.